Ana Sayfa 1998-2012 Yeni Türk Medeniyeti (II)

Yeni Türk Medeniyeti (II)

Ülkü, tarihin derinliklerinden gelen, toplumun ortak şuur altındaki özlemlere ve ulaşılmak istenen hedeflere veya kaybedilen kuvvetli geçmişe dayanır. Onlara inançların biçtiği elbiseleri giydirir ve toplumun ulaşmak istediği hedef olarak hayallerini süsler. Gelecekle ilgili tercihlerin en önemli tespit edicisidir. Ülkü, medeniyetin ateşi ve güç kaynağıdır.

- Reklam -

BİZ DAHA ÖNCE DE MEDENİYET KURDUK

Yine kurabilir miyiz?

17 devlet kurduk. Demek ki tekrar tekrar kurma yeteneğimiz var. Buna 17 devleti yıktık diye de bakabiliriz. Fakat bizim konumuz medeniyet kurmak olduğu için meseleye kurma kabiliyetimizin ispatı açısından bakmalıyız. Çünkü yıktıktan sonra yeniden kurmak çok zordur. Birçok medeniyet ve devlet yıkıldıktan sonra o bölgede uzun süren sessizlikler olmuştur. Biz, kurucu bir milletiz.

Kurma özelliği, millet içinde de belirli gruplarda ve bölgelerde belirginleşmiştir. Türklerde kurucu özellik “Açina veya hakanlı” sülâlesindedir. Hakanlı sülâlesi, kuruculuğun felsefesine sahiptir ve bu felsefe diğer Türk grupları tarafından kabul edilmiştir. Bu kurucu grubun önemi tarih boyunca çok test edilmiştir. Başka sülâlenin kurduğu devletler diğer Türk devletleri ya da grupları tarafından tabi olunacak devlet olarak kabul edilmemiş, tabiiyet gerektiğinde daha uzakta ama Açina sülâlesinden hükümdarı olan devlet seçilmiştir. Bunlar kurucu sülâleye ve gruba istemli tabiiyet yönelmesini göstermektedir. Etkili grubun çıkarılması ile olayın ortaya çıkmaması yönteminin de örnekleri vardır. Açina sülâlesinin batıya göçmesi ile birlikte Orta Asya, devlet kurabilme özelliğini büyük ölçüde kaybetmiş, karşılaştığı ilk organize işgal edici güç karşısında, görünen ve yavaş yavaş gelen tehlikeye rağmen birleşememiş ve esir olmuştur.

Görüldüğü gibi kurabilir insan grubu ile kurmaya iten ana inanç arasında çok yakın bir bağ vardır. Türk gruplarındaki kurucu grubun üçüncü özelliği, kurma yetkisini aldığını diğer Türk topluluklarının kabul etmesidir. Kabul etmenin ritüelleri bile tespit edilmiştir. Kurultay, yiğit olma ve yeterli olma, arkasından gidilebilirliğini ipsat etme gibi birçok unsur ile süslenmiştir. Bu kademeleri geçtikten sonra başarı için oldukça uzun bir süre verilmektedir. Başarısızlığın, KUT’un alındığı şeklinde yorumlanması, başarısız liderin ve dolayısı ile bazen sülâle alt grubunun ve odağın değişmesi işlemini başlatmaktadır.

Kurucu gruba katılan grupların da birtakım özellikleri vardır. Kendine yeten küçük grup olmaktansa, Tanrı adına yeryüzünü idare etme yetkisi aldığına inanılan idareci grubun arkasından gitmek ve yeryüzünü idare etme yetkisi alan lider boyla birlikte yeryüzünü idare etme işlemine katılma eğilimidir. Bu eğilim ve onun toplumsal kaynakları, hem Türkiye içinde alt grupların katılımını sağlamak ve hem de Türk coğrafyasındaki toplulukların birlik ve medeniyet hareketine katılmalarını sağlamak açısından dikkatle incelenmeli ve değerlendirilmelidir.

- Reklam -

Kurma yeteneği, Selçuklu ve Osmanlılarla birlikte Anadolu’ya geçmiş, Timurlulardan sonra Orta Asya’da örneği görülmemiştir. Anadolu ise Osmanlı’nın yıkılmasından sonra Orta Asya’nın işgal öncesi durumu ile kıyaslanamayacak şartlarda iken, yıkılan Osmanlı zemininde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Rus, Çin ve Fars işgalindeki Türk grupları, bu işgal yılları boyunca kendine TC’yi özünün saklandığı, sıkıştığında sığınacağı ve varlığını bilen bir kardeş bilmiştir. TC, esas olarak Oğuz boylarından kaynak almakla birlikte bütün Türk gruplarının yükselen ve her Türk boyunun kendisinden bir parça bulabileceği bir devlettir. Dönemin yükselen medeniyeti ile yeteri kadar temas etmiş, onun işgaline karşı koyabilmiş ve kendine güveni yeniden kazanmıştır. Yeniden fikir üretme ve harekete geçme özelliği kazanmıştır.

Daha önce de kurduk

Milletleri gelişmeye iten en önemli etkenlerden birisi kuvvetli geçmişe duyulan özlemdir. Bizim hem Türk milleti olarak, hem de Anadolu Türkleri olarak kuvvetli bir geçmişimiz var. Bu geçmiş, henüz tazeliğini koruyor ve TC de farkında olsun veya olmasın bu yakın geçmişin eğitilmiş insan, kurumlar, kavramlar ve idare gelenekleri gibi birikimlerinden faydalanmaktadır. Daha önce birçok devlet ve bu devletlerin üzerinden medeniyet kurmuş olmanın rahatlığını ve öz güvenini arkamızda hissediyoruz.

Dünyadaki kültür, teknoloji ve inanç şartları değişse de kurabiliriz

Biz daha önce defalarca devlet kurduk, değişen dünya şartlarında değişik dinler ve kültürler içinden geçtik ve kendimize has kültür ve medeniyetler geliştirdik. Hun ve Göktürk döneminde Gök Tanrı dininde iken geniş bir imparatorluk ve onun hayat tarzını kurduk. Budist ve Musevî örnekler de var. Sadece Hıristiyan örnek olan Bulgar ve Macar örneklerinde kısa sürede misyonerliğe dayanamayıp erime söz konusudur ve yumuşak karnımız gibi dikkat etmemiz gereken bir zayıf noktamızı meydana getirmektedir. Fakat bugün Türk nüfusun İslâm dışında kalan kısmı istisna hâlinde olduğundan önemli de ğildir. İslâm dinine girdikten sonra yerleşik düzene geçilmesinin de etkisiyle diğer milletlerinkine benzer bir tarzda ve güçlü bir medeniyet geliştirdik. Bu medeniyette bir yaşayış tarzı ve binaların dışında medeniyet, özel sanat müziği üretmeye kadar yükselmiştir.

- Reklam -

Türk milleti yeni bir medeniyet için orijinal davranış zeminine sahiptir

Bizim, medeniyet tarifini yaparken kendi tarihimizi daha iyi kucaklayacak bir tarif yapmamız gerekir. İtalya’da kurulan medeniyetlerin bugüne yansıyan yüzlerinde büyük taş binaları görürüz. Bunlar elbette bir sanat eseridir ve insanların asırlar boyunca emeklerinin birikimidir. Fakat İtalya yanardağlı bir kara parçasıdır ve taş bol, düzlük azdır. İnsanlar bu coğrafya parçasının imkânlarını kullanabildiği ve diğer kara parçalarında yaşayan insanları da kucaklayan bir yaşayış ve yönetim biçimi bulabildikleri ve kurabildikleri için bir medeniyet ortaya koymuşlardır. Taş binalar ve mabetler bu biçimin birer parçası olduğu için önemlidir. Türk medeniyetlerini değerlendirirken kendi farklılığımızı dikkate almalı ve kendimize haksızlık etmemeliyiz. Bizim tarifimizde medeniyet, kendi coğrafyasında ve toplum kuruluşunda bir yaşayış ve idare tarzı geliştirmek ve bununla aynı ya da başka coğrafyadaki insanları da kucaklamak olmalıdır. Vergi almak, hukuk, sanat, müzik, idare, hizmet ve dinî binalar bu medeniyetin yaşadığı ortamlardır ve bunu sağlamak için vardır.

Bir diğer farklılık, bizim, göçer halk üzerine devlet kurmamızdır. Göçer halka dayanan bir devlet kuran ve kurduğu yaşayış ve idare tarzı ile geniş coğrafyadaki değişik millet ve alt grupları kucaklayabilen başka bir örnek yoktur. Demek ki Türkler, yerleşik hayata geçmeden ve taş binalar yapmadan medeniyet kurmuşlar ve zoru başarmışlardır. Göçer halka dayalı devletlerden türeyen medeniyetin bina ağırlıklı olmaması normaldir ama medeniyet olmadığını göstermez. Bilindiği gibi, Selçuklu-Osmanlı döneminde yerleşik medeniyet örneği vermişiz. Dev ibadethaneler ve kervansaraylar yapılmıştır. Ancak Osmanlı’nın zemininde bu göçer kültürden gelmenin etkisiyle gösteriş amaçlı bina yapmama alışkanlığı vardır ve aslında o medeniyet bizim bugün geride kalanlara bakarak algıladığımızdan daha büyüktür. Bizim düzenimizin uzun yıllar Avrupa tarafından kopyalanamaması ve Roma medeniyetinden sonra aynı topraklar üzerinde batı medeniyetinin çok uzun sessizlik dönemini takiben gelişebilmesi bu zemin farklılığından kaynaklanmaktadır.

Yeni

Türk medeniyetinin

felsefesi ve inancı

Medeniyetin insana, var olan olaylara ve geleceğe bakışını, medeniyetin felsefesi, ülküsü ve bilim belirler. Bu üç belirleyicinin kendi çalışma alanları içinde iş birliği ve paylaşma dengesini koruyarak yerlerini almaları gerekir. Tercih etme yetkisi, felsefe ve ülküdedir. Bilim ve bilimden türeyen uygulamalar ise tercih edilecek konuları, tercih uygulandığında elde edilmesi beklenen sonuçları ve tercih edilen hedefe ulaşmak için gerekli araç ve yöntemleri belirler. Bu sebeple, bilim hem tercihten önce yani, tercih için konunun hazırlandığı safhada hem de tercih yapıldıktan sonra yani, onun hayata geçirilmesi safhasında görev üstlenecektir. Buna karşılık bilimin tercih yapma gibi bir özelliği yoktur ve bu işi ülkü ve felsefe yapacaktır. Felsefede bilimin alanında olması gereken muğlak konularda kabuller olabilir, fakat bilim bu konularda kesin tespitlerde bulundukça felsefe bu konudaki kabullerinden vazgeçecektir.

Medeniyetin felsefesi kaynağını din, töre, tarihin derinliklerinden bugünlere uzanan kültür birikimleri, insanlığın evrensel değerleri gibi toplumun inanç ve alışkanlıklarından alır. Bu malzemelerden, medeniyeti kuranları ve ona katılacakları saracak düşünce ve davranış kalıpları geliştirir. Felsefe, bir yönü ile içgüdülere ve biyolojik ihtiyaçlara, bir cephesi ile arkaik (ilkel) şuur altına ve kollektif (toplumsal) şuur altına, bir yüzü ile de kültürel değerlere seslenmeli ve onların ihtiyaçlarına cevap vermelidir.

Ülkü, tarihin derinliklerinden gelen, toplumun ortak şuur altındaki özlemlere ve ulaşılmak istenen hedeflere veya kaybedilen kuvvetli geçmişe dayanır. Onlara inançların biçtiği elbiseleri giydirir ve toplumun ulaşmak istediği hedef olarak hayallerini süsler. Gelecekle ilgili tercihlerin en önemli tespit edicisidir. Ülkü, medeniyetin ateşi ve güç kaynağıdır. Ülkü, geleceğe yönelik tercihleri belirlerken, felsefe yaşayan insanlar ve düzenlemeler hakkındaki tercihler belirler.

Bilim ve uygulama araçları tercihin ne olacağını değil, tercihe ulaşmanın yollarını veya tercihin sonuçlarını gösterdiğinden ülkü ve felsefenin yerini alamaz. Buna karşılık ülkü ve felsefe de, tercihe ulaşma yolları veya tercihin sonuçları konusunda bilgi veremez. Bu sebeple, tercih edilecek konular, önce ihtimaller, sonuçlar ve ulaşma yöntemleri açısından bilim ve onun uygulama araçları tarafından hazırlanmalı; sonra tercihi medeniyetin felsefesi ve ülküsü yapmalıdır. Gelişmiş ülkelerin yöneticinin karizmasına az bağımlı olanları, yöneticinin önüne bilim ve uygulama tecrübelerince, sebep yöntem ve sonuç açısından incelenmiş tercih konularının konmasından ve yöneticinin tercih dışında risk almamasından kaynaklanmaktadır. Gelişmekte olan toplumlarda ise tercihler bilim ve tecrübenin fırınında pişmeden yöneticinin önüne gelir ve yönetici hem tercihin hem de tercihin sonuçları açısından tahmin yürütmenin risklerini alır.

Medeniyetin felsefesi yoksa günlük olaylar ve insan ilişkileri konusunda ortak tercihler yapılamaz. Felsefesi bir süre sonra önemini kaybederse medeniyeti kuran insan topluluklarının bütünlüğü kaybolur. Ülküsü yoksa medeniyetin itici gücü de yoktur. Ülküsünün ateşi azalırsa, ülküyü taşıyıcı grupların gayreti azalır ve yaşama güçü zayıflar. Medeniyetimizin felsefesi insanlarımızı ve bize katılacak insan gruplarını kucaklamalıdır. Esas olarak Anadolu’dan Moğalistan’a kadar olan coğrafyanın insanlarını birlikte geçinmeye ve yaşamaya can attırmalı, aynı zamanda Afgan, Pakistanlı, Arap, Endonezyalı gibi Müslüman unsurları da iş birliğine cezbetmelidir. Böyle bir zemine hem İslâm öncesi geçmişte hem de İslâm döneminde sahibiz. İslâmı yorumlayış ve yaşayışımıza damgasını vuran Horasan-İstanbul hattının hoşgörülü ve gönüllü katılımı esas alan felsefî yaklaşımı ve geçmişteki başarılı uygulaması, bu coğrafyayı kucaklayabilmemize uygun bir zemin sunmaktadır.

Allah, insanları, idare etmemiz, açı doyurmamız, güçsüzü korumamız için bize emanet etmiştir. İnsanı kendi iç huzurumuz için, Allah’ın emaneti olduğu için seviyoruz. Nitekim II. Mahmut, “Ben halkımın Musevî’sini havrada, İsevî’sini Kilisede, Müslüman’ını camide görmek isterim. Onların ırzları, malları ve namusları benden sorulur. Onların hepsini evlâtlarım gibi severim” demektedir. Onun bu hoşgörüsüne katılırız, ama orada kalmak istemeyiz. Medeniyeti kurmak için bize katılan bütün milletler bize kendilerini emanet etmişlerdir. Bu emanetlere hizmeti yerine getirebilmek için üretmeli, keşfetmeli ve organizasyonlar kurmalıyız. İnsanların kendi ifadesine güveneceğiz, öyleyse yalan ifadeyi affetmeyeceğiz. Âleme nizam verebilmek için önce kendi nefsimizi terbiye edeceğiz. İnsanlara yardım etmeyi bir insanlık vazifesi olarak göreceğiz, sadece merhamete dayandırmayacağız. Yardımın vakıf ve sivil toplum örgütleri şeklinde organizasyonuna önem vereceğiz.

Yeni bir medeniyetin

kurulabilmesi

hayal midir?

Amerika Birleşik Devletleri kurulduğunda bir medeniyete öncülük yapması hayaldi: Çünkü, güçlü bir imparatorluğun kolonisiydi. Kendi kaderini elinde tutamayanların medeniyet değil bir devlet ve kültür bile kurmaları mümkün değildi. Geçmişi yoktu ve geçmişinde yaptığı işi tekrar yapacak insanların rahatlığı yoktu. Bir medeniyete öncülük etmek gibi bir hedefi yoktu; yayılmak istediği bir alan yoktu. Fakat bütün bu olumsuz şartlara rağmen ABD BATI MEDENİYETİNİN YENİ ŞEKLİNİ KURDU. Çünkü o, kazanmak, zengin olmak, kendi patronu olmak isteyen insanların bol olduğu bir insan zeminine sahipti. Teşebbüs gücü olan insanlar, bağımsızlığın fikrî kaynağını insan hakları olarak belirlediler ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkına kavuşmak üzere bağımsızlıklarını ilân ettiler. Bağımsızlığını ilân eden eyaletlerin ortak sözleşmesinde, teşebbüs eden insanların teşebbüs etme hürriyeti vardı. Coğrafya genişti ve yeterli kaynakları vardı. Nüfus çapı başlangıç için yeterli idi, yeni bir hayat kurmaya gelmiş ve orada erimeye gönüllü hırslı insanlarla giderek arttı ve yeterli çapa ulaştı. Zekâ, eğitilmiş kabiliyet ve hırs açısından normalin üstünde olan insanlar kendilerine kapanmayan kapılardan girmeye devam ettiler. Sonuçta ABD, medeniyetin alt yapısını tamamladı ve bugünkü medeniyetin motoru, şekillendiricisi hâline geldi.

Bugün Türk dünyası, Amerika’nın başladığı noktadan fazla birikimlere sahiptir. Teşebbüs sahibi bir halkı, ülküsü olan bir aydın kesimi, medeniyet için gerekli kurumları kurmaya alt yapısı hazır bir devleti vardır. Önüne medeniyetin dokusunu kurmaya hazır bir coğrafya ve nüfus açılmıştır. Bu coğrafyanın lideri belli ve kabul edilmiştir. Bizlere düşen, tebliğ edilen medeniyeti kurma görevini kabul etmektir.

Peki ya Turan’ı ne

yapacağız?:

DİĞER GRUPLARIN TURAN GERÇEKLEŞMESİNE KATILMASININ SAĞLANMASI

Turan, artık bir ülkü değildir, ufukta görünen gerçek hâline dönüşmüştür. Fakat bizim bunu vurgulamamız insanları ürkütebilir veya düşmanları birleştirebilir. Bizim dışımızdakiler, onun gerçekleşmesine giden yolda katkıda bulunuyor. Sağda veya solda bulunan grupların insanî ve içgüdüsel sebeplerle bu amaca bilerek ya da bilmeyerek hizmetlerini sağlamalı, enerjilerini bu yola kanalize etmeliyiz. Genel anlamda gözleme, yöneltme ve eksikleri giderme dışında esas olarak dilde, fikirde ve işte birlik bu grupların faaliyetleri üzerinden sağlanmalıdır. Bizler medeniyetin kurumlarının kurulması, eğitilmiş omurga insanlarının yetiştirilmesi ve bu işle uğraşan grupların faaliyetleri arasındaki uyumsuzlukları gidermek ile esas olarak uğraşmalıyız.

İnsanların kendi kanından olan insanlara sevgi beslemesi, biyolojik temeli olan bir davranıştır. Geçmişinde Komünist fikre ve inanca sahip olup ve o inanç için eylem yapmış kişilerin bile Türk cumhuriyetlerinde kongre vs gibi herhangi bir sebeple bulunduğunda oradaki Türk asıllılara sevgi ve merhamet gösterdiğini, o toprakları ata vatanı olarak nitelediğini görüyoruz. Bunu samimiyetsizlik veya devire göre yön değiştirmek olarak değerlendirmemeliyiz. Bu, içgüdülerinin ve arkaik şuur altının (bilinç altının en derin kısmı) harekete geçmesinin bir sonucudur ve bizlerin üzerinde dikkatle durması gereken bir hareket noktasının ip uçlarını vermektedir. Sağda denilen bazı gruplara katılmış bazı kişiler de geçmişte “Sovyet ve Çin sınırları içinde kalmış Türklerin artık Komünist olduğu, Müslümanlığını unuttuğu gibi Türk olduğunu da unuttuğunu” söylüyorlardı. Fakat zaman ilerledi ve demirperdenin yıkıntıları arasından bağımsız Türk devletleri çıktı. Onlardan hâlen Türk olmaktan (gizli veya açık) utananların veya Türküm demeyi İslâm açısından sakıncalı sayanların bile kendi soyundan olan insanlara ilgi göstermeleri kaçınılmaz bir davranış olacaktır. Bu ilgi için bir takım kılıflar bulmalarına da göz yummalıyız. Çünkü bizim istediğimiz dünyanın neresinde Türk varsa, onun Türk toplulukları ile ilgilenmesi ve sıkıntılarını gidermesine yardım etmesidir. Gelecek nesil, kendiliğinden birlikte çalışacak ve kendilerine ortak bir dünya kuracaktır.

Yapılması gereken, bütün grupların genç nesillerini Türk grupları ile iş, yardım, eğitim gibi kişiyi insan dairesinde bir üye olarak ilgilendiren sebeplerle bir araya getirmek ve beraber çalışma ortamını oluşturmaktan ibarettir. Yaşlı nesili bu konuda zorlamamak, tehlikeli işler oluyor hissine sürüklememek gerekir. Yaşlı nesil ahrete intikal edinceye kadar genç nesillerin bir arada çalışma alışkanlığının kazanmasını sağlamak gerekir. Burada Turan’a yardım eden grupları sağ gruplarla sınırlı düşünmemek gerekir. Bütün fikir gruplarına burada görev düşmektedir ve ihtiyaç vardır.

Gözlemek, rehberlik yapmak, emretmeden ve rahatsız etmeden yönlendirmek ana vazifemiz olmalıdır.

SONUÇ

Turan, uygulama alanına girmiştir. Gerçekleşme işlemine gözetleme, kalıtımları yönlendirme, plânlama gibi genel yardımlar yapmamız yeterlidir. Kendisi olmaktan utanmamayı, ezilmemeyi becermiş, devletler kuran ruhu taşıyan ve yeni fikir üretebilir bir fikir hareketi olarak gerçekleştirmemiz gereken yeni bir ülküye yönelmemiz, yani “Yeni Türk medeniyetini kurmak ülküsünü” örmeye başlamamız gerekiyor. Yeni ülkünün yararları şunlardır: Toplumun bir adım önünde olacağız. Ülkümüz makul bir maddî hedef giyecektir. Fikir üretimimiz, bir verimli arz ortamı bulacaktır. Türk dünyası daha üst bir arayışta bencil çatışmaları aşağıya çekecektir.

Bu, milletimizin gerçekleştirme gücü gösterebileceği bir ülküdür; yani, BİZ YENİ TÜRK MEDENİYETİNİN KURABİLİRİZ: Teşebbüs edici bir fikir grubu olarak biz varız. Teşebbüsümüze yardım edebilecek gruplar ve insanlar var ve sayıları yeterlidir. Türk dünyasının nüfusu, medeniyet inşası için yeterlidir. TC’de medeniyet kurucu ve taşıyıcı millet özelliğine sahip bir halk yaşıyor. Coğrafya oldukça yeterli. Doğal kaynaklar yeterli ama dağınık. Medeniyet kurumlarını kurmak gerekli. Kurulacak kurumlar için yeteri kadar yetişmiş insana sahibiz, bu insanların şu anki fikirleri önemli değil.

Medeniyetin felsefesi, insanlarımızı ve bize katılacak insan gruplarını kucaklamalıdır. Böyle bir zemine hem İslâm öncesi geçmişte hem de İslâm döneminde sahibiz. Allah, insanları idare etmemiz, açı doyurmamız, güçsüzü korumamız için bize emanet etmiştir. İnsanı kendi iç huzurumuz için, Allah’ın emaneti olduğu için seviyoruz. Medeniyeti kurmak için bize katılan bütün milletler bize kendilerini emanet etmişlerdir. Bu emanetlere hizmeti yerine getirebilmek için üretmeli, keşfetmeli ve organizasyonlar kurmalıyız.

Öyleyse, şimdi medeniyetimizi kurmaya başlayalım; Daha önce medeniyet, kültür, devlet ve diğer insan organizasyonlarını bol bol kurduk, yine kuralım. Fikrî hedefimizi Yeni Türk Medeniyetini kurmaya yönlendirmeliyiz. Medeniyetin genel kurumlarını tespit etmeliyiz. Bizim için gerekli olanların kuruluş şemalarını, sıralarını çıkarmalıyız. İşe, medeniyetin müesseselerini kurmak fikri, tezi, eylemi veya eylem niyeti olan herkesin ulaşabilceği, fikirlerin ve bilgilerin girdiği, işlendiği ve ürünlerin tavsiyeler ve projeler hâlinde çıkacağı bir merkezle başlamalıyız. Arkasından, medeniyetin kurulacağı alanın kaynak tespitini yapmalıyız. Müttefikler bulmalı, düşmanların sayısını azaltmalı, güçleri karşımıza değil yanımıza almalıyız.

İnanmak ve işe başlamak, başarının anahtarıdır. Fikir ve icra üretebilen Türk milliyetçileri, başlamak ve sonraki adımları proje hâlinde işlemek sizlere düşüyor. Haydi kolay gelsin.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -