Ana Sayfa 1998-2012 Ya Şimdi?

Ya Şimdi?

Avrupa Birliği’ne uyum yasaları adı altında bir yasa paketi olağanüstü toplantıyla Millet Meclisi’nden geçirildi. Aslında aynı ana bahaneyle yıllardır paket paket yasalar kabul edildi. Fakat bu seferki ülkeyi darmadağın edecek son yumruğu vurduğu için mızrak çuvala sığmakta zorlandı biraz. Yine de tarihî uzantıları asırlarca sürecek ve zararı hiçbir zaman diliminde telâfi edilemeyecek darbeler iki günde amacına ulaştırıldı. Gerçekten çok önemli bu olaya birkaç noktadan bakmak lâzım.

- Reklam -

Aslında her biri hemen çürütülebilecek pembe iddialar listesine göre: Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeye mahkûmdur. Bunun için ise şart koşulan siyasî talepler vardır. Bunlar yerine getirilerek; Apo affedilir, Kürtçe eğitim başlar, Kıbrıs verilirse ertesi gün ülke ihya olacak, çocuklarımızın yarınları kurtulacak, işsiz iş bulacak, üniversite adayı sokakta kalmayacak… Aslında ise; Türkiye Avrupa Birliği’ne mahkûm değildir. Ama ekonomik ve sosyal açıdan AB ülkelerine yetişmek; Türkiye’nin mantıklı, haysiyetli ve çağdaş bir hedefidir. Halbuki Türk devletine “AB yolunda” diye yaptırılanlarla, bu gerçek ilerleme hedefinin hiçbir ilgisi yoktur. Katilin affedilmesiyle millî gelirin 8-10 bin dolara çıkması arasında hangi düşünceyle bağlantı kurulabilir? Yarın “enflâsyonu % 3’e düşürün de gelin” denilince, bu sefer hangi paketi iki gecede çıkararak bunu da sağlayacaksınız? “Fonlarla destekleme devri bitti, millî geliriniz 8 bin dolar olmadan olmaz” denilecek, o zaman neyinizi vereceksiniz? Bunlar yine de ülkemiz için en iyi ihtimaller. Çünkü; bu çökertilişte bu sorulara zaman ve gerek de kalmayabilir. Zira bırakın ihya olmayı bilâkis memleketi âdeta göstere göstere Yugoslavya akıbetine iten bu gayretlerden geriye, dört-beş parçaya bölünmüş bir kan gölü de kalabilir. Buna, evham diyenler kılavuzları Karen Fogg’un dünyadaki diğer eserlerine baksınlar. Birkaç sene önce Kürtçe türkü kaseti gündemdeydi, yarın Kürtçe eğitim başlayacak. Bugün açılan bu kapıdan yarın haklı ve mantıklı olarak; “üniversite de olmalı, bütçesini de kendi yapmalı, referandumla yönetimi de ayrılmalı, parasını da basmalı – nihayet – bayrağını da asmalı” istekleri sosyal bir oluşum mantığı içinde hücum edecek, ettirilecektir. Üstelik bu, Kürt unsuruyla sınırlı da kalmayacaktır, ısınma hareketleri yaptırılan yeni tezgâhlar da sırada… Bütün bunlar herkesin bildiği dönüm noktaları, ihanetin kilometre taşlarıdır. Ve bu taşlar Apo’yu bile sevinçten uçuran, sosyoloji uzmanlarını hayrete düşüren bir hızla geçilmektedir. Ve onun içindir ki bu durumda şehitlerin kanı heba edilmiş olur. Çünkü şu sonuca bakarak; “Terörist mağlup oldu, terör bitti”. denilemez; buna ancak, terör görevini başarıyla tamamladı ve davâsını siyasete devretti, denir. Şu anda meclise kabul ettirilenler Apo’nun beş sene önceki istekleri değil mi? Öyleyse böylece; kim kimi dize getirmiş oldu? Bütün bunlar bilinirken ve bütün hesaplar gayet açıkken, aylardır Türk milletinin beynini kobay olarak kullanan âdi bir kampanya izledik. Yıllardır yürütülen, ama son aylarda iyice azgınlaşan bu despot medya kampanyası muhtevasını aşarak bizzat kendisi karakteri icabı tarihe geçmiştir. Değişik görüşlere saygı, çok seslilik, fikir özgürlüğü, demokrasi… öyle mi? Haşa, elbette AB karşıtlığı değil ama- hiç olmazsa, “durun beyler, oyuna gelip bu bahaneyle ülkeyi iyice dağıtacak hamleler yapmayın”. diyenlerin bile sesine tahammül edilmedi. “Halkın Görüşü” diye görüş topladılar, işlerine gelenlerden koleksiyon yapıp gece gündüz beyin yıkadılar.

Pek çok Avrupa ülkesinde zıt kampanyalar yürütülmüş, AB çetin tartışmalara ve referandumlara konu olmuştur. Ama bizde gayet koordineli ve başarılı fakat-medyanın meslek haysiyeti ve demokrasi anlayışı sayesinde- tek bir kampanya sergilenmiştir. Sadece meclisteki Türk milliyetçilerinin direnişi göze batmıştır. Bunun dışında; sağcısı, solcusu, liberali, marksisti, bölücüsü, şeriatçısı; medyasıyla, politikacısıyla yek vücut oldu. Onun için bu kampanya, konusundan çok kendisi incelenmeye değer hâle geldi. Biz AB’nin peşindeyiz, AB bu bahaneyle bize yaptıracaklarının peşinde. Yukarıda sayılan içerideki uzantı unsurlar ise, bu kargaşayı herkes davâsı adına sömürme hayâliyle iğrenç bir ittifak içindeler… İğrenç ama, sürpriz değil… Medya özgürlük ister, hainlerin hakkı savunulacaksa devleti ve yasaları sarsacak kadar özgürlükler ister… Ama bu kampanyada “takke düştü, kel göründü”… Ülkeye zarar verdiği sabit akımların bile hayat hakkı için çırpınanlar, AB konusunda kendileri gibi düşünmeyen, dayanaksız pembe tablolarla milletin aldatılmasına isyan edenlerin üzerine acımasızca çullandılar, insanlık suçu sayılması gereken, tarihteki en totaliter sistemlerin ve diktatörlerin tek sesliliğini bile aratan beyin yıkama kampanyaları düzenlediler. Böylece iğrenç ama güçlü ve çok enteresan bu ittifak sayesinde en ufak bir çatlak ses bile çıkmadı. Ayrıca bu kampanyaya dünyanın pek çok yerinden değişik hesap ve heveslerle övgüler ve destekler de geldi. Apo’ya 20 yıl boyunca nerelerden ve hangi hesaplarla destek geldiyse…

Osmanlı’nın güçsüzleşip Türk’ün kolay lokma sanılır olmasından beri Avrupalıların bizi ihya edecek tavsiye, o olmazsa emirleri yeni değildir. Mirasını paylaşmak için sabırsızlandıkları hasta adam Osmanlı’nın kurtuluşu için de reçeteler yazmışlardı da son reçete İkinci Meşrutiyetten 10 sene sonra altı asırlık imparatorluk çökmüştü. Bugün yapılanları üçüncü meşrutiyet olarak görenler o bakımdan haklı, aynen: Şecaet arz ederken merd-i kıpti sirkatin söylüyor. (Çingene delikanlısı yiğitliğini söylerken hırsızlığını anlatıyor.) Allah, onların sonuçta haklılıklarından korusun.

Sonunda medyasıyla, siyasetiyle, sermayesiyle yavru güç odaklarının gayretleri neticelendi ve ana güç odağının dediği oldu, uluslararası bir komplo başarıyla uygulandı. Peki… Ya yarın sabah ülke güllük-gülistanlık olmazsa… Ya yeni açılan binlerce fabrika işçi aramaya başlamazsa… Ya Apo’nun affı, dış borcu 50 milyar dolara düşürmezse… Ya Kopenhag’ta yerli taşeronları ayakta alkışlamazlarsa… Ya gelecek yıl da üniversiteye giremeyen genç kalırsa… Ya çocuklarımızın yarınları kurtulacağına, ülkenin yarınları iyice kararırsa… Ki -maalesef- öyle olacaktır. Ülkenin bölünmesi ivme kazanacak, sosyal bilim uzmanlarını şaşırtan bir hızla yukarıda sayılan bölünme ve kan gölüne sürüklenme devam edecektir.

Bu senaryoya âlet olan politikacılar da hâlâ pişkin pişkin kendilerine iş hayâl ediyorlarsa “Hafıza-yı beşerin nisyan ile malûl olmasına” güveniyorlardır herhâlde. Gerçekten de yaptıkları ihanet onların ilk seçimde silinmelerini sağlamayabilir. Hem zaten bu rolü ve görevi onlara verenler elbette kendilerini bir süre koruyacak ve yüceltecektir. Ancak şimdi kendilerini medyanın dev aynasında devleşmiş görenler görevlerini ve âkıbetlerini unutarak kendilerinde keramet vehmetsinler. Zira aynı medyanın daha üç-beş sene önce “Bilge devlet adamı” diye yere göğe sığdıramadığı insana bugün reva görülenler -vazgeçtik bilgeden, devlet adamından- asgarî bir insan saygısına bile sığmaz. Ayrıca; ikna edilirseniz, sempatik; “bu kadar da olmaz” deyip direnirseniz, antipatik oluyorsunuz, bakın…

İşte bu sahte bayram havası ve bu “değişik görüşlere saygısı ve dürüst bilgilendirmesiyle maruf” medyanın kılavuzluğunda bir de genel seçim yapılacak. O nedenle bu şartlar altında yapılacak bir seçim Türk seçmeninin iki noktadaki duruşunu tespit etmemizi de sağlayacaktır. Birincisi: Her fert ve her toplum medya taarruzundan bir ölçüde etkilenmekte mazurdur, haklıdır. Ama bu kez sipariş ve o siparişin yerine getirilmesindeki fanatizm ve üçüncü sınıf fikir işportacılarına yaptırılan çığırtkanlık o kadar sırıttı ki, onlarca gazetede ve bir o kadar televizyonda aynı anda çalan bu çatlak plâğın “sahibinin sesi” marka olduğunu görmek artık zor olmasa gerek.

- Reklam -

İkincisi: Kitleler günlük yaşar; dünü çabuk unutur, yarını pek umursamaz… Ancak şuurlu bir vatandaş için, ara sıra olaylara geniş açıdan bakıp dün ile yarını bağlayarak bugünü yorumlamak da lüks sayılmamalı. Zaten bu yasalarla hangi felâketlere vize verildiği çok uzun vâdeli, hattâ bu hızla orta vâdeli bile olmayabilir. Onun için biraz dikkatli Türk seçmeni, “Gayr-ı insanî medya saldırılarına rağmen” Türk milliyetçilerinin mecliste verdiği mücadeleyi takdir etmelidir. Bu basirete ulaştığını, kimin 10-15 yıl sonramızın felâketlerine zemin hazırladığını idrak ettiğini göstermelidir. Aynı milliyetçi siyasî kadro halkımızın özellikle dinî duygularını okşayacak daha popülist çıkışlar da yapabilirdi. Elbette o noktalar kitlenin gözünde politik pirim açısından daha kârlı da olurdu. Ancak büyük Türk milleti – artık AB’ye üye olduğumuza göre – hizmetleri de ihanetleri de orta ve hattâ uzun vadeli yansımalarıyla kavrama olgunluğuna ulaştığını ispatlamalıdır.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -