Ana Sayfa 1998-2012 A.B. Konusunda Bazı Aykırı Düşünceler

A.B. Konusunda Bazı Aykırı Düşünceler

Evvelâ “aykırı” derken ne demek istiyorum, onu açıklığa kavuşturayım. “Kime aykırı” sorusuna, “yazımın okurlarına göre değişir” cevabı verilebilir. Eğer A.B. yanlısı veya Batıcı medyada yazıyorsam, “aykırı”, A.B’ye karşı fikirler ileri süreceğim demektir. Ama milliyetçi bir dergide aynı sözü kullanırsam iş değişir, burada ileri süreceğim fikirler, A.B’ye girmenin lehinde olabilir demektir-az veya çok.

- Reklam -

Bu konudaki fikirlerimi ilk defa 1989’da yayınlanan “21. y.y.da Dünya ve Türkiye” kitabımda ileri sürmüştüm (sah.127-149). Aslında o yazımda kesin bir tavır takınmamıştım, çünkü A.B. (o zamanın tabiriyle A.T.) konusunu, Gelecekbilim (Fütüroloji) tekniğine bir örnek olarak işlemiştim. Onun için de çeşitli “olabilirlikler”i (ihtimalleri) ele almıştım: bir ihtimal, 2000 yılı girdiğinde Türkiye hâlâ A.B.’ye alınmamıştır (ki gerçekte de öyle oldu) A.B.’ye girmemişsek, “Ak Senaryo” ya göre Türkiye’nin durumu nasıl iyi olur, onlar işlenmişti.

O senaryoda her şey “daha iyi” oluyordu. Bir de “Kara Senaryo” vardır gelecekbilimde: Buna göre, A.B.ye giremeyiş yüzünden olabilir kayıp ve zararlar sayılıyordu.

Kitapta, A.B. konusunun bir başka ihtimalini de ele almıştım: Avrupa Topluluğu’na alınırsak ne olur? Gene iki senaryo: “Ak Senaryoda” birçok faydamız sıralanıyordu. “Kara Senaryoda” ise, girmekle başımıza gelecek dertler ve tehlikeler belirtiliyordu.

“İşte bütün bu ihtimalleri yetkililerimiz teraziye koyup politika arını öyle yürütmeliler” diyerek Fütüroloji örneğini bitiyordum.

Bugünlere geldiğimizde…

Aradan 11 yıl geçti.

- Reklam -

Hâlâ A.B.nin kapısındayız.

Onlar “sizi istemezük” deyip duruyor, ama gene de bir ümit ışığını açık bırakıp heveskârlığımızı sömürüyor, kendi çıkarları için çeşitli konularda baskı yapıp tâviz koparmaya çalışıyorlar.

Bizde ise, 1989 tarihli senaryolarımda olduğu gibi, “Ak” (yani “Olumlu”, “girelim!”) diye ses çıkaranlarla, “Kara” (“istemezük!”) diyenler arasında bir tartışmadır sürüyor. Anketlere göre, halkımızın büyük bir kısmı, konuyu tam bilmeden ve tartmadan, A.B.ye girmemize taraftar! Kızgınlıkları (aydınlarımızın da, koalisyonun da) bizi almayışlarına karşı.

Milliyetçi kesimin bir bölümü A.B.ye karşı. Benim “Kara Senaryo” da belirttiğim millî kimlik erozyonu ve millî egemenliğin kaybı açısından muhalifler (Koalisyon ortağı milliyetçi MHP daha olumlu yaklaşıyor konuya).

Benim A.B.’ye katılmamızda sakınca görmeyen dinleyicilerle ve TV panellerde tutumum “olumsuz” yönde olmuştur. Orkun’da da o görüşü savundum. Tehlikeler ve zararlar üzerinde belki fazlasıyla durdum. Sonra farkettim ki, konunun -bizim için faydalı yanları milliyetçi kesimde çok gözardı edilmiştir. Kesin red yerine, şartlar ve tedbirlerle işe yanaşmak herhalde daha gerçekçi olur. İşte “aykırı” dediğim şey bu- aykırılık sayılabilirse.

- Reklam -

Bizi almaktan korkuyorlar…

A.B. devlet yetkililerinin bütün umutlandırıcı lâflarına rağmen, aslında bizi aralarında istemedikleri bir gerçek. Gizli de değil, ara sıra ağızlarından kaçırıyorlar. Hem de Giscard d’Estaing ve Shröder gibi eski başkan ve başbakanlarının ağzından (Turgay Tüfekçioğlu’nun bir televizyon yayınında tek tek sayıp döktükleri de).

Başta Hristiyan olmadığımız ve hele Türk olduğumuz için. Buna maddî çıkarcı sebepler de ekleniyor: “Türkiye’nin nüfusu yakında 100 milyon olacak; nüfus artışları bütün Avrupa devletlerinkinden çok; yalnız göçmen işçi-serbest dolaşımı ve Avrupa’da artıracağı işsizlik değil, A.B. parlâmentosunda ve kuruluşlarında herbirimizden çok oy sahibi olacaklar! Üstelik çok girişimci insanlar…vb.” kanıtlarla herkesi ürkütüyor, direnişi artıyorlar.

Söyledikleri yalan mı?

Değil, gerçekten de A.B.’ye girişimiz onlar için bir tehlike. Çıkarlar, avantajlar açısından. Bunlar doğruysa, neden girmek istemeyelim? Olumsuz dediğimiz şartları ve kuralları bile o korktukları ağırlığımızla ilerde acaba iptal edebilir ve lehimize çeviremez miyiz? Malî imkânları, yardımları Türkiye’ye akıtabiliriz. Millî kimliğimizi ve kültürümüzü zedeleyecek kararları bozarız.

Hatırlayalım: İngiltere’de Tatcher’in başbakanlığı sırasında millî egemenlik sözkonusu olunca ne demişti? “Luxemburg’da (veya Brüksel’de) toplanan 10-15 sersemin alacağı kararlarla Büyük Britanya’nın yasalarını çiğnetecek değilim” demişti! Ses çıkaramamıştı A.B. / A.T. Sosyal Demokrat Tony Blair de, her zaman şovenist Fransızlar da hiç de millî farklılıklarını çiğnetmiyorlar. Hele Globalleşmeye tepkilerin şiddetlendiği şu 2000’li yıllarda!

Ama diyeceksiniz ki onlarda çok fazla kafa tutma da görülmüyor. Çok kere buna sebep olmadığı için. Sebep olmuyor, çünkü Batı’da inkâr edilemeyecek kadar müşterek değerler ve tutumlar var. Bunlar yasalaştırılınca bir zıtlık gözükmüyor. Biz de son yıllardaki gelişmemizle insan hakları, demokratikleşme gibi konularda, kendi kendimize, epey mesafe aldık. Alırız da.

Önemli olan da bu: Batı veya A.B. veya ABD istiyor, bastırıyor diye değil, kendi menfaatımız ve gelişmemiz icabı doğru yolda ilerlemeliyiz.

Ekonomimizi de, eğitimimizi de, gene kendimiz güçlendirmeliyiz. Ve A.B.’ye güçlü olarak, kendimize güvenerek girmeli, Türkiye’nin farklı şartlarına göre aldığımız kararları (meselâ Kürtçülük meselesi, MGK, APO’nun idamı meselesi gibi) taviz vermeden, ağırlığımızı da koyarak sürdürmeliyiz. Girildikten sonra başımızdakilerin teslimiyetçi, ürkek, gücümüzden habersiz ve bunu kullanmasını bilmeyenler olmaması şartıyla!

Bizi gene de almazlarsa?

Çaresiz değiliz ki. Türk Dünyası Ortaklığı, Karadeniz Birliği, İslâm Beraberliği gibi imkânlar geliştirilebilir. Ama bence çok iyi plânlı, güçlü, dinamik bir siyasetle A.B.’nin kapalı kapıları bile çatır çatır açılabilir.

Böyle akıllı, uzak görüşlü siyasetçilerimiz var mı?

Vardır inşallah.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -