ATSIZ
Karardı gündüzlerim,
Kış oluyor yazlarım,
Dumanlanan gözlerim
Uzak yakın seçmiyor.
Bir gönülüm: Muratsız,
Bir kartalım: Kanatsız.
Kendinden geçse Atsız,
Dakikalar geçmiyor!
Sunduğumuz bu mısralar, 31 Mayıs 1944’te dillendirilmiş bir şiirin son iki kıt’asıdır. Onları söyleyen, 3 Mayıs 1944’te Ankara’da vuku bulan bir gençlik gösterisi bahane edilerek Türkçülere karşı başlatılan “devlet terörü”nün muhataplarından biri olan Hüseyin Nihal Atsız’dı. O ve 23 ülküdaşı, “Irkçı-Turancı” oldukları suçlaması ile “Sanasaryan Hanı İşkenceliği”ne kapatılmıştı. Orada işkencenin her çeşidini görüyorlardı. Fakat onlara en çok dokunan “ihtilattan men” edilmeleri, kimseyle görüştürülmemeleri, evlerinden ve ailelerinden hiçbir haber alamamaları idi. İşte iki kıt’asını aktardığımız bu şiir, o acıları ve özlemleri dile getiriyordu. Durumlarında hiç bir değişiklik olmamış bulunmalı ki, şairimizin 25 Ağustos 1944’te yazdığı başka bir şiirinde de;
Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı?
Gitsem bulur muyum kendi yuvamı?
Kuş! Yolun nereye? Bizim eve mi?
Sen götür, ben haber salamıyorum.
…
Ulaşsa da sana yolların ucu,
Varmağa yetmiyor Atsız’ın gücü
İçimde dururken bu kadar acı
Hâlâ yaşıyorum, ölemiyorum.
(Sesleniş)
diyordu.
Bu örnekler, Atsız Beğ’in o dayanılmaz ruh haleti yanında, şairlikteki ustalığını da ortaya koymaktadır. Gerçekten, şiirlerinin bir araya getirildiği Yolların Sonu (İstanbul, 1992) adlı kitabı incelendiğinde onun, Türkologluk, fikir ad amlığı, roman yazarlığı gibi sıfatlarına şairliğini de eklemek gerekir. O, az sayıda şiirler yazmış olmakla birlikte, yazdıklarının hakkını vermiştir. Bu şiirlerin bir bölümü, yürekten bağlı olduğu ve uğrunda çok şeyini feda ettiği “Türkçülük” ülküsünün sevkiyle yazdıklarıdır. Fakat onun halk şiirimizden esinlenerek “koşma” ve “varsağı” türünde yazdığı lirik aşk şiirleri az değildir. Bunlarda rastlanan bazı “çapkınca” sayılabilecek deyişler okuyanları hem şaşırtır, hem de gülümsetir. Fakat onlarda aslâ bayağılık yoktur; duygular mısralara büyük bir coşku ve samimiyetle yansır. O, hayatının son dönemlerinde “ölüm” temasına ağırlık veren, tasavvufî sayılabilecek şiirler de yazmıştır.
Atsız Beğ’in şiirlerinde, büyük çoklukla, millî şiir veznimiz olan “hece vezni” kullanılmıştır. Bazı şiirlerinde de klasik şiirimizin vezni olan ‘arûz’un kullanıldığı görülür. Kendisinin, hece vezni yanında bu vezne de önem verdiğini, dersleri sırasında öğrencilerine o veznin başlıca kalıplarını öğretmeğe çalışan, bunu sağlamak için onlara bu kalıplara uygun sözler yazma ödevleri veren bir edebiyat öğretmeni olduğunu, onun öğrencisi olma mutluluğunu yaşamış bulunan Sayın Altan Deliorman, Tanıdığım Atsız (2. bs. İstanbul: Orkun Yayınları, 2000) kitabında anlatır.
Atsız’ın şiirlerinin önemli bir bölümünün Türklük ve Türkçülüğe ilişkin, vatan sevgisini dile getiren, kahramanlık ve hamaset şiirleri olduğunu söylemiş idik. Bunların çoğu Atsız’ın karakterine uygun sert, kesin ifadeler taşıyan şiirlerdir:
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de güneşler gibi parlayıp sönmemektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerektir;
Atılıştan sonra da bir daha dönmemektir.
(Kahramanlık)
Delinse yer, çökse gök, yansa kül olsa her yan,
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.
Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan,
Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz.
(Türklerin türküsü)
Bazıları da sevgi yüklü mısralardır:
Türk duygusu her Türkçüye en tatlı kımızdır,
Türk ülküsü candan da aziz bayrağımızdır.
…
Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez!
Atsız yere düşse de bu bayrak yere inmez!
(Türkçülük bayrağı)
Türk gençliğine seslenişi de ihmal etmez:
Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset,
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin, ne de et!
Tunçtan bir heykel gibi ebedî kalmalısın.
(Türk gençliğine)
Hepinize sevgilerle coşkun selâmlar!
Şehitlerimiz bile belki sizi selâmlar,
İçtiğiniz ıstıraplar size kımızdır,
Bu acılar mazimize selâmımızdır.
(Selâm)
O, bugün örneklerine adım başı rastladığımız millî duygulardan yoksun, eğlenmekten başka düşüncesi ve ufku olmayan kızlara, bir “Topal asker”in dili ile seslenir:
Ey saçları “alâgarson” kesik hanım kız;
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
beyti ile başlayan uzun bir şiirle eleştirir ve kınar. Buna karşılık bir Türk kızının nasıl olması gerektiğini şu güzel şiirle anlatır:
Pınar başına geldi,
Bir elinde güğümü;
Çattı yay kaşlarını
Görünce güldüğümü.
Bağlamıştı gönlümü
Saçlarının düğümü;
Bilmiyordum bu örgü
Acaba bir büğü mü?
Sordum: “Nerdedir yerin?
Nedir senin değerin?
Yedi kıral vurulmuş,
Ne bu ceylân gözlerin?
Hangisine varırsın
Bu yedi ünlü erin?”
Şöyle dedi bakarak
Göklere derin derin:
“Kıralların tacları
Beni bağlar büğü mü?
Orduları açamaz
Gönlümdeki düğümü.
Saraylarda süremem
Dağlarda sürdüğümü.
Bin cihana değişmem
Şu öksüz Türklüğümü!”
(Türk kızı)
Atsız Beğin şiirlerinde sıkça işlenen temalar arasında yalnızlık ve ölüm de vardır. O, yalnızlığı bir kader olarak benimsemişti. Ölümü ise hem bir kahramanlık unsuru, hem de hayatın en acı gerçeği olarak kabul ediyordu. Son şiirlerinden biri de bu tema üzerinde kurulmuştu:
Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim,
Bir ülkünün mehâbetinin zirvesindeyim.
Dünya denen mezellete dalsın her isteyen,
Ben ırkımın şeref taşan efsânesindeyim.
Herkes bir özleyişle yaşar..
Ben de öylece
Altay’ların ve Tanrıdağ’ın çevresindeyim.
Merdânelikle şöyle bakıp ayrılıklara
Son menzilin hüzün dolu kâşânesindeyim.
Artık vedâ zamanına pek fazla kalmadı;
Yorgun ve kimsesiz, ölümün bahçesindeyim…
(Sona doğru)
O’nu ebedîlik âlemine 11 Aralık 1975’te yolcu etmiştik. İnşaallah şu dileğine de kavuşmuştur:
Ey doğunun serinleten rüzgârı!
Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!
Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları,
Düştüğü yer uzakta “dilek” adlı bir saray.
O sarayda bulunca tanrılaşan erleri
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
Hepsi sussa da Kür Şad uzatarak elini:
“Hoş geldin oğlum Atsız, kutlu olsun!” diyecek.
(Yolların sonu)