Ana Sayfa 1998-2012 Tarih boyunca Türkçülük:Türk Ocağı kuruluyor

Tarih boyunca Türkçülük:Türk Ocağı kuruluyor

İKİNCİ Meşrutiyetle Birinci Dünya Savaşı arasındaki dönemde Türkçülük ülküsü belirli bir gelişme göstermişti. Bazı gazetelerde Türklük hakkında yazılar çıkıyor, Türkçülük ve Türkoloji ile ilgili dergiler yayımlanıyor, Türklük fikrini savuan dernekler kuruluyordu. Hâlâ Osmanlıcılık siyaseti güden İttihad ve Terakki, bir yandan da Türkçüleri kolluyor ve ilk Türkçü uygulamaları başlatıyordu. Ancak, Türkçülük ülküsü henüz sistemli bir hâle getirilememişti. Bütün faaliyetler bir avuç ülkücü aydın tarafından yürütülüyordu. Buna karşılık, Müslüman veya gayrımüslim unsurlar, kendi millî renklerini taşıyan veya millî ideallerini gerçekleştirmeyi hedef alan teşekküller kuruyorlardı. Türk okullarında okuyan azınlık çocukları da kendi aralarında ibret verici bir dayanışma içinde bulunuyorlardı. Kendilerini Arap, Çerkes vb. olarak tanımlayan öğrencilere karşı Türk gençleri belirsizlik içindeydiler. Türkçülük ülküsü, bu gençlere gittikçe çekici gelmeye başlamıştı. Onlar, millî kimliklerini tayin edici formülün Türkçülükte bulunduğunu sezmeye başlamışlardı.

- Reklam -

İlk kıvılcımı ateşleyen, Celâl Nuri’nin, Jön Türk gazetesinde yayımlanan bir makalesi oldu (Mayıs 1911). Celâl Nuri, bu makalesinde, eğitim hayatındaki olumsuzluklardan ve okulsuzluğun getireceği zararlardan söz ediyordu. 1908 Meşrutiyetinden sonra Donanma Cemiyeti adı ile bir dernek kurulmuştu. Bu dernek, deniz kuvvetlerini güçlendirme amacı güdüyordu. Bunun için, yeni ve modern savaş gemileri satın alınması gerekmekteydi. Bunu gerçekleştirmek için yaygın bir propaganda faaliyetine girişilmiş; halk, fedakârâne bir barış kampanyasına katılmış, toplanan paralarla İngiltere’ye iki savaş gemisi siparişi verilmişti. Buna benzer bir dernek de, eğitim hayatının canlandırılması, yeni okullar açılması için kurulamaz mıydı?

Celâl Nuri’nin makalesi, en çok Askerî Tıbbiye öğrencilerini etkilemişti. Askerî Tıbbiye’nin, siyasî ve ideolojik alanda öncü olmak gibi bir deneyimi ve geleneği de vardı. İlk hürriyet fikirleri Askerî Tıbbiye’de doğup yaygınlaşmış, Jön Türklerin önemli bir bölümünü Askerî Tıbbiyeliler meydana getirmişti.

Şu hâlde, yeni kurulacak teşekküle önderlik etme görevi de yine onlara düşüyordu.

Askerî Tıbbiyelilerden iki genç, Hüseyin Fikret ve Remzi Osman, hareketin ilk iki önderi oldu. Hüseyin Fikret, sürekli takip ettiği Jön Türk gazetesindeki makaleden etkilenmişti. Remzi Osman ise Tanin gazetesinin okuyucusuydu. Hüseyin Cahit (Yalçın)’in çıkardığı Tanin de, Celâl Nuri’nin yazısını destekliyordu. Remzi Osman’la Hüsiyen Fikret, kendi aralarında anlaştıktan sonra, Celâl Nuri’nin makalesini birkaç arkadaşlarına daha gösterdiler. Aynı gün, akşam üstü, okulun arkasındaki kırda 3. ve 4. sınıf öğrencilerinden beş-on kişi bir araya gelerek girişimi başlatma kararı aldılar. Görüyorlardı ki, gönlünde milliyet ateşi yanan bir aydın grubu yazılar yazıyor, dernekler kuruyor, dergiler çıkarıyorlardı. Ama bunların arasında ciddî bir uyum bulunmadığı gibi, arkalarında da daha kalabalık bir taraftar kitlesi yoktu. Bu boşluğun giderilmesi gerekiyordu.

O sırada Askerî Tıbbiye’de 360 kadar öğrenci okuyordu. Bunların bir kısmı Hristiyan, bir kısmı da Müslüman gayritürk unsurlardandı. Türk olanların arasında da -her zaman olduğu gibi- milliyet fikrine yabancı, kozmopolit olanlar bulunuyordu. Bütün bunlar çıktıktan sonra, geri kalan 228 Askerî Tıbbiye öğrencisi, aralarında anlaşmayı başardılar. Her sınıftan yüzde 5 oranında delege seçildi. Böylece 11 kişilik bir heyet meydana geldi.

Askerî Tıbbiye disiplini ve disiplini sağlayan içtüzük, öğrencilerin siyasî veya benzeri faaliyetlere katılmalarını, hele dernek kurmalarını kesinlikle yasaklıyor, bu türlü işlere kalkışanlara ağır cezalar verilmesini öngörüyordu. Buna rağmen, her türlü tehlikeyi göze alan genç Türkçüler, hafta sonunda bir araya geldiler. Toplantıya, Gülhane’de staj gören genç bir doktoru, Fuat Sabit’i de davet ettiler.

- Reklam -

Sınıflardan seçilen delegeler şunlardı: Hüseyin Fikret, Remzi Kazancılar, Edhem Erzincan, Behçet Fatih, Hüseyin Ankara (Ertuğrul), Hüseyin Gümüşhane (Baydur), Habib Tunus (Poyraz), İrfan Kıbrıs, Celâl, Haşim, Mahmut, Refet. Doktor Fuat Sabit’i de kendilerine önder seçmişlerdi.

Bundan sonra, sıra başvurulacak kimselerin belirlenmesine gelmişti. Görevli heyet, aralarında ikişer üçer kişilik gruplara ayrılarak belirlenen şahısları ziyaret etmeye başladılar. Bu faaliyet, ancak izinli oldukları hafta sonlarında yürütülebiliyordu. İki üç hafta sonunda, müracaatlar bitirilmiş, kendileriyle konuşulan kimseler teşebbüsü olumlu karşılamışlardı. Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti de teşebbüsü haber almış, desteklediğini bildirmişti.

Yusuf Akçura’nın Türk gazetesinde çıkan “Üç Tarz-ı Siyaset” yazısı dolayısıyla başlayan tartışmalara katılmış ve o andan itibaren adını duyurmuş olan Ahmed Ferit Bey de müracaat edilen kimseler arasındaydı. Kendisine Askerî Tıbbiyelilerin hazırladığı beyannameden bir suret verilmişti. Bu beyannamede şöyle deniyordu:

“Türk kavminin inkıraz hayatı yaşadığı bu vaziyete selefleri gibi lâkayt kalmayacağız. Ebedî bir mücadele olan millî hayatta muvaffakiyetin en büyük şartı maarif ve mekteplerin galebesi olduğu kanaatindeyiz. Meskeneti günah, faaliyeti ibadet gibi kudsî bildiğimiz müteşebbis, kavî ve servetli bir nesil yetiştirmek üzere Donanma Cemiyeti kadar vâsi ve münhasıran millî ve içtimaî maksatlara hâdim (hizmet edecek) bir cemiyetin teşkili lüzumuna inanıyoruz.”

Bu beyannameyi okumuş olan Ahmed Ferit Bey, kendisini evinde ziyaret eden Askerî Tıbbiye heyetini dinledikten sonra görüşlerini açıklamıştı. Ahmed Ferit Beyin görüşleri kısaca şöyleydi:

- Reklam -

1. Donanma Cemiyeti’nin semereli ve pâyidar olması, halkın bu ihtiyacı hissetmesinden ileri gelmektedir. Halbuki tasavvur edilen mektepler cemiyeti aynı tarzda yaşayamaz. Çünkü halk bu ihtiyacı henüz hissetmemiştir.

2. Mektep bir vasıtadır, gaye değildir. Gaye ise, milliyet duygusunun uyanmasıdır.

3. Bu gayeye varmak için yapılacak en mühim iş bir kulüp kurarak Türk gençliğini oraya toplamak, evvelâ millî hisleri uyandırmak ve kuvvetlendirmek gerektir.

4. Bundan sonra halkı uyandırmak ve yetişecek nesle bu duyguyu aşılamak için kulüp, malî kudreti nispetinde, her vasıtaya başvurabilir, konferanslar verir, risaleler, kitaplar yayımlar. Türk okullarına maddî, mânevî yardımda bulunur ve mümkün olursa yeni okullar açar.

Aynı saatlerde başka bir heyet şair Mehmed Emin Beyin evine gitmişti. Orada Rıza Tevfik ve Yusuf Akçura’yı da buldular. Onlar da, kendilerine daha önce verilmiş olan beyannameleri okumuşlardı. Konuşurlarken, Ahmed Ferit Beyin evinde de bir başka heyetin bulunduğu söylenince, hep birlikte oraya gitmeye karar verdiler. Ahmed Ferit Bey, yeni gelen konuklarına da görüşlerini tekrarladı. Bunlar, herkes tarafından paylaşılan fikirlerdi. Üzerinde pek az tartışma yapıldı ve görüş birliği olduğu anlaşıldı. Yusuf Akçura:

– Teşebbüse bir imam lâzım, dedi. Bu imamlığa en uygunu Tevfik Fikret Beydir.

Ancak, Tevfik Fikret, yapılan bütün müracaatları geri çevirdi ve önder olmayı kabul etmedi. (Tevfik Fikret’in milliyet ve beşeriyet konularındaki görüşlerini hatırlarsak, red cevabını daha kolay anlayabiliriz).

Teşebbüsün asıl sahibi olan Askerî Tıbbiyeliler, yeni kurulacak cemiyetin siyasete karışmasını sakıncalı buluyorlardı. İttihad ve Terakki Cemiyeti, o sırada iktidarı elinde bulunduruyordu. Bu cemiyetin yöneticilerinde bir rakip hissi uyandırmamak da lâzımdı. Hattâ belki cemiyetin desteği ve yardımı sağlanırsa başarıya daha kolay ulaşılabilirdi.

Bu amaca ulaşmak için, Ağaoğlu Ahmed Beyin evinde bir toplantı daha tertiplendi. Bu toplantıya, İttihad ve Terakki Cemiyetinin temsilcisi olarak İstanbul milletvekili Ahmed Nesimî Bey de davet edildi. Toplantı Nesimî Beyin başkanlığında yapıldı. Askerî Tıbbiye heyeti, teşebbüsten ne beklendiğini etraflıca anlattı. Bu defa daha uzun görüşmeler yapıldı. Sonunda, böyle bir teşebbüsün millet ve memleket için gerekli olduğu kabul edildi. Zaman uygundu. Tehlike de yoktu. Olsa bile böyle bir tehlikeyi göze almak lâzım gelirdi. Ferit Beyin görüşleri ise en uygun ve uygulanabilir yoldu.

Şimdi iş nizamnamenin hazırlanmasına gelmişti. Tıbbiyeli gençler, nizamnamede bulunmasını gerekli gördükleri hususları belirleyerek Ahmed Ferit Beye verdiler. O da teşebbüsün ruhuna sadık kalarak, yararlı gördüğü kısımları, hazırladığı nizamnameye aldı. Doktor Fuat Sabit’in teklif ettiği Türk Ocağı da derneğin adı olarak belirlendi.

Türk Ocağı’nın kurucuları şu şahıslardı: Mehmed Emin (Yurdakul), Dr. Fuat Sabit, Ahmed Ferit (Tek) ve Ahmed (Ağaoğlu). Geçici yönetim kurulu başkanlığına Mehmed Emin, ikinci başkanlığa Yusuf Akçura, kâtipliğe Mehmed Ali Tevfik (Yükselen), veznedarlığa Fuat Sabit Beyler getirildi.

Bu toplantı 20 Haziran 1327 (3 Temmuz 1911) tarihinde yapılmıştı. Bu tarih, Türk Ocağı’nın fiilen kurulduğu gündür. Ancak, Ocağın resmen kuruluşu 25 Mart 1912 tarihindedir. Aradan geçen dokuz aylık dönem, fiilî kuruluş ve resmî kuruluş arasında bir bekleme döneminin yaşandığını göstermektedir. Bunun sebebi, bazı kaynaklara göre, ittihad ve Terakki Cemiyetinin bir takım engeller çıkarmasıdır. Bu durumda, yoğun bir propaganda faaliyeti yürütülmüş, üye sayısı iki bine çıkınca, bu kararlı tutum karşısında İttihad ve Terakki de kuruluş iznini vermek zorunda kalmıştır.

Türk Ocağı’nın resmen kuruluşundan sonra Ahmed Ferit Bey başkanlığa getirilmiş, yönetim kurulunun diğer üyeleri yerlerinde kalmışlardır. Ancak, Ahmed Ferit Bey kısa süre sonra İfham gazetesini çıkarmak ve Millî Meşrutiyet Fırkasını kurmak suretiyle siyasete atılmak istediği için başkanlıktan ayrılmış, yerine Hamdullah Suphi (Tanrıöver) getirilmiştir.

Türk Ocağı’nın amaç maddeleri şöyledir:

“2. Madde – Cemiyetin maksadı, akvam-ı İslâmiyenin bir rükn-i mühimmi olan Türklerin millî terbiye ve ilmî, içtimaî, iktisadî seviyelerinin terakki ve i’lâsıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmaktır.

3. Madde – Cemiyet, maksadını elde etmek için Türk Ocağı adlı kulüpler açarak dersler, konferanslar, müsamereler tertip, kitap ve risaleler neşrederek mektepler açmaya çalışacaktır (…)

4. Madde – Ocak, maksadını tahsile çalışırken, sırf millî ve içtimaî bir vaziyette kalacak, asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasî fırkalara hâdim bulunmayacaktır.

Türk Ocağı’nın ilk toplantısı Akbıyık’ta, o sırada yayımlanmakta olan Türk Yurdu dergisinin idarehanesinde yapılmış, Ocak daha sonra faaliyetini Divanyolu’nda üç odalı bir binada sürdürmüştür. Tanin gazetesi sahibi ve başyazarı olan Hüseyin Cahid, kırk altın vermek suretiyle yardımda bulunmuştur.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -