Ana Sayfa 1998-2012 Türklük amaç mı, araç mı?

Türklük amaç mı, araç mı?

TÜRKİYE sadece maddî alanda değil düşünsel alanda da büyük atılımlar kaydetmekte. Henüz arzu edilen nitelik (keyfiyet) ve nicelikte (kemiyet) değilse de yine de ilerliyor. Hele benim gençliğimin Türkiye’si ile kiyaslanırsa işin boyutu daha iyi kavranır. Büyük bir kitap sıkıntısı vardı. Ben daha ortaokul sıralarında kanına okuma virüsü girmiş birisi olarak büyük kitap sıkıntısı çekerdim. Okunacak gayrı ciddî kitap bulmak bile mesele idi, hele ciddî ve bir konu hakkında derinleşen kitaplar bulmak imkânsız gibiydi. Hemen hemen Cumhuriyet ile yaşıt olduğumdan Osmanlı alfabesini bilmiyordum. Lâtin harfleri yeni idi ve yayın çok azdı. Türkiye’nin nüfusu o zamanlar az olduğu gibi okuma yazma oranı da yüzde 10’lar düzeyinde idi, yani kitap basmak ve okuyucu bulmak da mesele idi. Osmanlı alfabesini bilsem de durum değişmeyecekti. Bugün hâlâ Arap alfabesine dönüş isteyen mürtecilerin, efendim lâtin alfabesi mazimizle ilişkimizi kesti, Osmanlıca eserleri okuyamaz olduk, şeklindeki sözleri de samamî olmayan bir demagojidir. Yeni nesil Osmanlıca yazılmış bir kitap hazinesi vardı da ondan yararlanamadık sanmasın. Matbaanın üçyüz yıl kadar rotarla girdiği bir ülkede kitap adedi fazla olabilir mi ki! Konum zaten bu değil. Yeni neslin, Cumhuriyetin ilk nesline hele Osmanlı atalarımıza nazaran çok şanslı olduğunu vurgulamak isterim. Her ne kadar Türkiye’de yılda Almanya’dakinin onda biri kadar kitap yayınlanıyorsa da!(1)

- Reklam -

Türkiye’deki göreli fikrî hareketlilik küçümsenmemeli. Ben şahsen Orkun yeniden yayınlandığında yaşayabileceğinden şüphe ediyordum. Bugün ciddî üç-beş Türkçü dergi var. Solcu Türk kardeşlerimiz okumada ve yayında daha da çalışkandırlar.(2) Batı’da her konunun dergileri ve dernekleri vardır. Bu yavaş yavaş Türkiye’de de yaygınlaşıyor. Her fikir akımı bir organda somutlaşıyor, kurumlaşıyor. Yazar kalitelerinde yükselme var. Tartışmalar daha düzeyli ve daha bilimsel. Elli-altmış yıl önceki tartışmalar hakaret ağırlıklı idi. Belâgatli(!?) hakaret eden kazanırdı. İş kişisel hayata dökülür, insanın yedi ceddi bile o tartışmadan(!?) nasibini alırdı. Şimdi artık genelde kişinin özel hayatı ile işini ayırt edebiliyoruz, yeter ki bu iki alan fonksiyonel ilişkide olmasın.

Türkiye’nin şaibeli müstakbel başbakanı R. T. Erdoğan bir süre önce, demokrasi amaç değil bir araçtır, diye bir söz etti. Basından haklı olarak tepki geldi. Çünkü bunun gerisinde şöyle bir zihniyet olabilirdi: Biz İslâmcılar demokras iyi araç olarak kullanıp başa geçtikten sonra şeriat düzenini getireceğiz, getirdikten sonra da demokratik mekanizmayı ortadan kaldırarak Türkiye’yi sonsuza dek yöneteceğiz. Benim gençliğimde Makyavelizm şöyle özetlenirdi: Gayenin ulviyeti istimal olunan vasıtaları meşru kılar! Yani Erdoğan için şeriat düzeni ulvî sayılıyor ve o düzene ulaşmak için de her vasıta bu meyanda da demokrasi vasıta (araç) olarak kullanılıyordu. Oysa ki demokrasinin mantığında, seçimle gelen yine seçimle de gider, bulunmaktadır. Bir de şu meşhur “dârül harp” konusu var. Yani İslâm, şu anda Türkiye’de lâik denen dinsiz(!?) düzenle savaş hâlinde. Savaş durumunda ahlâkî kurallar geçerli değildir ve hile caizdir! Bu husus bu yazıdaki konum dışı ama Millî Nizam Partisinden beri çekirdek kadronun ve esas fikrin bir seriat düzeni kurmak olduğu kesin. Ama Erdoğan, Gül vesairenin şeriat düzeni Suudî Arabistan’dan farklı olurmuş o başka… Çünkü istese de istemese de hem Erdoğan’ın hem Gül’ün hem de diğer çoğunun kanında Cumhuriyet, demokrasi ve hattâ karşı oldukları lâiklik oksijeni var.(3) Onların da ciğerleri oksijensizliğe dayanamaz. Kaldı ki demokratik, lâik Türkiye Cumhuriyeti’ni değil üç-beş islâmcı bozuntusu tüm İslâm âlemi gelse yerinden oynatamaz…

Evet bu şaibeli kişinin amaç-araç terminolojisinin içine demokrasi derken din de girdi. Erdoğan, din de bir araçtır, dedi, ve ekledi “… amaç insanın mutluluğudur…” Türk televizyonlarının demirbaş hocaları vardır, meselâ solda Toktamış Ateş hocamız, dinde Y.N. Öztürk, Zekeriya Beyaz hocalarımız gibi. Bu son iki hocamız da aynı fikirdeler. Dinci gazetelerin militan köşe yazarları ne diyecekler, bilmiyorum. Ben seküler düşünceli ve de deist olduğumdan dinleri sosyolojik müesseseler olarak yorumlarım, yerleri Tanrı ile kişi arasında olmalıdır. Bu alanın dışı tarihin şahitlik ettiği gibi tehlikeli ve insanlara değil mutluluk hattâ felâket getirmektedir. Konum da değil şimdilik.

Biz Türkçü geçinenler için acaba Türkçülük nedir? Amaç mı yoksa araç mı? Ben eskiden beri önceleri bilinçsiz olarak, çok zamandır da bilinçli olarak Türkçülük’ü bir araç sayıyorum. Milliyetçilik anlayışımda bile büyük değişiklikler oldu. Konumuz dışı ama söylemişken değineyim. Bence milletinin mutluluğunu isteyen ve buna katkıda bulunan veya bu gayeye katkıya hazır kişi milliyetçidir. Bu kişinin yöntem olarak meselâ komünizmi seçmesi onun milliyetçiliğine halel getirmez. Benim değerlendirmeme göre komünizmin enternasyonalini değil de millîsini seçen merhum Mehmet Ali Aybar milliyetçi idi. Sovyetlerde Sultan Galiyev, milliyetçiliği için canından oldu. Bizde de Aybar, Sadun Aren ile müteveffa Behice Boran’ın komplosuna kurban gitti. Bu hususta benim ölçüm şu: Bir kimse “önce milletim” diyorsa o kişi milliyetçidir. Yani milleti için meselâ komünizmin enternasyonallığını veya milleti için dinin enternasyonalliğini ikinci plâna atıyorsa (Türk-Müslümanlığı!) o kişinin bir enternasyonal öğretiden veya akideden veya sistemden yararlanması mümkündür.

XXI. yy. da yaşıyoruz. Bilgi çağında yaşıyoruz. Internet çağında yaşıyoruz. Goballeşme çağında yaşıyoruz. Bir Alman gazetesinde bir manşet vardı ve globalleşme toplantısına karşı dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen ve gösteri yapan karşıtlar için “globalleşme karşıtları da globalleşti” diyordu. Evet, istesek de istemesek de bazı oluşumların dışında kalamıyoruz, içine çekiliyoruz. Bakın Molla Necmettin ilk seferini Kaddafî’nin çadırına yaptı ve yanında Abdullah Gül ile azar işitti. Molla Necmettin’in ayağını kaydıran Molla Recep Tayyip ise soluğu diyarı küfür’de aldı. Pîri Molla Necmettin “Batı taklitçilerini” yererken, çömezi Recep Batıcılıkta beni ve arkadaşım Celâdet Moralıgil’i bile solladı.(4)

Evet, esen rüzgârın yönü yelkenlimize egemen oluyor artık. Dümen kıramıyoruz, alabora bile olabiliriz. Dünyanın parametreleri çok değişti. İşte süper ABD, Saddam’ı devirmek için uğraşıyor ve bir Dünya kamuoyunu (=globalleşme!) arkasına almak gereğini duyuyor. Bütün bu lâfları şunun için ediyorum. Artık Türk İnsanı’nın mutluluğunu tayin ederken tüm kozlar bizim elimizde değil. Bazı Türkçüler işin kapsamını kavrayamadılar. Meselâ AB’nin Türkiye’ye uygulayacağı bir tekstil ve konfeksiyon ürünleri kotası Türk ekonomisini perişan eder. Almazlarsa almasınlar, başkasına satarız diyen “Tekir Yaylalılar” başkasına bir kilot bile pazarlayamazlar. Felâket senaryoları üretmek istemiyorum. Demek istediğim dünyadan kopmayalım. Türkleri hamaset edebiyatı ile uyutmayalım. Müteveffa hocam Ömer Lütfü Barkan kolonizatör dervişlerden söz ederdi. Şimdi artık çantası koltuğunda dünyanın en ücra köşelerine kadar giden pazarlamacılara ihtiyacımız var. TRT2’deki Zamanın Yolcuları belgeselinde Moğolistan’daki bir Türk lokantası görüntülendiğinde ve hele Türkiye bursu ile Türkiye’de okumuş ve Türkçe konuşan iki Mogol kızla roportaj yapıldığında üç çeyrek asırlık gözlerim yaşardı ve göğsüm kabardı. Çünkü o lokantacı bir kolonizatör Türk’tü ve Türk ekonomisi iki Moğol kıza burs verecek güce ve ileri görüşlülüğe erişmişti. İşte lokantasında Türk bayrağı ve Türklük kokan o lokantacı Türk bence bilmem ne gazetesinde hamaset edebiyatı pazarlayandan çok daha milliyetçidir. Dünya güzeli seçilen temiz yüzlü Azra Akın İngilizce konuşarak da modern Türkiye’ye puan kazandırdı.

- Reklam -

Demek istiyorum ki, Türkçülük de bir araçtır ve Türklük’e maddî veya manevî katkıda bulunan kişi ve kuruluş Türkçü ve milliyetçidir. Moğolistan’daki lokantacı bu bakımdan Çin Seddini gezen, Küba’da denize giren ve Yaylada demir döven ve hele hele hamaset edebiyatı ile kanını akıtmışların sırtından geçinenler bir nefis muhasebesi yapmalıdırlar. Türkçülük’ün çağcıl bir tanımını yapmanın zamanı çoktan geldi…

Türklük camiasının yeni yılını kutlarım!

Dünyadan kopmayalım, Türkleri hamaset edebiyatı ile uyutmayalım.

Türkçülük’ün çağdaş bir tanımını yapmanın zamanı çoktan geldi.

DİPNOTLARI

- Reklam -

(1) Şimdi bir otokritik yapalım ve ortalama 11-12 yıl öğrenim gören ve yılda 65 bin yeni kitaba kavuşan bir Alman’ın neden ortalama dört yıl öğrenim gören ve yılda 6 bin yeni kitaba kavuşan Türk’e yukardan baktığını anlayalım. Acaba ortalama bir-iki yıl öğrenim gören ve yılda sadece 600 kitabın basıldığı bir ülke meselâ Afganistan Türkiye ile birlik kurmak isteseydi, ne derdik?

(2) Türkçülerin de, solcuların da (meselâ profesör ağırlıklı Müdafaa-i Hukuk gibi) kırık plâk gibi takıldıkları bıkkınlık getiren konuları vardır. Bunlar genellikle duvar yıkarlar ama iki tuğlayı üst üste koymazlar… İslâmî denen dergilerin de çoğunda yavan ve katı bir Orta Çağ Gazalî geleneği nakilci tutum vardır. Dinî ve mantıkî bir izahi olmayan türban şimdilik İslâmın altıncı şartı ve meclis başkanının inadı. Göreceğiz!

(3) Kim olursa olsun, hattâ lâik cumhuriyeti yok edip şeriat düzenini kurmak istesin, şunu bilmelidirler ki hem dünkü hem de bugünkü mevcudiyet ve itibarlarını modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e borçludur. Ve Atatürk İlke ve İnkılâplarına toz kondurmamak her Türkçünün aslî namus borcudur.

(4) Şu dünyada garip şeyler oluyor. Yaylada demir döven bir Devletli Turancımız da Doğu Türkistan inim inim inlerken Çinli başkan Türkistaning Ciğering Sökering’e madalya taktı ve seddi Çin’de poz verdi. Sonra da kendi gibi amorf avanesiyle beraber baraja düşerek boğuldu. Ve Tanrı Türk’ü korudu!
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -