Ana Sayfa 1998-2012 Türkiye'de Dinci Akımlar ve Hareketler

Türkiye’de Dinci Akımlar ve Hareketler

Türkiye’de dinci akımların devletin kurulmasından hemen sonra faaliyete geçtiğini görüyoruz. Büyük ATATÜRK, devlet düzenine lâik devlet görüşünü getirdiği için Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında rol oynayan irtica yandaşları hemen din sömürüsü içinde devlete karşı eylemlerini göstermeye koyuldular.

- Reklam -

Geçmiş tarihte örnek gerekirse bir Kubilay olayı, bir Kürt Seyit İsyanı gibi daha birçok olaylar sayılabilir. Biz günümüzde gelişen ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni şeirat devlet düzenine çekmek isteyen görüş ve eylemlerden söz etmeye çalışacağız.

Türkiye’de dinci örgütlenmeler, Siyasî Partiler Kanunu’ndaki yasağa rağmen daha ziyade 12 Nisan 1991 tarihinde yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunu ile TCK.nun 163. Maddesinin kaldırılmasıyla ve yeni bir ceza maddesi de getirilmediği için rahatlıkla ve de politikacılardan da cesaret alarak bir zemin içinde kendilerini göstermeye başladılar.

1984 yılı içinde DGM.ler kurulup da yasadışı örgütler hakkında araştırmalarda elde olunan bulgular içinde, yurt dışında kurulan ve Türkiye’de gizli faaliyet gösteren Avrupa Millî Görüşün, daha sonraları İslâmî Cemiyet ve Cemaatler Birliği (Cemalettin Kaplan yandaşları) ve Millî Görüş gibi yasadışı örgütlerin, militanlarını diğer deyimle tebliğ memurlarını Türkiye’ye gönderdikleri öğrenildi. Posta aracılığı ile de devlet görevlilerine özellikle hâkim, Cumhuriyet savcısı, vali, kaymakam ve de hükûmetin üst düzey memurlarına tebliğlerini ulaştırdıkları tespit olundu.

- Reklam -

O sıralarda, görevde iken şahsıma gönderdikleri sayısız tebliğler ve vaaz kasetlerinden durumları tarafımızdan da takibe alındı. Bu yasadışı dinci örgütler işi o kadar ileriye götürdüler ki İslâm Anayasası hazırlayıp göndermeyi bile ihmal etmediler.

Özellikle öğretimimiz içinde doğacak dinci tehlike için 1987 yılından itibaren yaptığımız bütün açıklamalarımızı ve ilgili makamlara yazılı olarak ilettiğimiz görüşlerimizi hiç kimse benimsemedi.

Bu arada yaptığımız soruşturmalar ile birçok dinci tebliğciler (dinci kesimde propaganda yapanlara verilen ad) aleyhine açılan kamu davaları sonunda DGM’ce mahkûmiyet kararları düzenlendi. Ne var ki; Terörle Mücadele Kanunu ile TCK.nun 163. maddenin de, kaldırılmasıyla beraat ederek cezaevinden salıverildiler. Dahası, yapılan seçimlerde milletvekili olarak TBMM.’ne bile girdiler.

- Reklam -

Bir başka olumsuz ve tutarsız olay da 1987 yılında Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na (bu komisyon 1998 Avrupa Topluluğu ve Parlâmentosu tarafından kabul edilen 11 sayılı Protokol ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ismini aldı) bireysel başvuru hakkı tanınınca, yurt dışında Birleşik Komünist Partisi adıyla faaliyetini sürdüren ve sol ideolojik yapılanmayı gaye edinmiş olan bir yasadışı partinin iki üyesinin (iki komünistin) Türkiye’ye dönmesiydi.

Düşünce hürriyeti savıyla Avrupa Topluluğuna büyük bir taviz verilircesine bu kişilere hasren çıkarılan ve TCK.’nun 141-142. maddeleri yanında TCK.’nun 163. maddesini de kaldıran ve 1991 yılı içinde yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunu sonrası devletin temelini teşkil eden lâik devlet düzeni ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü üzerine yeni oyunlar sergilenmeye, hatta yasadışı örgütler faaliyetlerini göstermeye başladılar.

İşte günümüzde açık seçik görüntülenen HİZBULLAH VAHŞETİ bu zemin içinde gelişti, büyüdü ve lâik devlet düzenini ortadan kaldırma safhasına, CİHAT aşamasına geldi.

Yobaz düşüncenin tabir caizse palazlanmasına neden T rkiye’deki siyasî partilerin oy alma hevesiyle hoş görürlüğüdür. Kötü ortamı geliştiren tek neden politikacıların bu yanlış tutumudur.

1946 yılında demokrasiye, diğer bir deyimle çok partili döneme geçiş sürecinde, siyasî parti yöneticileri her seçim döneminde ve de iktidara gelişlerinde din ve lâik devlet düşüncesini zedeleyen, tahrip eden çalışmalar ve de hareketler karşısında çok âciz kaldılar. Hatta oy alma ve iktidarda kalma hırsıyla sanki kendi aralarında yarıştılar. Günümüzdeki rezil dinci hareketlerin ve yasadışı örgütlerin oluşmasına neden olduklarını politikacılar inkâr edemezler. Çünkü inkâr onlara hiçbir şey kazandırmaz. Dahası, dinci kesimin daha da büyük facialara yol açan eylemlerini sergilemelerine neden olurlar.

Ferahlık getiren tek husus, çok şükür Türk Silâhlı Kuvvetlerinin hassas bir tarzda bu dinci kesimin getireceği tehlikeyi zaman geçmiş olmasına rağmen sezmiş ve gerekli önlem alınmasını önermiş olmasıdır.

Geçmişi anımsarsak, 1950 yılında iktidarı alan bir siyasî parti ilk iş olarak bazı densiz düşünürlerimizin de kabulüne mazhar olan bir hareketle dinde reform yaptıklarını söyleyerek, Türkçe okunan ezanın Arapça okunması yolunu açmıştır. Dinci kesime bu çok büyük bir taviz olmuştur. Daha sonraları siyasî partilerin her seçimde ve iktidar oluşlarda bir kesim Türk insanının zihinlerini din eğitimi koyacağız diye âdeta tahrip etmiş olmaları; vicdanlarda saklanacak din görüşünü önleyip, lâik devlet düzenini yobaz ve dinci kisve içine çekmeye yeltenmeleri, dahası yasadışı tahrip edici yıkıcı faaliyetlerde bulunmalarını sağlayacak ortamı hazırlamıştır.

Önceleri güzel ve ferahlık getiren Müslümanlık anlayışının yerine, zamanla çizilen bu çerçevenin Türk insanımızı karanlığa götürdüğü inkâr edilemez. Bütün bu yanlış, yanlış olduğu kadar tutarsız hareketler sonucu, yetişmekte olan Türk insanının bir nesli, bir kesiminin çağdaş düşünceden uzaklaştırılıp o düşünceye gem vuracak yasadışı eylemler içine çekildiğini günümüzde üzülerek izlemekteyiz.

Nedir bu Hizbullah vahşeti? Tehlike kapıdan içeri girmiş ve de eylemlerine başlamıştır. Aslında görüntülenen yol, çamur bir yoldur. Bu yolu saf, temiz ve Türk Milletine yakışır şekle, eski şekline dönüştürmek zorundayız. ATATÜRKÇÜ HAREKET ile amacımıza varabiliriz. Düz, temiz ve beyaz bir yol çizme düşüncesi ile dinci görüşlerin tahribatını önleyebiliriz. ATATÜRKÇÜ HAREKET bizleri ÇAĞDAŞLIĞA götürmeye yetecek güçtedir.

Dinin şemsiyesi altında bu kötü ortam nasıl doğdu, nasıl büyüdü ve de günümüze tehlikeyi nasıl getirdi? Bu durumu öğrenmek için çok öncelere, 1960 yıllarına döner ve o günlerden itibaren gelişmeleri izlemeye çalışırsak, acı bir tablo ile karşılaşırız.

İşte şimdi bu yoldaki çalışmaların, dinci akımların Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde meydana getirdikleri ve de getirecekleri, acı olduğu kadar çok tehlikeli tablodaki oluşuma gelince; dinci kesimin başlangıçta kendilerine tek engel olarak “ATATÜRK’Ü, ATATÜRK İLKE VE İNKILÂPLARINI” gördüğünü, sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin lâik devlet düzenini kaldırıp yerine şeriata dayalı bir devlet kurmayı amaç edindiğini, görüp öğreneceğiz.

Başlangıçta 1960 yılından itibaren Avrupa devletlerinin ucuz işçi kaynağı araması ve Türk insanının buna talip olmasıyla yurtdışına çalışmak için giden vatandaşlarımızın, Avrupa devletlerinde kendilerini bekleyen tuzaklardan habersiz olduklarını ve bu tuzaklara çok kolay düştüklerini görüyoruz. Zira vatandaşlarımızın, gittikleri devletlerin yaşantısına kıyaslanmayacak derecede yabancı oldukları açıktı. Oralardaki yaşama uymaları çok zor oldu. Bir kere o devletin dilini bilmiyorlar, meramlarını da doğru dürüst anlatamıyorlardı.

Bu durumdan faydalanan bir kesim vatan ve cumhuriyet haini, önceleri çok masumane bir şekilde Federal Almanya’da işçilerden kesilen kilise aidatlarına karşı çıkarak ve müslüman olduklarını söyleyip kendilerinin kuracakları dinci derneklere aidatların aktarılmasını sağladılar.

Derneklere aktarılan paralar ile güçlenip yasadışı ve de lâk devlet düzenimizi bozucu, yıpratıcı, ortadan kaldırıcı eylemlerini sergilemeye başladılar. Hainlerin ve Cumhuriyet düşmanı bu kişilerin kendilerine daha önce Fransa’da yaşayıp Şah dönemini cihat yoluyla ele geçiren HÜMEYNÎ’yi örnek aldıklarını da söyleyebiliriz. Bakınız bu vatan haini ve Cumhuriyet düşmanı 312 üye 2-3 Nisan 1983 tarihinde Hanover’de bir toplantı düzenlediler. Kendi aralarında “HÜMEYNÎCİ GRUBU” oluşturdular. Bu grubun birçok örgüt görevlisi hakkında DGM. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızca soruşturmalar açıldı. Mahkemece mahkûm edilmelerine karşın TCK. 163. maddesi kaldırılınca cezaevlerinden salıverilmelerini üzülerek izledik.

Araştırmayı tarihî gelişime döktüğümüzde görülür ki; 1975 yılında Batı Berlin’de “TÜRK BİRLİĞİ” ve “Batı Berlin Türk Kültür Yardımlaşma Derneği” adı altında kurulan iki dernek daha sonra birleşerek AVRUPA MİLLÎ GÖRÜŞ TEŞKİLÂTI’nı oluşturdular. Başkanlık görevini ilkten Dr. Zeynel Abidin adında bir hain ve Cumhuriyet düşmanı (21.04.1971 yılında 7/2227 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla Türk Vatandaşlığından atıldı) üstlendi. Zeynel Abidin, Türkiye’deki yandaşlarını da Almanya’ya çağırarak Türkiye’de faaliyet ortamı yaratmak ve çalışmalar yapmak için ayrıca zemin aramaya koyuldu.

“ŞÛRA” adını verdikleri toplantılarda “Her Pazar Sabah Namaz Kılacağıma, Üzerime Düşen Görevleri Yapacağıma, Allahıma, Yaradanım Adına Söz Veriyorum” şeklinde yemin de ediyorlardı. Bu sözler sonraları “tebliğ” daha sonra “cemaate kazandırma” görevini üstlenecek kişilerin yemini oluyordu.

Bir zaman sonra Berlin’deki bu derneğin “Berlin Millî Görüş Teşkilâtı” ve “Berlin İslâmcı Gençlik Sancağı” adıyla çalışmalar da yaptığı görüldü. Bu derneğin düzenlediği toplantılarda ve yaptıkları yürüyüşlerde dinci gruplar içindeki kişiler “İSLÂMÎ DEVLET KURULACAK- ŞERİAT DEVLETİ İSTERİZ BAŞÖRTÜMÜZ NAMUSUMUZDUR” şeklinde sloganlar atarak yasadışı istemlerini sıralıyorlardı.

Büyük ATATÜRK’ün iki tehlikeden biri olarak gördüğü ümmetçiliği ön plânda göstermeye koyulan (AVRUPA MİLLÎ GÖRÜŞ TEŞKİLÂTI) bir zaman sonra kendi aralarında düştükleri fikir ayrılığı sebebiyle ikiye ayrıldılar. Neydi bu iki ayrı fikir? “Bir yanda Türkiye’de iktidarı cihat yoluyla almak, diğer yanda iktidarı parti yoluyla almak.”

İşte bu iki fikir içinde CİHAT’ı benimseyenler “İSLÂMÎ CEMİYET VE CEMAATLER BİRLİĞİ”, parti yoluyla iktidarı elde etmek isteyenler de “MİLLÎ GÖRÜŞ” adında iki ayrı dernek oluşturdular. İslâmî Cemiyet ve Cemaatler Birliği kesimindekiler cihat provaları yaparken, Millî Görüşçüler İKTİDARA GİDEN DİKENLİ YOLDA PARTİ BİZİM AYAKKABIMIZDIR sloganını kullanıyorlardı. Yasadışı örgütlenmelerde görülen üç aşama dinci (sofistik) örgütlenmelerde, “TEBLİĞ-CEMAATLEŞME-CİHAT” olarak görüldüğü hâlde, Millî Görüşte son aşama CİHAT olmayıp “PARTİ YOLUYLA İKTİDARA GELMEK” şeklinde çizilmişti.

Fikir ayrılığı su yüzüne çıkınca da “cihat” ile iktidarı ele geçirmek isteyen İslâmî Cemiyet ve Cemaatler Birliği (Cemalettin Kaplancılar) önce “İSLÂM FEDERE DEVLETİ” daha sonra “ANADOLU İSLÂM FEDERE DEVLETİ” adıyla sözde bir devlet kurduklarını söyleyip eylem hazırlığı içinde olduklarını da bildirdiler. Diğer yanda da “MİLLÎ GÖRÜŞ” yandaşları ise, önceleri gizli bir şekilde bir siyasî parti içinde fikirlerini sergilediler, sonraları da açıkça MSP, MNP adındaki siyasî partiler içinde, bir zaman sonra iktidara ortak olan Refah Partisi içinde göründüler. Bu siyasî parti, faaliyetlerinden dolayı Anayasa Mahkemesince kapatılınca, yeni bir parti FAZİLET Partisi içinde sinerek çalışmaya koyuldukları gözlendi.

Cihat aşamasında kendini oluşturduğunu sanan ve bir dış devletin de yardımına ulaşan HİZBULLAH dinci örgütünün faaliyetleri emniyet ve jandarma güçlerinin sıkı takibi sonunda durdurulup tümüne yakın tetikçisi diğer deyimle cihat görevlisi yakalanarak adalete teslim edilmiştir.

Görülüyor ki 1950 yılında başlayan dinci görüş yandaşlarının 1975 yılından itibaren başlattıkları seri çalışmaları, 1991 yılından sonra geliştirdikleri hareketler artık açık seçik ortadadır. Yapılan operasyonlar sonunda dinci örgütlenme içinde yakalanmış ve adalete teslim edilmiş olan vatan hainleri, cihat görevlileri bakalım mahkeme huzurunda kendilerini nasıl savunacaklardır?

Bu dinci örgütlenmelerin dışında bir başka mevzide örgütlenenlere de rastlanmaktadır. Örneğin Türkiye’de şeyhlik, tarikatçılık gibi bölgesel örgütlenmeler yanında, eğitim şemsiyesi altında Fethullah Gülenciler ile bir değişik yönde de Atatürk ve dinî birleşim içinde Türk Milliyetçiliği şemsiyesi altında faaliyetleri takip edilen Adnan Hocacılar isimleriyle varlıklarını sürdüren örgütlerin devletimize nasıl ve ne şekilde zarar verecekleri ayrı bir merak konusudur.

Çünkü yapılan bu araştırma ile Fethullah Gülen isimli zatın dinci faaliyeti Türkiye’de ve dünyanın her yerinde açtığı okullar içinde özenle izlenmektedir. İlk nazarda Türk okulları ismiyle dünyanın her yerinde açtığı okullarda, İstiklâl Marşımızı söyleten, devlet yapımızı dış devletlerde de eğitim içinde gösterme işlevinde bulunan Fethullah Gülen’in aslında ne yapmak istediğinin daha belirgin ispatlanmamış olduğunu söyleyebiliriz. Gizli emelini bu faaliyetler içinde daha ne zamana kadar saklayacağı araştırmalar sonucu anlaşılacaktır.

Gene bir başka zeminde “ADNAN HOCACILAR”ın ise görünürde Atatürk Milliyetçiliğine dayalı, dinde Atatürk, Atatürk İlke ve İnkılâplarına uygun, fiziksel güzellik içinde bilgi, görgü ve bilimsel beceriyi de ön plânda görüntüleyerek bir cemaat oluşturduğu gözlenmektedir. Bu dinsel cemaatin faaliyetlerinin zararlı olup olmadığı araştırılmaktadır.

Bu iki ayrı cemaatin haklarında soruşturma yapılmakta olduğu için daha geniş bilgi aktarılmasının doğru olmayacağını düşünüyoruz.

“Politika içindeki hoşgörüden ve verilen tavizlerden kaynaklanan din sömürücülerinin, vicdanları istilâ etmeye kalkışan dinci kesimin irticaî hareketinin ve yaptığı tahribatın” Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde ne kadar büyük bir tehlike olduğu açıkça ortadadır. Herkesin iyi bilmesi ve de öğrenmesi gereken şey, “Üniter devlet yapımız içinde lâik devlet düzeninde ve Atatürk Milliyetçiliğinde” ne dinci yasadışı faaliyetlerin ne de bölücü komünizmin yeri vardır. Bu tür örgütlenmelerin, taviz ve hoşgörü ile önlenmesi mümkün değildir. Bu iki zararlı faaliyet için tedbir öylesine alınmalıdır ki, Hizbullah vahşetinden daha büyük vahşetler ile karşılaşılmasın!..
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -