Türkçülük ve Holiganizm – Eren Şahin

Herkesin sevdiği, desteklediği bir futbol kulübü vardır. Türkiye’de fakat bu destekçilerin bazıları taraftardır. Onlar, sevdikleri renklerin peşinde kilometrelerce yol gidebilir, günlerce uğraşıp pankart hazırlayabilir, gelirinin büyük bir kısmını bu yolda harcayabilirler. Özellikle Eskişehir, Trabzon ya da Bursa gibi taraftar potansiyeli yüksek olan bir şehirde doğup büyüyenler beni daha rahat anlayacaklardır. Taraftarlık hele ki koyu taraftarlık güzel şey olsa da; holiganlıkla arasında kalın bir çizgi vardır. Taraftarlık gönül işi olduğu için rakip iki takımın taraftarı birbirini anlayabilir fakat; futbol sevgisini başka bir vatandaşın canına ve/veya malına zarar vermek pahasına şiddete dönüştüren holiganları ancak kendileri gibi sığ yaradılışlı kimseler anlayacaklardır. Muhakkak bir yakını ya da arkadaşı taraftar olmuş, boynuna takımının renklerinde fakat üzerinde takımının isminden farklı bir ismin yer aldığı atkıyı dolamışlardır. Seyirci ve taraftar ayrımında, taraftar sayısı arttıkça taraftar da kendileri arasında kümelenirler. Birisi tezahüratlarıyla takımını desteklemeye çalışır, diğeri koreografileriyle. Ve lakin zamanla bu guruplar arasında da bir rekabet vücuda gelir ve aynı rengin tutkunu taraftarlar arasında da kavgaya, yaralamaya varacak çirkinlikte olaylar meydana gelir. Belki de başka sebepler düşürür bu kimseleri birbirlerine kim bilir? Bazen gurupların arasına karışan, toplumda yer bulamamış holiganlar, bazen benlik sevdası bazen de çıkar çatışması sebep olur bu kavgalara. Belki de başka sebepler düşürür bu kimseleri birbirlerine kim bilir? Velhâsıl konumuz da bu değildir.

Günümüzde de Türkçülük ülküsü amacıyla etkinlik gösteren, bölünerek çoğalan ve her gün bir yenisi daha açılan Türkçü dernekler ve guruplar mevcuttur. Bu mevcut guruplar temsilcilik ya da dernek şubesi olarak açılmakta 1 ile 3 senelik mücadele yaşamının ardından ya kapanmakta ya da bulunduğu ilde bir yenisi daha açılmaktadır. İlk bakışta Komünist fraksiyonları andıran bu bölünmüşlüğü irdelendiğimizde, gerek düşünsel bağlamda gerekse misyon ve vizyon bağlamında birbirleriyle bir farklılık arz etmediğinin de farkına varıyoruz. Akıllara gelen “nerede birlik, orada dirlik” atasözü olsa da, söz konusu örgütlenmelerin birleşmelerinin, Türklerin birleşmesinden daha da zor olduğunu fark ediyoruz. Bu hususun üzerinde fazla durmadan, mevcut örgütlenmelerin Türkçülüğün çağıl gereksinimlerinden ziyade, örgütsel bağlamda olan gereksinimlere yoğunlaştıklarının farkına varıyoruz. Bu yazımızın amacı Türkçülüğün tarafımızca saptanmış çağıl gereksinimlerini Türkçü okuyucumuza anlatmayı ve mevcut örgütlenmelerin dikkatini çağıl gereksinimler çevresinde toplamayı hedefliyoruz. Ayrıca Türkçülüğün son birkaç yıl içinde gitgide popüler kültürün bir mezesi haline gelmesinin ne gibi sonuçlar doğuracağına da kısaca değineceğiz.

Türkçülük, Türk milletine bağlı bir ülkülemdir. Nasıl ki dil, kültür gibi değerlerimiz zaman dilimi içinde değişiyorsa, Türkçülükte o şekilde “temel prensiplerinden taviz vermeden” zaman içerisinde çağa ayak uyduruyor. Bu sebeple Türkçülük asla dogmatik değildir. Velhasıl bir çok dinin tarihinden de yaşlı olan Türkçülük, zamanla evrimleşerek günümüze gelmiştir. Türkçülük, diğer ülkülemlere nazaran bir eksiklik teşkil etmemesine rağmen Türkçülüğe gönül vermiş kişi ve topluluklar, Türkçülüğün derinliğine tam mânâsıyla vakıf olamamışlardır. Bu noktada değinme zorunluluğu hissediyoruz ki bu yazının yazıcısının da benzeri eksiklikleri mevcuttur. Mesele eksikliklerde değil, eksiklikleri saptama ve giderme yönünde çaba vermektedir. Maalesef ki günümüzde bu yönde bir çabaya fazla rastlanmamakta aksine eksikliklerimiz gelişen çevremizle beraber artmaktadır. Yer yer Türkçülük kendisini geliştirmeyen, bir kariyer hedeflemeyen yitik gençlerimizin bir çıkış yolu yerine göre ise yaşamın getirilerine karşı bir duruş metodu olarak kullanılmaktadır. Oysa ki Türkçülük, çağa, devrana çatan, öfke üzerine kurulu arabesk bir ideoloji değildir. Böyle bir ideoloji olsaydı, bu kadar tarihe sahip olamaz, tarihin sayfalarındaki müstesna yerini çokta alırdı.
Peki Türkçülüğün günümüzdeki eksiklikleri nelerdir?  İktisadi, Felsefi ve Sanatsal alandaki eksikliklerimiz ilk bakışta gözümüze çarpmaktadır. Türkçüler, Türkçülüğün iktisadi görüşü olan ve Atatürk Türkiye’sinde yaşam bulan fakat yıllar sonra yerini kapitalist canavara kaptıran Solidarist (dayanışmacı) ekonomi modelini gereğince bilmemektedirler. Bu modeli halkımıza anlatmamız için ekonomist olmamız gerekmemekte fakat günümüzün örgütlü-örgütsüz gençleri bunu fark edememektedir. Oysa ki her geçen gün Türk yurdu küreselleşen kapitalizme yenik düşmekte, çalışan kesim asgari ücretle yaşama mahkûm edilmektedir. Türk toplumunu hangi kesimden, hangi görüşten
ya da hangi inançtan olursa olsun bu mahkûmiyet beklemektedir. Türkçüler bu sömürü karşısında nerededirler? Sömürü demişken söyleme gereği duyuyorum: İşgalcilik ve sömürgecilik hatta emperyalizm ile sömürgecilik aynı kavram değildir. İşgal geçicidir. Sömürgecilik ise kalıcı. Halkın toprağından, emeğine hatta kültürüne kadar her şeyini elinden almaktadır. Toprakları, halkı sömürenlerin elindedir. Doğu Türkistan, Çin sömürgeciliği altında proletarya bir halktır; tıpkı İran sömürüsündeki Güney Azerbaycan gibi. Çünkü gerçekten ezilen bir ulustur. Doğu Türkistanlılar ya da Güney Azerbaycanlılar; Fars ve Çin proletaryasından daha da gerçek proletaryadır. Bundan ötürü Uygur ya da Güney Azerbaycan Türkleri arasındaki milliyetçi hareketler gerçek sosyal ihtilâl hareketi karakterini taşımaktadır. Ekonomik yönden sömürü gerçekleşmeden, kültürel soykırım asla başlamamaktadır. Söz konusu hususu ilerleyen tarihlerde daha detaylı anlatmak üzere kapatıyorum.

Türkçüler felsefi bakımdan da noksanlık içerisindelerdir. Son zamanlarda tehlikeli bir şekilde Türkçü örgütlenmeler içerisinde varoşçuluk ve popülerizm dikkat çekmektedir. Oysa Türkçülük, Türk toplumuna yabancılaşmayan, Türklerin içerisinde yeşeren bir entellektüelizme haizdir. Bu felsefi eksikliği Türkçü örgütlenmelerinin yaş ortalamasına bağlamakla beraber zaman içerisinde Türk halk felsefesinin tekrar keşfedileceğine inanıyorum. Bu açıdan umutluyum. Öyle ki Türk halkı Asyalıdır, doğuludur. Doğu, temizliği, erdemliliği, doğruluğu ve vakuriyeti temsil eder. Zamanla Türk Halk Felsefesi tekrar keşfedilecek ve Arap-Batı kültür emperyalizminin kıskacından mutlak bir çıkış başlayacak. Böylece Türkçülerin önce yaşam şekillerinde değişmeler göze batacak. Gel gelelim anka kuşu efsanesini andıran bu yeniden doğuş mevcut kadrolarla asla olmayacak.

Bir diğer eksikliğimizde sanatsal alandadır. Atsız beyin tabiriyle “Sanat, sanat içindir; halkın içinde” tümcesiyle yola çıkabiliriz. Türkler, zaten sanatkâr bir topluluktur. Avrupa uluslarına nazaran da defalarca daha zanaatkârdır.  Fakat küreselleşen kapitalizmin insanlığa  metropolist dayatması bir çok sanatı ya da zanaat dalımızın ölmesine veya bitme noktasına gelmesine sebebiyet vermiştir; tıpkı Kapitalizme tek alternatif sandırılan Komünizm’in uygulamalarında olduğu gibi…  Omuzlarında muasır medeniyetler seviyesine çıkmak hatta daha da ilerlemek ve bunda da hudutsuz olmak gibi büyük bir vazife yüklenmiş olan Türkçüler, nasıl olurda sanata ilgisiz kalırlar anlamak güç. Yalnızca 1 sene ömür sürmüş olan Edil-Oral (İdil – Ural) Cumhuriyeti’nde bile tiyatrolar Avrupa seviyesine yaklaşmış hatta milliyetçi nitelikte opera oyunları bile bestelenmeye başlanmıştır. Üstelik Rus despotizmine ve bölge coğrafyasındaki belirsizliklere rağmen. Günümüz Türkçüleri, sanat dallarına yönelmeli ve sanat aracılığıyla da Türkçülük faaliyetini yürütmeli. Ayrıca milli sanat ve zanaat dallarımızda birini ya da bir kaçını yaşatmak veya yaşatılmasına vesile olmak bağlamında bir zuhurda bulunulması gerekmektedir.
Sanat birçok sosyal eksikliklerin tamamlanmasını sağlayacağı gibi sinerjik yapısından ötürü bizlere toplumsal seviyede kültürel gelişmelerin perdesini de aralayacaktır.

Son olarak da Türkçülerin bir diğer eksikliği olduğuna inandığım çevre bilincine değinmek istiyorum:
Türk yurdu , bizden önce ki nesilden bize , bizden de daha sonra ki nesillere kalacak kutsal bir emanettir. Yurdumuz, doğasıyla bütün, doğasıyla güzeldir. En son Trabzon’da çıkan, yangınla tutuştu ciğerlerimiz. Kuvveti muhtemelen yanan orman arazisi Arap sermayesine peşkeş çekilecek. Mevcut iktidar henüz ilk döneminde bakir koylarımızı imara açmış hatta yabancıların mülk ve arazi edinmelerine yönelik yasal izni Meclisten geçirmişti. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı olan Atilla KOÇ’un “babalar gibi satarım” sözü hâlâ kulaklarımızdadır. Sözkonusu doğa kıyımı, bir çok çevreci örgüt tarafından hatta yabancı doğa severler tarafınca şiddetle protesto edilse de milliyetçi çevreler konuya suskun kalmışlardı. Oysa bu konu 2005 gündeminde epey tartışılan bir konu olmuştu. Günümüzde ülkemizde HES’ler, Termik santraller yapılmakta, yol ve köprü yapımında binlerce ağaç kesilmektedir. Üstelik, Avrupa ülkelerinin artık yenilemediği Nükleer Santraller ülkemize kurulmaktadır. Günümüze kadar yalnız 3 Mayıs 2015 tarihinde Eskişehir’de, Eskişehirli Türkçüler tarafından düzenlenen 3 Mayıs Türkçüler Günü ve Nihâl ATSIZ’ı Anma Yürüyüşü’nde, Türkçüler, bir pankart ve slogan yoluyla “Türk Yurdunda Nükleer Santrale Hayır” demişlerdir.  “Tabiata saygı, aklın vicdanıdır” diyen Gazi Başbuğ Atatürk’ün askerleri olan Türkçüler, Türk yurdunda olan doğa kıyımına nasıl olur da ilgisiz kalabilirler? Anlamak güç… Yurt bizim yurdumuz, kesilen her ağaç bizim yok edilen oksijenimiz. Kür Şad gibi Türk büyüklerinin anısına, Türkler için kutsal sayılan Çam , Çınar, Sedir gibi ağaçlardan “Anıt Ormanlar” yaratmayı öneren Atsız bey değil miydi? Peki onbinlerce ağacımız katledilirken Atsız beyin takipçileri neredeler şimdi?  Türkler doğayla bütünleşik bir yaşam süren, ırmakları kirletmekten, sabanı kırmaktan sakınan ve en nihayetinde doğayı kutsayan bir ulustur. Doğaya zarar vermek pahasına enerji üretimi ya da köprü, yol inşaatı tabiatımıza aykırıdır. Yıllardır ülkemizde oynanan oyunsa tüm bunlardan daha da vahimdir. Cennet vatanımız, gözümüzden sakındığımız doğamız yabancı sermayeye peşkeş çekiliyor! Üstelik doğanın gerçek sahipleri sus pus, habersiz!

İçinde çevre bilincinin olmadığı, ekolist yaklaşımlardan ırak bir milliyetçilik anlayışı her zaman eksik kalacaktır.

Evet, Türkçülerin omuzlarına düşen tarihi sorumluluklar büyüktür. Türkçülerin yolu çetin ve uzundur. Bu uzun ve zorlu yol birlik ve beraberlikle aşılacağı aşikâr olsa da, nitelik yönünden kaygıya düşürecek bir birliktelik çokta fazla bir anlam teşkil etmeyecek; kısırlık devam edecektir. Velhasıl, Türkçüler meyve vermek istiyorlarsa İktisadi, Sanatsal, Felsefi ve Çevresel alanlarda söz sahibi olmaları gerekmektedir. Yalnızca Hocalı Katliamının yıldönümlerinde değil, İşçi mitinglerinde de olmalıyız! Üstelik Türk işçisiyle omuz omuza… Resim sergilerinde, heykel atölyelerinde milli simgelerle, kahramanlarımızın hayalleriyle karşılaşmalıyız. Yalnızca çevre eylemlerinde değil, alternatif enerji kaynakları konulu konferanslarda da olmalıyız. Aksi takdirde milli taassuptan beslenen, hamasi söylemlerden ibaret atıl bir kütle olarak kalmaya kendimizi mahkûm bırakırız.

Tanrı Türk’ü Korusun!

Yazan : Eren Şahin