Ana Sayfa 1998-2012 Türbeler, Türbeler...

Türbeler, Türbeler…

TÜRKİYE’ye ve Türk milletine olanları artık Türkiye’nin her yanında sokak aralarında en garibanlar bile hissetmeye, anlamaya başladı. Bunların hiçbiri yeni olmadı; evveliyâtı var. Biz çoğu kez, “50 yıldır” diyoruz, ama kötü milât için bir gün koymak gerekirse, ‘Atatürk’ün vefâtından beri’ diyebiliriz. [Atatürk’e ‘Allah rahmet eylesin’ demeliyiz; biz diyoruz. Atatürkçülük ile ‘rahmet okumak’ arasında bir çelişki yoktur arkadaşlar.]

- Reklam -

1940’ların başlarında İnönü, eski Yunan ile Nazi mimarisi kırması ‘Anıt-Kabir’i yaptırdı. Bendeniz ilkokulda iken, Atatürk’ün nâşını, nur içinde yattığı, sonradan ‘Etnoğrafya Müzesi’ olan binadan alıp merasimle ‘Anıt-Kabir’e taşıdılar. Biz de ilkokul çocukları olarak ve hüngür hüngür ağlayarak o merasimlere katıldık. Dün gibi gözümün önünde.

İlk bina, Cumhuriyet’in ilk yıllarında inşa edilmiş pek çok bina gibi, Osmanlı ve öncesi Türk geleneğini devam ettiren mimârîde idi. O yapılarda insan millî ruhunu hissediyor. İnönü devrinde başlayan anıt ve yapılar ise tam tersi.

Türklerin Avrasya’da binlerce yıllık bir türbe geleneği vardır. Çeşitli dönem Türk mimârîsinin en güzel örneklerinden bazıları da bu türbelerdir. Türbe, Türk’ün atasına, büyüklerine duyduğu saygının ifâdesidir. Timur Han’ın, hocası Hoca Ahmet Yesevî’nin anısına Türkistan’ın bugünkü Kazakistan beldesinde Yesi kasabasında yaptırdığı, Türk mavisi çinilerle bezenmiş kubbeli muhteşem tür beyi görüp de huşu duymamak mümkün değil. Avrasya’nın her tarafında, Türkiye dâhil, bugün Türk varsa bunu, büyük çapta Hoca Ahmet Yesevî ve onun yetiştirip dört bir yana saldığı (Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre gibi) öğrencilerine veya öğrencilerinin öğrencilerine borçluyuz. Burada hepsini minnet ve rahmetle anıyoruz.

Hoca Ahmet Yesevî’nin hocası da Aslan Baba idi. Bugünkü Kazakistan’da onun da güzel bir türbesi var. İlginçtir ki, Sovyetler komünistliği zamanında bile ve bugün dahî, iki genç için bir nişan veya nikâh merasimi yapılacağı zaman, o mutlu genç çift önce Aslan Baba’nın ve Hoca Ahmet Yesevî’nin türbelerini ziyaret ediyor. [Bunları oralarda bizzat gözümle gördüm.]

Hoca Ahmet Yesevî’nin örn. “Hikmetler Divânı (Divân-ı Hikmet)”, nefis, bugün de rahat anlaşılan bir Türkçe ile kaleme alınmış. Hayli sonra gelen, Türkiye’de daha çok âşinâsi bulunan Yunus Emre’nin eserlerine üslûp ve içerik bakımından temel teşkil eder. Biri Orta Asya’da, diğeri Anadolu’da.

Şimdi Türkiye’de bir yandan Türkçeyi, Türk edebiyatını ve Türk tarihini hâfızalardan silme faaliyetleri son sür’at süregiderken, bir yandan da ata türbelerimizin yıkıma terk edilmesi, hattâ altlarının oyularak veya doğrudan yıkılması kültürel cinayetlerin en büyüklerindendir. Bu ihanet suçlarını işleyen, işleten, veya onlara göz yumup âlet olanları büyük Türk milleti (yâni siz, biz, ve ahfadımız) hiçbir zaman affetmeyecek, mutlaka ve mutlaka hesabını soracaktır. Müsterih olun.

- Reklam -

Evet, derken, İnönü devrinden başlayarak türbe gitti, geldi Anıt-Kabir ve benzeri anıtlar. Çelenk konulan, Hıristiyan marşlarının çalındığı anıtlar. Tabiîdir ki bu yabancı ruhlu zorlamalar Müslüman Türk halkında uzun süre tepki uyandırdı (herhalde gaye de o olmalı). Devletin başındakilere karşı kendisini yabancı hisseden Müslüman ahaliyi de sonunda dış düşmanlar, Müslüman-Türk geleneklerini de tahrif ederek (Müslümanın Türk lâfına bile düşman edilmesi gibi) kullandılar; 150 yıldır pek çok Müslüman ülkede olduğu gibi sömürgeciler, istilâcı emellerini, Müslüman halkın kendinden zan ettiği kişiler vasıtasıyla gerçekleştirme yolunu tuttular. 50 yıldır sinsi sinsi yürüyen bu faaliyetler işte bugün artık gün gibi açığa çıkmış, alenî ve pervasızca yapılır duruma gelmiştir. Onun için dostlar, şimdi artık, daha da geç olmadan, bu meşum oyunları bozmak, devletiyle, milletiyle, “çağdaş”ıyla, dindarıyla tüm halkımızın tek vücut olma zamanıdır. Herkes, düşmanların milletimizin bağrına soktuğu nifakları, kasten yaratılmış ayrımcılıkları, kafalara şırınga edilmiş önyargıları bir kenara bırakacak. Biz Türkiye Türkleri, ne Yunanlının, ne Ermeninin, ne sahte AB’ci Avrupalının, ne Amerikalının devamı veya uzantısıyız. Biz bir ayağı asırlardır, hattâ binlerce yıldır Avrupa’da olan Asyalılarız. Batı’nın maymunu değil, derin Asya harsının, kültürünün sahibi Asya’nın efendilerindeniz. Büyük çoğunluğumuz Müslüman, ve hepimiz İslâm dünyasına da, sonra Batı’ya da bin yıldır her türlü medeniyeti getirmiş Türkleriz. Birliğiz, beraberiz. Kendi kaderimizi kendimiz belirler, şu an perişan hâle getirilmiş dünyanın tüm mazlum uluslarına da destek oluruz. Kendimize güveneceğiz, çalışacağız, ilerleyecek, kendimizi tarih sahnesinden silinmekten kurtaracağız. Ve atalarımıza tekrar lâyık olacağız.

Şimdi, altmış beş yıldır zihnimize kazınmış önyargılardan kendimizi kurtararak şöyle bir düşünelim:

Çoğu aydınlarımız, değerli Müslüman halkımızın zaman zaman, için için de olsa, Atatürk’e bigâne kaldıklarını görerek üzülmüşlerdir. Peki bu neden böyle oldu? Hiç düşündünüz mü? Diyorum ki, Atatürk’ün vefatından beri sergilenen, devleti elinde tutanların tavrı bunda büyük rol oynamıştır; örneğin türbe yerine “anıt” tavrı. Bir de (perdeleri yırtıp) şöyle bakalım: Tasavvur edelim: Ya o yabancı ruhlu anıt yerine Atatürk için örfümüze, geleneğimize uygun, Ankara’nın Anıt-tepe’sini süsleyen Türk mavisi çinilerle bezeli muhteşem bir türbe yapılmış olsaydı, ve oraya Hristiyan usulü çelenkler konulacağına, halkımız gelip düşman çizmelerinden yurdumuzu kurtaran, Müslüman bir Türk milleti olarak kalmamızı sağlayan Atatürk’ün ruhu şâd olsun diye orada Fatiha okusaydı ne olurdu? Kestirmesi zor değil, bütün millet Atatürkçü olurdu!
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -