Ana Sayfa 1998-2012 SUSMAK DA BİR CEVAPTIR

SUSMAK DA BİR CEVAPTIR

Son zamanlarda Türkiye’de etraf yine toz-duman. Sapla, saman birbirine karıştı. Kimin sağcı, kimin solcu, kimin vatansever, kimin hain olduğu belli değil. Milli birlik ve beraberliği savunanlar tu kaka, bölücülük yapanlar baş tacı. Türk milliyetçilerinin sesi şu veya bu şekilde kısılıyor. Herkes birbirini çeşitli sebeplerle suçluyor. Bütün bunlara gerek var mı? Elbette yok, ama bazıları Türkiye’nin tekerine çomak sokuyor ve sokmaya da devam edecek. Önemli olan bunu bilmek ve buna göre tedbir almaktır.

- Reklam -

Nihayet bütün dünyanın da yakından gözlediği gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Irak’a yaptığı operasyon vesilesiyle, Türkiye’nin birtakım kurumları arasında bir kargaşa veya biraz daha yumuşak söylemek lazımsa iletişimsizlik yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direği olan bu müesseseler neredeyse birbirleriyle harp edecek vaziyete geldiler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Türk milleti kurmuştur, fakat o da gücünü yine kendi içinden çıkardığı Türk ordusundan almıştır. Hülasa ordu milletin ta kendisidir.

Adı üstünde, cumhuriyet rejiminin dünyadaki diğer sistemlerden bazı farkları vardır. Bunun da en başta gelen göstergesi; halkın kendisini, seçtiği temsilciler vasıtasıyla yönetmesi, hukukun üstünlüğü, kuvvetler arasındaki ayrılık vs. Kanunlar ile kurum ve kişilerin yetkileri, sınırları belirlenmiştir. Kimse kendisini yasalara aykırı olarak büyük ya da küçük görme hakkına sahip değildir. Zaten devlet müesseseleri arasında bu nev’i çatışmalar olduğu takdirde, ortaya ciddi rahatsızlıklar çıkar. Tıpkı bu günlerde yaşadığımız gibi.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin kendi iradesiyle veya dışında, Kuzey Irak’taki bölücü harekete karşı düzenlediği operasyonun başlangıcı ve bitişi, Türk kamuoyunda olduğu üzere bütün dünyada da bir tartışma yaratmıştır. Burada üzerinde durulması gereken konu, Türk ordus unun Irak’ın içindeki kara harekatına kendi insiyatifiyle karar verip, vermediğinin yanı sıra; sonlandırılmasında da birtakım güçler veya ülkelerin etkili olup, olmadığıdır.

Elbette dünyadaki hiçbir devlet sadece kendi kuvvetine güvenerek başka memleketlerde, tıpkı ABD’nin yaptığı gibi, dilediğince at oynatma hakkına sahip değildir. Günümüz devlet anlayışı, uluslararası sözleşmeler ve hukuk vs. kurumlar buna müsaade etmiyor. Ama milli çıkarlar, ülke sınırlarının korunması söz konusu olduğunda, herkes eğer gücü varsa, devletinin selameti için, komşu ülke de buna karşı düşmanca bir tavır takınmadığı takdirde faaliyette bulunabiliyor. İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti böyle bir tehlikeyle yüz yüzedir. Fakat hata yaptığımız nokta şu: Bütün dünyanın gözü önünde Türk Devletine yönelik birtakım ayrılıkçı hareketler olmakta ve Türkiye’nin atacağı adımlar Birleşmiş Milletlerin büyük bir kesimi tarafından imzalanmış anlaşmalara uygun olduğu halde, biz her şeye rağmen kendi hudut güvenliğimiz hususunda ABD’ye danışır ve ondan habersiz operasyonda bulunamıyorsak; üstüne üslük “ABD’ye söylemeseydik de savaş mı çıksaydı” diye beyanlar verirsek, hem dünya, hem de kendi kamuoyumuzdaki devlet itibarımız ayaklar altına alınır, milletin onur ve şerefi zedelenir. Belki birtakım vatandaşımız “onur ve şerefimiz mi kaldı” diyebilir. Maşallah müttefik olarak gördüğümüz ülke, sürekli Türk milletinin hassas duygularını yok etmek gayesiyle psikolojik bir savaş uygulamaktadır. Ne yazık ki siyaset kurumuyla, basından da ona destekçiler var. Sözde kahramanların hiçbirinin sesi çıkmadığı gibi, her türlü emperyalizme yiğitçe karşı durmaya çalışan ve içerisinde bir nebze de olsa Türklük ateşi taşıyanların da, şu veya bu şekilde defterleri dürülmekte. Bütün milli reflekslerimiz kademe kademe yok edilmektedir.

Aslında amacımız şu anki hükümeti suçlamak da değildir. Bugün muhalefette olanlar, iktidardayken aynı hataları yapmadılar mı? Hiçbirinin diğerine diyeceği bir şey yok.

- Reklam -

Bütün bunlar bir kenara Kuzey Irak’a bir harekat oldu ve Türk ordusu daha sonra geri çekildi. Fakat operasyon sürerken, birden bire bize sıcak istihbarat desteği verdiğini söyleyen ABD’nin beyanları dikkat çekti. Önce Türk askerinin girmesine ses çıkarmayan ABD, sonra derhal çıkmamız yönünde ikazlarda bulundu. Dışişleri bakanını ülkemize yolladı, olmadı en yetkili ağzından bu işe son verilmesi yolunda talimatlar gönderdi. Tam burada Türk yetkililerin icraatlarıyla ters düşen konuşmalarına şahit olduk. Kimisi hiçbir yerden emir almayız derken, kimisi de harekat bir günde sürer bir yılda diyordu. Ama ne olduysa işte, ABD’nin dişini göstermesiyle Türk ordusu geri çekildiğini açıkladı. Bu gerçekten Türk Genelkurmayının plan gereği bir hareketi olabilirdi. ABD’nin beyanlarının bununla bir ilgisi olmayabilir de. Belki ABD Türk askerinin çekileceğinin zamanını bildiğinden, böyle bir strateji de takip etmiştir. Fakat bu saatten sonra kimseye anlatamazsınız ki, Türk ordusunun ABD’nin talimatıyla çekilmediğini. Zaten bu sırada hükümetle, ordunun arasında da bir irtibatsızlığın olduğu ortaya çıktı. İkisinin dedikleri de birbirini tutmadı.

Şimdi başlangıçta söylediğimize geliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokratik bir ülkedir. Devlet bazı kurumlar vasıtasıyla ayakta durmaktadır. Hükümet ve ordu da bunlardan biridir. Eğer ordu hükümete, daha doğrusu başbakana bağlı ise yapılanlardan veya alınan kararlardan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başbakanının haberinin olmaması bir ayıptır. Hiç kimse “başbakanın her şeyi bilmesine gerek yoktur” diyemez. Hükümetle, Genelkurmayımızın ilişkilerinin perde arkasını elbette tahmin edemeyiz. Kapalı kapıların arkasında ne olup, bittiği de herkesi ilgilendirmez. Ama siyasette bir tutarlılık olması lazımdır.

Burada aynı zamanda, işin başka bir boyutu üzerinde durmak istiyoruz. Bu son yaşanan olay vesilesiyle, muhalefet ile ordu komutanları arasında da söz düellolarına şahit olduk. Bu vaziyet ise, Türk milletinin ençok güvendiği Türk ordusuna karşı soruların doğmasına neden olmuştur. Bunu kimse inkar etmesin. Genelkurmay ile daha düne kadar askeri adeta ihtilal yapmaya çağıran bir partimizle, Türkiye’de milli değerleri ve milli bütünlüğü savunduğuna inanılan diğer bir siyasi kuruluşumuz arasındaki ipler kopma noktasına geldi.

Bunlar neden oldu? Aslında muhataplarına sormak lazım, fakat bir de kamuoyunun gözü önünde cereyan eden hakikatlar var ki, hiçbir Türk insanının bunlara kayıtsız kalması mümkün değildir. Muhalefet sözlerinin orduya yönelik olmadığını, hükümeti eleştirdiğini söylüyor. Fakat ordunun başındaki komutanımızda çok ağır bir cevap veriyor. Belki birtakım kişiler, “ne yani asker kendine yapılan eleştirilere sessiz mi kalsın” diyebilir. Şurası unutulmasın ki, bazan susmak da en iyi cevaptır. Daha önceden de ifade ettiğimiz üzere bu harekatın başlamasıyla, bitişi arasında gerçekten ABD’nin hiçbir rolü olmayabilir. Türk ordusu kendi planları çerçevesinde girmiş ve çıkmıştır. Siviller belki bu işi anlamazlar, çünkü bunlar teknik konulardır. Dolayısıyla Genelkurmay Başkanlığımızın basında çıkan sorulara veya eleştirilere cevap vermesine gerek yoktur. “Bu Türk ordusunun idari heyeti tarafından planlanmış bir harekattır”, diyerek meseleyi kısaca izah edebilirdi. Eğer birtakım tartışmalar yapılacaksa bu milletin gözü önünde olmamalıydı. Başbakan ve muhalefet liderleriyle birebir görüşmeler sonucunda onların da kafasındaki soru işaretleri giderilirdi. Böylece söz konusu kurumlarımızın Türk milletinin nazarındaki itibarı da zedelenmezdi.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -