İbret verici bir Nevruz Bayramı yaşadık. Türkler, Türkiye’yi sevenler, Türk’e yakışır bir şekilde genellikle kapalı yerlerde, şanlı bayrağımız ve yüce Atatürk’ün nuranî resimleri altında bize ait olan bayramımızı vakar içinde, ülkesinin emniyetini kem gözlerden koruyan fedakâr polisimizi, güvenlik güçlerimizi incitmeden kutladık, Türk dünyasında yaşayan bütün milletime hayırlı uğurlu olsun ve anavatanımı, Nevruz’un, kendilerine ait olduğunu iddia eden, tarih bilincinden yoksun olanlardan korusun.
Yıllar önce Kerkük’te Nevruz kutlanırdı, kalenin yamaçlarında ateş yakılır ve buna Müslüman ve Hristiyan Türkler “sayadan” derlerdi. Türk köylerinde de baharın gelmesiyle kutlamalar olurdu. Zamanla dert çoğaldı, baskı arttı, kale yıkıldı “Sayadan” ateşi de söndü.
Irak’ta yaşayan Kürtlerin yakın zamanlara kadar böyle bir gelenekleri yoktu. Türkiye’de yaşayan Kürtlerde de böyle bir gelenek yerleşmemişti, ne zaman siyasal Krtçülük, bugünün ihtiyatkâr deyimi ile PKK, Türkiye’de devlet kurma amacı ile başkaldırılara başladı, boşluktan yararlanmayı bildi, yavaş yavaş Nevruz güyâ Kürtlerin simgesel bayramları haline getirildi.
Türkiye’de eğer yanılmıyorsam 1993 yılında Nevruz ilk olarak Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı Başkanı Sayın Turan Yazgan Hocam ve Eminönü Belediye Başkanı’nın katılımı ile kutlandı, Türkiye’ye tanıtıldı ve hatırlatıldı.
Siyasal Kürtçülerin bugünkü manzaraya baktığımızda, taşkınlıkları, gazetelerdeki resimleri, TVlerdeki görüntüleri, dehşet verecek niteliktedir, sanki bütün o yörelerde yaşayan halkı bu taşkınlıklara veya daha açık ifade edilirse başkaldırılara katılmış olduğunu görmekteyiz. Yani Kürtlerin çoğu isyan hâlindedir ve biz bu vahim durumu düşünerek görmekteyiz. PKK yanlısı, yandaşı, sempatizanı ne demek? Anlamak mümkün değil, bunların hepsi kime karşı, veya bunlar ne istiyor? Bunları Türk milleti, Türk gençliği iyi düşünmeli.
Küçüğünden büyüğüne, yaşlı kadınından çocuklarına, belediye başkanlarından milletvekilliği yapmış olanlara kadar ve özellikle siyasî alanda boy gösterenler, kanun tanımadan, alenî olarak, biz kendi kendimizi idare etmek istiyoruz, korkmuyoruz, kanunları hiçe sayıyoruz, deme cüretinde bulunabiliyorlar.
TV kanallarına çıkartılıp, biz siyasî çözüm istiyoruz, lisan kursları, TV de yayın ve buna benzer haklar Kürt sorununu çözmez, diyorlar. Peki, nedir sorununuz diye sorulduğunda, Anayasa’da değişiklik yapılarak Türklerin ve Kürtlerin ortaklığının yazılması, Türkçe v e Kürtçe dilin resmî dil olarak kabulü, Kuzey Kürdistan’da kendi kendimizi idare, Türkiye’nin bir çok yerinde, İstanbul’da “dört” milyon Kürt yaşamakta onların da haklarını savunmak için “Merkezî Hükûmet”te ortaklık. E başka? Genel af: Kürtlerin siyasî lideri olan Kürt halk önderinin serbest bırakılması. Bayrağımın, Türkiye’min ve İstiklâl marşımın değiştirilmesini istemektedirler.
Özet olarak Kürtler Irak’ta ne elde etmiş ise aynısını elde ederlerse, o zaman Sayın Başbakan’ımızın buyurduğu gibi, sorunları bitermiş, yani Kürt sorunu çözülür, PKK dağdan iner, Abdullah Öcalan siyasî liderleri olarak yarın bakarsınız BMM’sindedir. Utanmadan, sıkılmadan ve de yasalarımızı hiçe sayarak, korkmadan bunu istemektedirler. Peşmergeler, Kuzey Irak dediğimiz, onların güney dedikleri bölgeyi nasıl koruyorsa, Kuzey bölgesinin de (yani Güneydoğumuzun) PKK tarafından korunmasını istemektedirler. Son olaylarda, bu filî durumu, üzülerek gördük.
ABD, PKK’yı bu düşünce içersinde olanlarla hemfikir olduğu için mi korumaktadır? Niçin olmasın, Kürtler ABD’nin stratejik müttefiki, Türkiye NATO üyesi ve ABD Büyük Kürdistan peşinde, kurdurmak için adetâ yemin etmiş.
Şemdinli’de, 1 Kasım’daki ilk patlama ve ardından çok iyi tezgâhlanmış kitapevinin bombalanması, bana 1959 Kerkük katliamı başlamadan kısa bir süre önce silâh sesiyle “soy kırımı başlatın işaretinin” verildiği ve Kerkük’te Kürtlerin Türk insanına karşı vahşetini hatırlattı.
Şemdinli olayları bir başkaldırının işareti ve siyasî iktidarın olaylar karşısında tepkisinin sınanması idi. Bu tepki iyi ölçüldü, Nevruz kutlamalarında Valilik tarafından yasaklanan flâmalar ve posterlerin taşınmaması emrini, ne Diyarbakır Belediye Başkanı ve ne de diğerleri dinledi. Diyarbakır ve diğer yörelerdeki taşkınlıkları, devletine, âdetâ kin kusar gibi, yıkmaları, yakmaları, onların mal can emniyetini sağlamak için canla başla, kendinin ve ailesinin can güvenliğini vatanı için ortaya koyan Türk polisini, düşmanmış gibi taşlayanları, bıçaklayanları gördük, gazetelerde okuduk. Yörenin halkının çoğu ve 58 belediye başkanı, devletine ve bu vatanın öz evlâdına, bazılarının hâlâ iddia ettiği gibi, kardeşlerine, kin kusuyor, nefretle bakıyor.
PKK yandaşı, sempatizanı denilen bu insanlara, her ne hikmetse, Kürtçülük yapanlara Kürt demekten çekinmekteyiz. Binlerce insan, İstanbul’un göbeğinde dahi, Abdullah Öcalan bizim siyasi liderimizdir. Kürt halkının muhatabı odur, Kürt halk önderidir diye toplu halde yemin ederek çekinmeden bağırarak söyleyebiliyorlar ve bu vatanı sevenler başta devlet büyüklerimiz olmak üzere, işin ciddiyetinin farkında değiller.
Şemdinli olaylarından sonra açık olarak başlayan ve artık gizlenmesine dahi, lüzum görmedikleri Kürtçülük ve PKK ile birliktelikleri, bugüne baktığımızda, Türkiye’de yaşayan 7-8 Milyon civarında olan bu toplumun tabanına yerleşmiş, özellikle genç nesilleri bu yönde yetiştirilmiş. 58 belediye başkanının, kamu hizmetinde görevli olarak çalışmalarına rağmen, açık olarak takındıkları tavır ve durumları ortada.
24 Mart’ta Muş kırsalında “Halk Savunma Güçleri (HPG) denen vatan haini, bölücü eşkıyalarla, vatanın birliğini, bölünmez bütünlüğünü korumakla görevli şanlı ordumuz arasında çıkan çatışmada ölen hainlerin cenazeleri, defin edilmek üzere, daha önceki teamüllere aykırı olarak, AKP’nin büyük hatası ve AB’ye şirin görünmek uğruna ailelerine teslim edilmiş. Gel gör ki, 28-29 Mart günü Diyarbakır, Şemdinli, Muş ve diğer yerlerde yine yeni bir bahane bulunarak isyan bayrağı çekildi, Diyarbakır savaş alanına döndü, yaralanan polisler, yakılan, yıkılan dükkânlar, arabalar, soyulan bankalar, her zamanki gibi güvenlik kuvvetleri suçlu, devlet tarafgir, ordu haksız. BİZ YAPALIM SİZ BAKACAKSINIZ, ASKER ŞEHİT EDELİM, SİZ BİZE ÇİCEK VERECEKSİNİZ, POLİSİ TAŞLIYACAĞIZ SİZ KARŞI GELMEYECEKSİNİZ.
Ne âlâ, sen her hâinliği yap, ülkenin askerine kurşun sık ve de haklı benim, bu benim demokratik hakkımdır de.
Bundan önceki yazımızda da yazmıştık. Sayın Başbakanı’mız Diyarbakır’da toplanan 500 kişi önünde, vatanına bağlı olanlarla bu vatana hıyanet içersinde olanları bir tutarak Kürtçülük sorunu yerine, Türkiye’de Kürt sorunu var demişti, ondan sonra, O. Baydemir, bana demiş (Başbakanı kasıt ederek) veya yardım istemiş olsalardı, ben Bir Milyon insan toplardım, bu beyanatın üzerinde alışa gelmiş olduğu gibi yine durulmadı.
1984 yılını hatırladım, ne demişti Turgut Özal? PKK’nın Şemdinli ve Eruh’ta yaptığı silâhlı saldırıdan sonra: “Üç beş çapulcunun eylemini büyütmeyin, Devletimizin gücü her türlü kanunsuzluğu önlemeye yeter” diyerek, olayın ciddiyeti üzerinde durulmamıştı veya durulmak istenmemişti. Halbuki bu bir İSYANDI, bu gün karşımızda olan tablonun ilk işareti, Kürt tabanına yayılarak toprak isteme aşamasına gelen Kürtçülüğün 1918 yılında kurulan ayrılıkçı, ayrı devlet kurmak isteyen “Kürdistan Teâli Cemiyeti” idi.
DTP yöneticilerinden (28.03. 2005 ve daha sonraki Diyarbakır olayları), O. Baydemir’in: “Bir gün önce acımız 14 idi, bugün 16 oldu.” diyor. Ve Vali Yardımcısı’nın yanında, Vilâyet’te Belediye başkanları ile toplantı yapıldıktan sonra isyancılara, kimlik ve acılarına sahip çıktıkları için teşekkür ederek, “biz de sizinleyiz, ancak barış için eyleme son vermeliyiz. Bu partimizin kararıdır.” diyebiliyor. Güvenlik kuvvetlerinin karargâhlarına çekilmelerini Vali Yardımcısı’ndan isteyebiliyorsa, ondan sonra da, sokaklar yöneticilerin gözü önünde DTP, yani PKK’ya terk ediliyorsa, veya Murat Avcı: “Siirt’te kimse dükkânlarını açmayacak, öğrenciler okula gitmeyecek” asayişi nasıl sağladıklarını da polisin şehir içinde bulunmasının provokasyonlara yol açacağını söyledik, çekilmesini istedik. Tüm polis noktaları geri alındı. Şu anda kontrolü arkadaşlarımız sağlıyor. “Halkımız, örgütümüz ve yöneticilerimizin talimatları dışına çıkmasın, Diyarbakır’la dayanışmasını sürdürsün” diye beyanatlar verebiliyorsa, kışkırtıcı, isyana teşvik edici binlerce Kürt insanının bu isyana, eyleme katılması ne ifade eder? Neyi gösteriyor bütün bunlar? Bölgede neler oluyor? Yönetim kimde?
Şiddete dayanan bu olaylar, her gün biraz daha tabana yayılan ve taraftar bulan, siyasal ayrımcı Kürtçülüktür, böyle giderse, arkası geniş Kürt isyanıdır. Ordu ile sivil halkın karşı karşıya gelmesine neden olur. Roj TV halkı kepenk kapatmaya, kapamayan dükkanları yıkmaya, yakmaya, okula, işe gitmemeye ve bu eylemlerin demokratik haklarının bir tepkisi, tavrı olduğunu nasıl yayınladı ise, yetişin ey ehli salip (haçlılar) bizler, AB müktesebatı doğrultusunda demoratik haklarımızı istiyoruz, vermedikleri için kendimizi savunuyoruz, Türk askeri katliam yapıyor, yaygarasını basıp BM’leri davet ederse, başımıza uçuşan bu at sinekleri, yerlerinde durur mu? Bu siyasî iktidar, çok, çok önemli olaya, ciddiyetten uzak bir bakış içersinde. Başbakan Sudan’da, İçişleri yazılı demeç vermekte, başka ülkede olsa, toplantı hemen kesilir ve dönülür, bölgeye gidilir, eh, bu ahvâl ve şerait içersinde ne yapalım, biz olayları yakın takibe aldık, gelirlerse hassasiyetlerimizi bildiririz.
Bir an önce bu Belediye Başkanları, alenen bölücülük yapan, vatan haini İmralı bağlantılı DTP yöneticileri ve bu isyana katılan çocukların aileleri hakkında yasal işlem yapılmalı.
Kerkük yanıyor, Tanrım Türkiye’mi korusun, Türklüğünü koruyan Türk gençlerini uyanık tutsun.
VE
Hiç gecikmeden SIKI YÖNETİM VEYA OHAL İLÂN EDİLMELİ.