- Reklam -
Ana Sayfa 1998-2012 Millîleşmek mi, Millîleşmemek mi?

Millîleşmek mi, Millîleşmemek mi?

0

MİLLÎLEŞMENİN neresindeyiz? sorusunu asılda “millîleşmemenin-milliyetçilikten uzaklaşmanın neresindeyiz?” diye sormak gerek. “Milliyetçilik”-etnik köklerimizi araştırıp ve yüksek millî vasıflarımızı “yeniden arayıp bulmak”, onlara dönmek, kavram ve çabaları, aslında Osmanlı’nın ümmetçi-sonra da Osmanlıcılık zihniyeti ve akımları hüsrana uğradıktan sonra, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başında ivme kazanmış, Millî Mücadele ve sonra da Mustafa Kemal’in “Ne mutlu Türk’üm diyene”, çağdaş milliyetçilik kavramıyla son şeklini bulmuştu.

ÖZ İDEOLOJİMİZ

Burada, “milliyetçiliğin” bize, Fransız devriminden sonra Avrupa’dan transfer edildiği iddiasını da reddetmemiz gerekir. Avrupa’daki milliyetçilik akımları aydınlarımızı herhalde etkilemiştir, ama Türk milliyetçiliği, sembolleri, öyküleri hattâ efsaneleriyle, bizim öz ideolojimizdir.

Ben burada Türk milliyetçiliğinin içeriğini tahlil edecek değilim. Savunmasını yapmaya da gerek görmüyorum. Ancak bir vakıayı-bir olguyu tespit etmek isterim; Osmanlı’nın özellikle son döneminde, zamanın aydınl arınca, “Türk” nasıl âdeta bir ayıp kelime, “Türk’üm” demek ayıp ve birine “Türk” demek ona âdeta küfür etmek sayılıyorsa, bugün de, entel liberallerimiz, milliyetçiliği âdeta ilkellik ve çağdaş olmamakla aynı anlama getirdiler, getiriyorlar. Onlara göre, çağdaşlaşmanın ve Avrupa’nın “nurlu yolunun” önündeki başlıca engeller “millî devlet” ve Türk milliyetçiliği!

BÜYÜK OYUN

Çok değil, beş, on yıl önce böyle düşünenler var idi iseler, bile inlerinden çıkamaz ve düşüncelerini üstü kapalı ifade etmeye çalışırlardı. Bugün ise nereden cesaret alıyorlarsa, artık milliyetçiliğe pervasızca, küstahça, zaman zaman da, terbiyesizce karşı çıkıyorlar. Âdeta “bu belâdan kurtulmamız gerek” diyorlar. Başlıca dayanakları kahrolası ve sonu gelmeyecek AB süreci. Ve de “globalizm”!.. Büyük Avrupa devletleri, hep kendi milliyetçi azı dişlerini gösterirlerken, bizi millî ve milliyetçi reflekslerimizden arındırmak ve kolay yutulacak lokmalar hâline getirmek, belki de bir paradoks, ama maksatlı bir oyun! TC “millî” devletinin, temellerinin altına uyum yasalarıyla, Kürtçe-ve diğer yerel dillerde meselâ Çerkezce-eğitim-yayın olanakları, bu oyunun mevcut iktidar tarafından, AB hayâli uğruna göz ardı ettiği hamleleri ve de Kıbrıs’ta taviz verilmesi de aynı oyunun parçaları!

Bazı yazarlar şimdiye kadar kutsal bildiğimiz ögeleri “milliyetçiliğin şemsiyesi rituel ve inançlar” diye, açıkça kötüleyebiliyorlar. Ve en acısı bugün iktidarda, ümmetçiliğe gönül vermiş ve bir türlü “Türk’üm” diyemeyen ve bunun için de yapay bir “Türkiyelilik” kavramı uydurmaya çalışanlar var!

MİLLÎ DİRENİŞ

Geç de olsa, bunlara karşın sağın ve solun birleştiği bir milliyetçi direniş başlamıştır. Adına isterseniz “Kuvay-ı Milliye-isterseniz Kızıl Elma Koalisyonu” deyin, bunlar olumlu olgular… Vatanseverler ve milliyetçiler hayâsızlığa, milliyetçilik düşmanlarına karşı birleşirlerse, eğer aralarında hâlâ anlaşmazlıklar kalmışsa, bunları aynı plâtformda hâlledebilirler. Çünkü vatan ve millet sevgisi en büyük bağ, en sağlam plâtformdur.

Birkaç gün önce, İstanbul’da bir kahvede otururken, orta yaşlı bir zat kalktı bana geldi ve boynuma sarıldı: “Altemur Bey, ben hızlı solcuyum. Yetmişli yıllarda sizden ve düşüncelerinizden nefret eder ve rastlasam boğazınıza sarılmak isterdim. Şimdi müsaade edin sizi kucaklayayım. Ben hâlâ solcuyum ama artık vatan ve millet sevgisinde, Cumhuriyeti savunmakta beraberiz” dedi.

ORDU VE PARTİLER

Milliyetçi siyasî partilerin de bu konuda, yani millî devleti ve milliyetçiliği savunmak hususunda verecekleri mücadele çok önemli. Özellikle, Atatürk’ün kurduğu ve altı okundan ve umdesinden en önemlisi “milliyetçilik” olan Cumhuriyet Halk Partisi’ne, şu sırada görev düşüyor. ancak, maalesef son zamanlara gelene kadar bu partinin içindeki aşırı solculuk akımı, “milliyetçilik okunu” bir hayli törpülemişti. Şimdi zaman ve şartlar o “ok”a Mustafa Kemal’in verdiği anlam ve önemi yenilemek zamanıdır.

Nihayet biz milliyetçilerin en büyük dayanağı da, hiç şüphesiz Türk Silâhlı Kuvvetleri’dir. Eğer TSK olmasaydı ve başkalarının istedikleri gibi kışlalarına çekilseydi, işimiz çok daha güç olurdu.

MİLLİYETÇİLİK ve MİLLÎ DEVLET asla terk edemeyeceğimiz kaleler!

 

Exit mobile version