Ana Sayfa 1998-2012 Yanlış Tutum, Doğru Tutum

Yanlış Tutum, Doğru Tutum

Son zamanlarda o kadar feci yanlışlar-ve, evet, kötülükler de yapılıyor ki isyan etmemek imkânsız. Yeniçeri ayaklanmalarını hatırlatan polis yürüyüşlerinin fecaatına rağmen, “ama bir bakımdan haklılar da” demek geliyor insanın içinden.

- Reklam -

Emin Çölaşan, Türkiye’nin düştüğü halleri o kadar doğru bir şekilde kaleme alıyor ki, aynı konuları ve ithamları yapmak tekrardan ibaret olacak. Ancak, basının kondurduğu isabetli etiketlerle bunları hatırlatmak isterim: Rahşan Hanımın sindirim sistemine tâbi Af Yasası ve durup dururken yeni krizler yaratma becerikliliği; birden bire Türkiye bütçesini de aşan banka hortumlamalarının ancak şu son aylarda farkedilmesi (maşallah!); A.B.’ne girişimizin Diyarbakır’dan geçtiği ve Kürtçe eğitim ve yayın bombası: gelecek seçimde barajı bile aşamayacağını farkeden Mesut Yılmaz’ın Doğu-Güneydoğu oylarıyla iktidarın içinde kalma “……….” (yerinde bir sıfat kullanacaktım ama, milletvekili dokunulmazlığım olmadığı, dergimizi de belâya sokmamak için yerinde olmayan bir sözcükle ifade edeyim) -“politik kurnazlığı”; Kıbrıs dayatması (iyi ki “mücahit” bir Denktaş’ımız var); “Sözde” Ermeni soykırımı; A.B. kapısında, arada bir homurdansak da, “tavizci entrikalar”… vb.

Basınımız

Hayrettir, basının mühimce bir kısmı bu konularda âdeta milliyetçi bir tavır takındı. Bazı eski tüfek solcular bile! Ama, artık “Solcu” demiyeceğim, düpedüz Türk ve Türkiye düşmanları var ki, sinsi sinsi ve entel tavırlar takınarak, “demokrasi havarîliği” yapıyor ve millî çıkarlarımızı tavizlerle yıpratmaya çalışıyorlar; büyük tirajlı gazete sütunlarında ve büyük çaplı televizyon tahtlarında. Bunların maskesini indirmek lâzım.

- Reklam -

Kullanılmayan silâhlar:

Yukarda sıraladığım sorunlarımızın çözümleri ve saldırı şeklindeki istekle re en sağlam cevaplar elimizde olduğu halde nedense bunları ya hiç kullanmıyor, ya da önemsizcesine geçiştiriveriyoruz. Bunları bir vesile ile iki yıl önce Denktaş’a, geçenlerde de Dr. Devlet Bahçeli’yle Sadettin Tantan’a anlattım, ilgiyle dinlediler. Daha önceki yıllarda mektupla dikkatlerini çektiğim başka “rical”den ne cevap, ne de bu yolda pek bir hareket çıkmadığı halde(*), usanmadan görüşlerimi bildiriyorum ve bildirmekte de devam edeceğim. Bu seferki konular şunlar:

- Reklam -

1) Kıbrıs: Ada olmak, tek devlet halinde birleşmek için şart değildir. Dünyada başka adalarda (Hispaniola, vb.) tam bağımsız yanyana 2-3 devlet mevcut ve bunlar da aynı dil ve dinde oldukları halde onlara baskı yapılmaması, çifte standardın kanıtıdır. Bu teze dayanarak Kıbrıs adasında birliğe yönelik konuşma ve toplanma teklifleri kesin bir ifadeyle reddedilmeli, kapı kapatılıp anahtarı Akdeniz’e atılmalıdır. Böylelikle 30 yıldır süren kansız, savaşsız hayatı bozmak isteyen fesatçı hesaplar yürümeyecektir.

2) Ege: Ege konusunda asıl biz dâvacı pozisyonuna girmeliyiz. Gerek karşılıklı, gerekse uluslararası anlaşmalarda yasaklanmış olan Ege adalarının silâhlandırılması Yunanistan’ın suçudur. Ve biz bunu dâva konusu yapacağımıza, bilâkis AB’nin “Ege sorununu çözün, ondan sonra bize gelin” dayatmasını boş lâflarla tartışıp duruyoruz.

3) Banka hortumlaması: Nasıl olur da bu bilgisayar çağında murakıplar bankalardaki mevduatın seyrini başından izleyemiyorlar da, ancak bütün paralar hortumlanıp dışarlara kaçırıldıktan sonra alarm düğmesine basıyorlar? En ufak şüpheli para kayması ekranlarda erkenden görülebilmeli. Bu basit suali sorduğum bir bankacı, “öyle bir sistem var ama, murakıplara da para yediriyorlar, alarm onun için geç veriliyor” dedi. Bu doğruysa çok üzülecek bir olay ve çözümü zor, ama şart: insan unsuru ve toplumumuzdaki ahlâk erozyonu.

4) Kürtçe yayın ve eğitim:Mesut Yılmaz,çok mantıklı ve makul görünen bir lâf etti: “Zaten uydulardan dışardan Kürtçe yayın yapılıyor. Biz de devletin TRT’sinden Kürtçe yayın yaparsak Türkçe bilmeyen doğulu vatandaşlarımıza doğru yolu gösteririz”, dedi. Ama kazın ayağı öyle değil işte: (a) Yarın öbürgün Anayasa Mahkemesi üyeleri yaşlanır, değişir, birkaçı ölür. Yerlerine gelenler bakarsınız “özel televizyonlara Kürtçe yayın hakkı vermemek ve bunu TRT’nin tekeline vermek anayasaya aykırıdır” deyiverir. (b) Ardından Çerkezce, Arapça, Arnavutça, Gürcüce, Lezgicede yayın hakkı için dayatmalar gelir; (c) AB, hattâ A.B.D. bile bastırır, aralanan kapı ardına kadar itilir ve Türkiye, Yugoslavya haline döner. Bunu istemiyorsak, Kürtçe TV’yi ve eğitimi tartışma konusu bile yapmamalıyız. Doğulu kardeşlerimiz zaten Kürtçe konuşuyorlar, buna yasak yok. Özel kültürlerini de kaybetmesinler. Bu bir kültür zenginliği verir bize. Ama ayrılık ve bölünmeyi kışkırtacak olan Kürtçe TV ve eğitime hayır. Onun yerine, Silâhlı Kuvvetlerimizin belirttiği gibi, Doğuda asıl Türkçe eğitime kuvvet verilmelidir.

5) Ermeni Soykırımı: Burada da dâvacı olarak inisiyatifi biz alacakken, şunun bunun itham ve iftiralarına maruz kalıyor, “bunları tarihe bırakalım” diye kaçamak yapılıyor intibaı uyandırıyoruz. Oysa 1915’de doğu illerimizde Rus ordusunun desteğiyle Ermeniler oradaki Türk ve Kürt halkını çoluk çocuk camilere doldurup yaktılar, katlettiler. Bu soykırımın (Ermenilerin savunmasız kalmış olan Türk ve Kürt halkına yaptığı soykırımın) toplu mezarlardaki iskeletleri yıllardır kazılıp çıkarılıyor, fotoğrafları da yayınlanıyor. Gelgelelim “Ermeni Soykırımı” suçlamasıyla karşılaştığımızda bunlardan hemen hemen hiç söz etmiyoruz!

Bu konuyu 21 Kasım 2000 günkü Milliyet gazetesinde yazdım; ne yazık ki yazımın sonundaki kaynakça kısmını (can alıcı fotoğrafların yayınlandığı kitap listesini) kesmişler! Burada ilgililerin dikkatini çekmek için tekrar sunuyorum(**):

Bu silâhları kullanırsak belki karşılarımızdakilerin oyununu bozarız.

(*) 1969 Kıbrıs Harekâtı sırasında Ecevit’e, komünistlerle aynı (siyasî) yatağa girmemesini, bir hizip başı yerine tarihe millî bir kahraman olarak girmek isterse artık milliyetçi bir yol tutmasını yazmıştım. 12 Eylül 1980’de Evren Paşa’ya Londra’dan yolladığım bir mektupta, milliyetçilerle solcuları aynı kefeye koymamasını, millî mücadelede sivrisinek avlamak değil, zehirli ve üreme bataklığını kurutmak gerektiğini anlatmaya çalışmıştım. En son, 1994’de, Türk 2000’ler Vakfında bölücülük konusunda futuroloji metodolojisiyle hazırladığımız bir raporu Başbakan Tansu Çiller’e yollamıştım.

(**) Not:1- Bazı fotoğraflar ve Ermenilerin yaptığı soykırımın tarihleri ve yerleri için bkz:

a) “Yüzyılımızdaki Ermeni cinayetleri”, 1986, Anadolu Basın Birliği Genel Merkezi;

b) “Ermeninin Ermeniye zulmü” 1976, Niyazi A. Banoğlu. Bu kitapta Ermeni komitecilerin kendilerini öven şu sözdeki itiraf da var: “kollarımı bileklerime kadar Türk kanına buladım”

c) Bende de kuşe kâğıda basılmış eski harfli bir kitapta elli kadar dehşet verici fotoğraf vardı: maalesef Adapazarı depreminde Boğazköy’deki çiftliğimin kitap deposunun yıkılmasıyla enkaz altında kaldı, bulamıyorum.

Not: 2- Ankara’da 1998’de basılan “Armenian Claims and Historical Facts”, “Center for Strategic Research” ve “Sur” dergisinin Mart 1990 sayısında pek çok kanıtlar var. Eğitim ve Bilim dergisinin Aralık 2000 sayısında da.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -