Ana Sayfa 1998-2012 Yeni Millî Mücadele

Yeni Millî Mücadele

18.12.2002 gecesi Ankara’nın Portakalçiçeği Sokağı’nda, biri suikast için özel olarak tasarlanmış olmak üzere iki kurşun, bir mücadelenin gözbebeğine sıkıldı. Bu kurşunların hedefi, Türkiye’nin Türklerin yönetiminde kalması için çabalayan; koca imparatorluğu mütareke yıllarına kadar getiren oyunların tekrarlandığını gören; aslında zengin olduğumuz hâlde sefalet içinde yüzdüğümüzü, zenginliklerimize sahip çıkmamız gerektiğini söyleyen Türkiye Cumhuriyeti’nin lâik ve üniter yapısını hedef almış düşmanların ve bunları içerde destekleyen serefsizlerin ipliğini pazara çıkartan genç ve yılmaz bir bilim adamı, gerçek bir Türk aydınıydı.

- Reklam -

Bergama’da altın çıkarılmasıyla ilgili kamuoyuna sunduğu belge ve bilgilere “saçma sapan şeyler” diyen gazeteler oldu. Hangi mankenin hangi popçuyla neler yaptığını günlerce gösteren televizyon kanalları, yeri yerinden oynatacak iddialarla ve bunların ispatlarına sahip olan Şehit Hablemitoğlu’nu, kaç televizyon programında konuşturdular? Binlerce yıllık dilimizi elimizden almak için önce yabancı okullar, sonra yabancı dille eğitim veren okullar belâsı başımıza musallat edildi. Önce Duyun-u Umumiye sonra IMF’nin musallat edildiği gibi. Borçlarımız bahane edilerek Tanzimat Fermanı hazırlatıldı, Meşrutiyet ilân ettirildi. Azınlıkların mecliste temsil hakkı sağlandı. Ama meclisin azınlığı Türkler oldu. “Uyum yasaları” adı altında çıkan ihanet yasaları ile Tanzimat Fermanı’nın maddelerini karşılaştırmak zahmetinde bulunanlar ne ile karşı karşıya olduğumuzu anlayabilirler.

Türklüğü savaş meydanlarında yenemeyenler onun temel dinamiklerini yıkmaya karar verdi. Dil, bu işin ilk ayağı oldu. Daha sonra millî dinamizmi yıkacak, insan ları üretmekten çok tüketmeye sevk edecek büyük bir toplumsal plân devreye sokuldu. Bunun en önemli aracı da medya oldu. En azından aydınları millîliğe sevk edebilecek olan edebiyat da bu oyunun içine çekildi. En alttan en üste kadar bütün eğitim kurumları da bunlara çanak tuttu.

İpe sapa gelmez olaylardan başkasını televizyonlarına çıkartmayan, gazetelerine yazmayan medya çetesi; Türkiye’nin kalkınması için bir tek adım atmayıp, daha fazla kâr etmek için Türkiye’yi yabancı ortaklarına peşkeş çekmeye çalışan holding patronları çetesi, toplumun kalbi olması gereken edebiyatı kısırlaştıran marksist çete, üretken olmadığı gibi üretime eğilimli gençleri öğüten akademik çete; bir ve aynı canavarın çeşitli uzuvlarıdır. Bu canavarın görevi, Türk milletinin duyarlılıklarını yok etmekten başlayarak onu tarihten silmektir.

Necip Hablemitoğlu, bu canavarla uğraşan, sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olan onurlu aydınlardan biriydi. Türkiye’nin Türklerin elinde ve lâik kalması savaşının bir kalesi düştü. Onu vuranlar, bu cinayetin beş-on günden fazla konuşulmayacağını, soruşturmanın bir yerlerde tıkanacağını düşünüyorlar. Onun için bu kadar rahatlar.

Eğer toplum bir “sürü” değilse, yalnızca maçlara gidip bir “top” için birbirini bıçaklayanlardan ibaret bir güruh, piyango bayileri önünde sıra bekleyen bir dilenci topluluğu değilse, bu kurşunun aslında binlerce yıllık Türk tarihine ve son Millî Mücadele’ye sıkıldığını görmüyorsa başka Necip Hablemitoğlu’lar daha şehit düşecektir. Bu satırların yazarı, okuyanlarından emin olmamakla birlikte, toplumun, zaaflarından arınarak, ayaklanıp hesap soran, milletin menfaati için gerektiğinde kelle alan bir yapıya kavuşmasının önünün açılması yolunda canını vermeye hazırdır.

Şimdi, konudan uzaklaşmış görünerek birkaç noktaya değinmek istiyoruz:

- Reklam -

Seksen yıl kadar geriye gidelim. İngiliz ajanı basın, Yahudi tüccarlar, satılmış edebiyatçılar ve molla grubunu düşünelim. Bugünle karşılaştırdığımızda en ufak bir farklılık var mı? O günkü duruma göre tek fark başkentimizin “fiili” işgal altında olmayışıdır.

O içler acısı durumdan nasıl kurtulduğumuza bakalım bir de: Dışarıdaki düşmanla göğüs göğüse savaşıldı. O zaman, bizim olan Anadolu’dan çıkmamız isteniyordu ve biz hakkımızı savaşarak aldık. Atatürk, kimseyle bu işi masa başında halletme yoluna gitmedi. Bugün ise bizim olan Kıbrıs’tan çıkmamız isteniyor. Masada bizi bekleyenler açık; geriye kalan yol nedir?

Millî Mücadele döneminde içteki hainler şiddetle cezalandırıldı. Birinci örnek İstiklâl Mahkemeleri; ikinci örnek asker kuvvetiyle bastırılan Kürt ayaklanmalarıdır. Atatürk bunlar yerine, kimseyle “barış” görüşmeleri yapmadı; aflar çıkarmadı. O gün de ayaklananları destekleyenler vardı bugün de var.

Bugün, Türklükten fersah fersah uzak hükûmetler, Türk milletini AB kapısında, zavallı bir dilenci gibi dilendiriyor. Onlarsa bizden sürekli yeni tavizler istiyor. Oysa ki istemek bizim hakkımız, almak ödevimiz. Barış ve kardeşlik masalları anlatarak, insan hakları ninnileri söyleyerek Kürt terörünü yöneten Belçika, Hollanda ve Fransa’dan, hem Kürtleri hem İslâmcıları besleyen Almanya’dan, birkaç yüzyıldır Anadolu’nun her karışında gözü olan ve her fırsatta bize darbe vuran İngiltere’den, bizi sınır karakolu gibi kullanan ABD’den biz alacaklıyız! Ama onlar hâlâ bizden bir şeyler istiyorlar. Çünkü siz verdikçe sizden istenir.

İşte Şehit Hablemitoğlu bunları haykırıyordu. Kendini TÜRK olarak tanımlayan herkes bu yarım kalmış haykırışın devamcısı olmalıdır. Yeni bir Millî Mücadele devrindeyiz. Örgütsüz mücadele ilerleyemez. Bu yazı çağrı olarak kabul edilsin ve milliyetçiler bir araya gelsin. Ama milliyetçilik adına hareket edip, bu kavramın içini boşaltanlar sakın semtimize bile uğramasın.

- Reklam -

Biz, Türkiye’den başka bir yerde yaşamak istemeyenleriz; biz, on iki yıldızlı Hristiyan bayrağının altında yaşamaktansa ay-yıldızlı TÜRK bayrağına sarılarak ölmeyi yeğleyenlerdeniz; biz, dili, namusu, parası gasp edilmeye çalışılan büyük Türk milletinin ezileceği bir dünya düzenine boyun eğmektense o dünyayı tümden yakmakta gözünü kırpmayacak şanlı bir orduyuz!

Barış çığırtkanlığı yapmıyoruz, insan haklarını dilimize pelesenk etmiyoruz; aksine “acı”dan, “kin”den belki “kan”dan söz ediyoruz; ama insanca ve barış içinde yaşamak için. Bizi bu noktaya getirenler bedel ödeyene dek kinimizden bir şey kaybetmeyeceğiz. Atsız’ın buyurduğu gibi; “Yalnızca milleti sevmek yetmez, millet düşmanlarına da kin duymak gerekir”.

Bugün yeni bir Millî Mücadele’ye başlamanın geç kalınmışlığını idrak edemeyenler hâlâ bizimle aynı havayı soluyorsa suç bizdedir. Onların etkisi giderilmeden Türklüğe rahat yoktur.

Kırk kişiyle Çin’den bağımsızlığını alan Türk prensi Kürşad ile aç ve çıplak bir avuç Türk’ü arkasına alıp yedi düveli dize getiren Mustafa Kemal’in yaptıkları boşa gitmemeli.

Yeni Millî Mücadele’nin Türkçeyi koruma toplantıları, AB karşıtı, ABD üssü olma karşıtı mitingleri, madenlerimizin yalnızca bizim olduğunu gösterir eylemleri başlamalıdır.

YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM!
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -