Ana Sayfa 1998-2012 Türkiye Kıskaca Alınıyor

Türkiye Kıskaca Alınıyor

5 Nisan 2001, Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu Ankara’da.

- Reklam -

Bu ziyaret öncesi Atina’ya davet edilen Türk medyasına sıcak mesajlar veren Papandreu günlerdir manşetlerde. Türk basınının mütareke basınını aratmayacak köşe yazarları bu ziyaret öncesi kraldan çok kralcı bir tavırla döktürdüler gene.

“Türk-Yunan dostluğu”; “17 Ağustos depreminden sonra oluşan Türk-Yunan kardeşliği”; Papandreu’nun Türkiye’ye bir kez daha “zeytin dalı uzattığı” artık Atina’nın sesinin Ankara tarafından dinlenmesi; Türkiye’nin bu iyi niyet dileklerine aynı cevabı vermesi gerektiği safsataları dile getirildi.

Komşumuz Yunanistan’ın bu şovu sırasında Ankara’daki Yunanistan Büyükelçisinin Atina’ya, Yunan Dışişlerine gönderdiği ve her konuda Türkiye’yi suçlayan yıllık raporunun basına sızmasıyla Yunan ikiyüzlülüğü ve utanmazlığı bir kere daha gözler önüne serildiyse de elhak basınımızın Helenistik yazarları dikkatleri başka yöne çekmeyi başardılar.

Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisinin Yunanistan Dışişleri Bakanlığına gönderdiği on üç sayfalık bu raporda Büyükelçi: “2000 yılı Türk-Yunan ilişkilerini sert bir biçimde ele alıp değerlendirmişti.”

Raporun basına sızmasıyla zor durumda kalan Yunan Dışişleri Bakanlığı her zamanki yüzsüzlük ve pişkinliği ve de utanmazlığı ile raporu bütünüyle Büyükelçinin “kişisel görüşleridir” açıklaması ile geçiştirmeye çalıştı.

Papandreu’nun estirmeye çalıştığı “barış rüzgârı”nın aldatıcı etkisi altında Ankara’da yapılan görüşme sırasında dışa sızanlardan anladığımız kadarıyla ortada uzatılmış bir zeytin dalı bulunmamaktadır. Bilakis değişmeyen malûm Yunan isteklerinin ve bazı dayatmaların içinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasal krizi de fırsat bilerek önümüze sürdüğü görülmektedir.

- Reklam -

Basına aksedenleri değerlendirdiğimizde iki ülke sınırındaki kara mayınlarının temizleneceğini öğrenmiş olduk.

Merak ettiğimiz, Türk düşmanlığını çocukluk günlerinden itibaren Yunan halkına aşılayan Ortodoks kilisesinin ve Yunan devlet felsefesinin kafalarda yarattığı mayınlar da temizlenecek mi acaba?

Türkiye’nin savunma harcamalarını kısmasını isteyen Papandreu’ya; bu harcamaların sadece Batı da Yunanistan’la komşu olmaktan kaynaklanmadığı, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada birçok komşusuyla problemi olduğu, güneydoğusunda ciddî birtakım sıkıntılar yaşadığı; yıllardır saldırıya uğradığı, hattâ bu problemlerin yaşandığı komşularla Yunanistan’ın birebir ilişkileri dolayısıyla suç ortaklığının da varit olduğu acaba hatırlatıldı mı?

O saldırıların arkasında terör örgütüne verilen destekle Yunanistan’ın da başından beri yer aldığı; terörist başı Apo’nun Yunan devletinin yataklık ve desteğine mazhariyetinin Atina’da ve Kenya’da suçüstü oluşu da hatırlatıldı mı acaba?

Yunanistan’ın terörist devlet imajını ortadan kaldırmak için 17 Ağustos 1999 depremi bahanesiyle yaratmaya çalıştığı görünürde güler yüzlü, iyi niyetli, dostluk havası verilen iki yüzlü politikasının inandırıcı olmaktan uzak, fırsatçı bir politika olduğu; Yunanistan’ın bunu her fırsatta yaptığı ve Türkiye’nin bu ayak oyunlarını bildiği kendilerine ihsas edildi mi acaba?

- Reklam -

Samimiyetini ispatlaması açısından Türkiye’nin burnunun dibindeki Ege adalarını antlaşmalara aykırı şekilde silâhlandıran Yunanistan’ın “askersizleştirme, silâhlanmaya son verme” gibi önerilerini Türkiye’ye sunmadan önce bu adaları silâhsızlandırması gerekmez miydi acaba?

Yunan iyi niyetini savunan ve Türk kamuoyunu yönlendirmeye çalışan medyamızın Helenistik kalemşörleri bu konuda Papandreu’ya bir hatırlatmada bulundular mı acaba?

Değerlendirmelerimizi bazı gerçeklerin ışığında yapalım.

Yunanistan şu anda AB’ne girmiş, ekonomisini düzeltmiş, kendini güvenliğe almış durumdadır. Yıllardır batıdan aldığı Türk düşmanlığına dayalı desteği şimdi AB şemsiyesi, kanatları altında resmîleştirmiştir. Tuzu kurudur.

Yunanistan, terörist devlet görüntüsünü ortadan kaldıracak bir barış taarruzunu başlatmıştır Türkiye’ye.

Hem de Türkiye’nin bu en zayıf anında, ekonomik bunalım ve siyasal belirsizlik ortamında bulunmasını değerlendirerek uluslararası arenada sıkıştırmaya çalışmaktadır. Sayısız kaynaklara, bölgesel imkânlara, dağ gibi potansiyeline rağmen Türkiye’nin içinde bulunduğu bu yapay-siyasal âcizlik durumundan istifade etmek için bundan uygun fırsat olabilir mi?

Yunanistan, krizle boğuşurken haklılığını anlatamayan bir Türkiye görüntüsünden istifade etmek istemektedir. Samimî değildir ve Türkiye’ye karşı beslediği art niyetlerinden vaz geçmemiştir.

“Kıbrıs’ta barış yapalım, Türkiye de adadan askerlerini çeksin” mesajını veren Papandreu’nun gerçek istekleri şunlardır:

a- AB içindeki Yunanistan, adayı AB şemsiyesi altına girmesi dolayısıyla ilhak etmek istemektedir. Bu bir gizli Enosi istir. Ve önündeki tek engel Türk Silâhlı Kuvvetleri’dir.

b- 2003 yılında bir AB toprağı olacak Kıbrıs’a Avrupa Güvenlik ve Savunma Ordusu (AGSK) yerleşsin fikrinden yola çıkan Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı şimdiden bu konuda AGSK ile görüşmelere başlamış ve de AB kanalı ile Türk tarafına bu taleplerini iletmişlerdir.

c- Türkiye Kıbrıs’tan askerlerini çektiği andan itibaren; AB’nin de içinde olmadığı ve kolay kolay da alınmayacağı için ancak Kıbrıs Adası’nı Toroslardan seyretmekle yetinecektir. 1959-1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları bu fiilî durumdan sonra geçersiz kılınacaktır. Ada AB şemsiyesi altında Yunanistan’ın bir parçası olacaktır.

d- Türk askerinin çekildiği Kıbrıs Adası askerden arındırılmayacaktır. Bilâkis şu anda dahi ağzına kadar uçaklarla, füzelerle ve nükleer silâhlarla dolu İngiliz üsleri bölgedeki faaliyetlerine devam edecektir.

Bu askerî üsler İngiltere ve ABD tarafından ortaklaşa kullanılmaktadır.

Irak üzerindeki son uçuşlar ve bombalamalar, Kıbrıs’taki bu üslerden yapılmaya başlanmıştır.

Bugün için müttefikimiz dahi olsalar bu üslerin Türkiye için de bir tehdit oluşturduğunu kabul etmek zorundayız. Adadan çekilen TSK’nın yokluğundan sonraki bu tehdidin genişlemesinin; özellikle dostlarımızca hasmane bir tutumla tarafımıza sıkça uygulanan ambargo ve baskılara ilâveten yaratacağı gelişmeleri de göz ardı edemeyiz.

e- Papandreu “Ada askerden temizlensin” derken İngilizlerin ve ABD’nin adadaki silâh deposundan, üslerinden, Kıbrıslı Rumların ve Yunanistan’ın adada yaptığı olağanüstü askerî yığınaktan, Rum-Yunan ortak üslerinden hiç söz etmemektedir.

Bütün derdi varsa yoksa Türk askeri!..

Türk askerinin adadan çekilmesiyle Kıbrıs’ta Rumlar ve Yunanistan için sorunların çözüleceği doğrudur. Ama Türkiye için sorun çözülmeyecektir. Bilâkis yeni sorunlar birbirini takip edecektir. Böyle bir gelişme neticesi “Megali İdea” gerçekleşecek, Kıbrıs Yunanistan’ın doğal bir uzantısı olacaktır.

Uluslararası antlaşmalara göre üsler bölgesi İngiliz toprağı sayıldığından bu bütünleşmeden İngiltere zarar görmeyecektir.

Şu anda İngiliz üslerini bu “Yeni Dünya Paylaşım ve Yağma Düzeninde” çıkarları doğrultusunda kardeş kardeş kullanan İngiltere ve ABD’nin yanı sıra; 2003’te AB tarafından Kıbrıs’a yerleştirilecek AGSK güçleri de adada yerlerini alacaktır.

Bu paylaşım ve yağma düzeninde Batı için var olan ve var olacak “Şark meselesi” yeniden ısıtılırken İngiltere ve ABD’nin yanı sıra Almanya-Fransa ve AB’nin diğer mensupları da ellerini keyifle oğuşturmaya şimdiden başlamış bulunmaktadırlar.

Bu bir komplo teorisi filan değil, ifade ve itiraf edilmekten kaçınılan gerçeklerin ta kendisidir.

Yunanistan son iki yıldır yazılan senaryoyu diğer Batılı dostlarımızla müştereken sahneye koymuştur. Tekrar ediyoruz: Yunanistan samimî değildir.

Türkiye’ye zeytin dalı falan uzattığı da yoktur.

Eğer Yunanistan samimî olsaydı; AB içinde herkes savunma harcamalarını kısarken yeni silâhlanma programı yapıp son iki yılda silâhlanmasını hızlandırmazdı.

Kriz doğuran S-300 füzelerini alıp Girit’e yerleştirmezdi.

Kıbrıs’ta iki büyük askerî üssü tamamlayıp hizmete açmazdı.

Güney Kıbrıs Rum Kesimini, Kıbrıs için oldukça büyük olan yılda dört yüz milyon dolarlık silâh alımına teşvik etmezdi.

Geçtiğimiz 2000 yılı yazı Nato manevralarında ve Güney Kıbrıs’ta yapılan askerî tatbikatlarda olay yaratıp güç ve gövde gösterisinde bulunmazdı.

ABD ve AB içinde Ermeni tasarılarının geçmesi için Ermeni lobisiyle yoğun iş birliği yapmazdı.

Ocak-Şubat 2001 içersinde gelişen ilişkiler çerçevesinde Ermenistan ve İran ile Türkiye’ye karşı yeni askerî ittifaklar içerisine girmezdi.

Ne yazık ki Yunanistan bunların hepsini yapmıştır. Bundan sonra da elinden geleni yapmaya devam edecektir. Kendimizi kandırmayalım Yunanistan, Türkiye’nin AB’ne girmesine destek filan vermez; destek veriyor görüntüsünde hep tek taraflı istek ve taviz taleplerinde bulunacaktır.

Şu anda bir Yunan vatandaşının vizesiz girebildiği Türkiye’den, Yunanistan’a bir Türk vatandaşı vizesiz gidememektedir. Mütekabiliyet esasına dahi aykırı olan bu davranış, tek yanlı ilişkilerin kimlere yaradığını göstermesi bakımından ibretle değerlendirilmelidir.

İki ülke arasındaki ticaretin artırılması, çifte vergilendirmenin kaldırılması için çaba harcanmasını da bu mantık çerçevesinde değerlendirirsek Yunan ticaret erbabının çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi bir açık pazar gibi kullanacağı neticesine ulaşabiliriz.

•••

Dünya Bankası başkan yardımcısı Johannes Linn geçtiğimiz günlerde içinde bulunduğumuz ekonomik-siyasal durumla ilgili olarak hazırlanan “programın başarılı olması için siyasî ve sosyal olarak desteklenmesi gerekir” ifadesini kullanmıştı.

Kasım 2000 sarsıntısından bu yana tırmanan, Şubat 2001’deki gelişmelerle patlama noktasına gelen sözde ekonomik, gerçekte siyasal krizin sarsıntıları sürerken yol gösteren çok oluyor nedense.

Madem uluslararası dostlar böyle diyor, konuşmaktan geri kalmak olur mu?

Daha birkaç ay öncesine kadar başarılı olduğunu ifade ettikleri hükûmete ve politikasına destek veren çevreler, özellikle iş çevreleri hemen feryad-ı figan ile aba altından sopa göstermeye başladılar.

Yaşanan bu krizde siyasîlerin, bürokratların, hükûmet edenlerin olduğu kadar bu çok konuşan, dayatmaya alışmış iş çevrelerinin de suçu yok mu acaba?

Banka yolsuzluklarından, hortumlamalardan, kapalı kapılar arkasındaki ihalelerden istifade ile bugünlere gelen çevrelerin kendi içlerindeki birtakım şaibeli iş adamlarının kanun önünde hesap verme durumuna gelirken bu operasyonların daha nerelere kadar uzanacağının telâşı ve endişesi ile yaşadıkları panik ve piyasadan çok kısa bir zamanda yurt dışına kaçırılan kara para trafiğinde etkileri olduğu söylentileri gerçek mi acaba?

– “Vah benim memleketim! Vah benim insanım! Bir gecede benim insanım % 40 fakirleşti” diyenler; birtakım bankaların (özellikle yabancı menşeli bankaların) aniden döviz toplamasını (bir milyon Türk lirasında dolar sabit kalacaktır denirken 1 milyon 350 bin TL’na çıkmasına) kârlarına kâr katmasını ellerini oğuşturarak seyretmiştir.

Vatandaşın yastık altındaki varlığının % 10’unun, krizi aşmakta kullanılması için fedakârlıkta bulunmaya davet eden iş çevreleri; nedense bu ülkenin ve bu devletin imkânlarıyla elde ettiklerinden, yurt dışındaki imkânlarından (şahsî kredi ve dışardaki menkul ve gayrımenkul yatırımlarından) belli bir yüzdeyi memlekete aktarmayı düşünmemektedirler.

Yurt dışında evleri, malikâneleri, yatırımları olan, zirvedeki bu zat-ı muhteremlerden yol göstermenin ötesinde Türk insanı bu fedakârlığı beklemektedir.

Bu cumhuriyeti kuran Türk milleti o yokluk günlerindeki var olma-yok olma çizgisinde destanlaşan Türk Kurtuluş Savaşı’nda elindeki avucundakini (mintanından şalvarına; çorabından çarığına; buğdayından atına-katırına kadar) devletine, ordusuna vermekte tereddüt etmemiştir. Bu devlet, bu cumhuriyet bu fedakârlığın ve azmin neticesinde bugünlere gelmiştir.

Eğer kriz Türk milletinin fedakârlığı ile düze çıkacaksa, Türk milleti bunu yine gerçekleştirir. Ne var ki herkes kendi payına düşen görevi yerine getirsin.

Dışardan konuşarak, Türk milletinin tepesine binerek, hataları suçsuz kişilere ödeterek yola devam edilmesin.

Türk milleti, siyasîleri olduğu kadar bu zevatı da değerlendirmektedir.

Türkiye’nin 100 milyar dolar dış, 100 milyar dolar iç borç olmak üzere cem’an 200 milyar dolar bir borç batağında bulunduğu ifade edilmektedir.

Gayrısâfi millî hâsılamızın resmî rakamlarla; kişi başına 3500 dolar olmak üzere cem’an 227 milyar doların üzerinde olduğu da yine yetkililerce ifade edilmektedir.

Birtakım uzmanların ve de yetkililerin ifade ettiği gibi kayıt dışı ekonominin de varlığının bilindiği Türkiye’de gerçek gayrısâfi millî hâsılanın 400 milyar dolara baliğ olduğunu da göz önünde tutarsak; yaşanan bu krizin karşılanamayacak bir borç olmadığı, bir kaşık suda koparılan fırtınanın ne amaçla çıkarıldığının iyi tahlil edilmesinin altını çizmeliyiz.

Ekonomik denilen ama aslında siyasî olan bir kriz yaratılmıştır.

Bu krizi yaratan faktörler arasında AB çerçevesinde gümrük birliğinin etkilerini de belirtmek zorundayız.

Türkiye, AB ile Gümrük Birliği Antlaşması imzalamıştır. Antlaşma ile AB ve Türkiye arasındaki gümrük duvarları yıkılmıştır. Diğer aday ülkelerde görülmeyen bir özel uygulama, AB’ne girip girmeyeceği dahi şu ana kadar kesinkes belli olmayan Türkiye’ye tatbik edilmiştir.

Antlaşma 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmiştir. Türkiye, ekonomik açıdan AB’nin nüfuz alanı içine girdiğini maalesef anlayamamış, veya bazıları anlamış da millete ifade etmekten çekinmiştir.

Türkiye-AB dış ticaret istatistiklerine baktığımızda, önemli rakamlarla karşılaşmaktayız.

1996 öncesinde beş yılda Türkiye’nin AB ile dış ticaret açığı 15 milyar doları zor bulurken, gümrük birliğinin yürürlüğe girmesinden sonra bu açık dört kat artarak 60 milyar dolara yükselmiştir.

Son beş yılda Türkiyemizin AB’ne ihracatı ortalama olarak % 5 artırılırken, AB’den ithalatımızın yıllık ortalaması % 10’u geçmiştir.

Neticede gümrük birliği AB menfaatleri doğrultusunda çalışan bir çarka dönüşmüştür.

GB’den önce Türkiye’nin tüm dış ticareti içinde AB’nin payı % 45’lerde iken şimdi % 55’lere çıkmıştır.

Bu durum açıkça göstermektedir ki Türkiye AB’nin ortağı değil, pazarıdır. Ve de aldık alıyoruz teraneleriyle bekleme odasında bekletilen Türkiye’nin AB’ne dahil edilmesi, bu özel GB şartlarını zaten Türkiye’ye kabul ettirmiş AB için bir önem taşımamaktadır.

GB’nin 5 beş yıllık uygulamasında yılda ortalama 12 milyar dolar gibi olağan üstü bir dış ticaret açığının Türkiye’nin döviz rezervlerini erittiğini artık itiraf etmeliyiz.

Yine itiraf etmeliyiz ki GB’nin yarattığı bu sıkıntının yanı sıra, İMF ve Dünya Bankası’nın dayatmaları neticesinde Türk insanı bu yeni dünya paylaşım ve yağma düzeninde birtakım oyunlara kurban edilmek istenmektedir.

Hudutlarımız dışında birtakım yeni şekillenmelerin, emrivakilerin Türk milletine kabul ettirilmesi için gayretler sezilmektedir.

Ekonomik tedbirler manzumesi diye dayatılan İMF yasalarının bu çöküşü hızlandıracağından endişe etmekteyiz. Alelacele çıkartılan şeker yasasını, arkadan gelmekte olan tütün yasasını, buğday stoklarının eritilme taleplerini vb. bu manzumede sıraladığımızda; rahatsız olan bazı çevreler komplo teorileri diye dudak kıvırarak bu endişeleri alaya alabilirler.

Gerçekte provakasyonlara komplo teorisidir diye atıfta bulunmak, yorum yapmak da komploya dahildir!..

•••

ABD’nin “Yeni Bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisinin” ABD’nin bölgesel menfaatleri doğrultusunda bu son gelişmelerde Türkiye’de uygulanmaya başlanıp başlanmadığını merak etmekteyiz.

Basına sızan destek ve yönlendirme mesajlarıyla; özellikle baba Bush’un Türkiye ziyaretindeki ilişkileri, “dibe vuran Türkiye’den” kelepir yatırımları satın alma niyetlerini açıklayan ifadelerini okuduğumuzda; yabancı gayrımenkul ticareti yapan kuruluşları ve bunların işbirlikçilerinin faaliyetlerini; Karadeniz’de Ermenistan’a özelleştirme veya işletme olarak çıkış kapısı sağlama gayretlerini basından takip ettikçe bu merakımız artmakta ve acaba demekteyiz!..

•••

TÜRK devletine diz çökertmek için dışardan olduğu kadar içimizden de bazı dış güçlerin muhiblerince oyunlar sergilenmektedir.

Piyasa ekonomisi adı altında “rant ekonomisi”; siyaset ve demokrasi adı altında “devlet kaynaklarına hükmetme” uygulaması ve anlayışı artık terk edilmelidir.

Soygun ve yağma düzeni ile uyuşturucu trafiğinin oluşturduğu gayrimillî unsurlar “millî” devlet fikrini zaafiyete uğratmak için her türlü yola tevessül etmektedir.

Bu buhranı yaratan yeğenler, yiyenler, kayınvalideler, hortumcular, sabetaist kökenli zat-ı muhteremler ellerini oğuşturmaktadırlar.

TÜRK esnafı emeğinin, alınterinin karşılığını alamamanın, ezilmenin, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmenin haklı infiali ile bugünlerde sokaklara dökülmüştür. Türk milletinin temel direği olan orta sınıfın temsilcileri Cumhuriyet döneminde ilk defa böyle bir tepki sergilemektedir.

Tarihimizde örnekleri olan Patrona Halil ve Kabakçı Mustafa İsyanları’nın bir esnaf hareketi olarak başladığını değerlendirdiğimizde durumun vahameti açıkça görülür.

TÜRK esnafının yanı sıra, TÜRK tarımı üzerinde de birtakım hesapların ve dayatmaların olduğunu gördüğümüz şu günlerde TÜRK milletinin bel kemiğini temsil eden ORTA sınıfın hedef seçildiği fark edilmektedir.

“Büyük Türk Birliğine” gönül vermiş Türkçüler; Türk Milliyetçiliği hedeflerinden uzaklaşmak istememektedirler.

Uyanık olmak, oyunlara düşmemek mecburiyetindedirler.

TÜRKÇÜ, Türk Milliyetçisi slogan milliyetçiliğinin ötesinde TÜRK gibi yaşamak, TÜRK gibi davranmak, TÜRK gibi karar vermek mecburiyetindedir.

TÜRK Milliyetçisi toplumcudur ve TÜRK’ü sevmek zorundadır.

Türkçü, gayrımillî sözler duymak istememektedir. Bazı ifadeler Türk milliyetçilerini rencide etmektedir.

Türk Milliyetçileri hiçbir zaman kapı kulluğunu kabul etmemiştir. Tenkitlerini, ikazlarını, töresine uygun yapmış, yapmakta ve de yapacaktır.

Türk insanı 30 bin kişinin kanına giren eli kanlı katilin idam edilememesini de hazmedememektedir.

Türk insanı açlıkla ve yoklukla terbiye edilmeyi hak etmemiştir.

Türk esnafı ve de Türk köylüsü sıkıntıdadır. Bugün şeker yasasıyla başlayan tarımdaki operasyonun tütün, buğday vb. birtakım dış kaynaklı emrivakilerle nerelere uzanacağını düşünmek bile istemiyoruz.

Türk insanının onuru ile oynanmak istenmektedir. Onuru ile oynanan insanın davranışlarını kontrol etmek güçtür.

Böyle bir kaos ortamında; birtakım emrivakiler, tepeden inme oluşumlar Türk insanına dayatılabilir.

Ne var ki sorunların çözümlendiği yer Okyanus ötesinde değildir. Sorunlar TBMM çatısı altında çözülecektir.

Baykuş seslerinin öttüğü şu günlerde Türk Milletinin BOZKURT kükremesine ihtiyacı var.

Cumhuriyet rejiminin erdemlerine inanan TÜRK Milleti bu badireyi de atlatacaktır.

DİL BİR; BAYRAK BİR; MİLLET BİR; VATAN BİRDİR

CİHAN DURDUKÇA, TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -