Ana Sayfa 1998-2012 Serbest Kürsü

Serbest Kürsü

MHP YENİDEN ÜMİT OLDU

- Reklam -

Orkun’un “Serbest Kürsü” tartışmasında öncelikle bir noktayı tespit edelim. Bu tartışma, MHP’ye karşı değil, MHP’nin millî ve milliyetçi çizgide daha tutarlı bir istikamete girmesi için yapılıyor. Kabul etmeli ki, mevcut 46 siyasî parti içinde MHP, Türkçülüğe en yakın olanı. Kısa vâdeli politikalarında ve taktik uygulamalarda zaman zaman aykırı görüntüler vermesi bu gerçeği değiştirmemeli.

Sayın Ertuğrul İmamoğlu’nun ufuk, vizyon, kadro gibi konulardaki eleştirilerini haklı bulmamak imkânsız. İmamoğlu, bu alandaki iyileştirmelerin MHP’ye güç katacağını ve ideal çizgiye ulaştıracağını ileri sürüyor. Yani, MHP’nin kendi içinde bir hamle gerçekleştirmesini özlüyor. Bunun, MHP’nin yararına olacağı aşikârdır. Bu bakımdan, Sayın Şerafet Gözükeleş’in ona gösterdiği tepkiyi oldukça aşırı bulmak tabiîdir. Onun da iddiaları, gerçeklere tam uymasa da, esas olarak iyi niyetlidir. Aslında, her iki görüş sahibi de temel noktalarda birlik hâlindedir. Tartışılan şey, ikinci derecede konularla ilgilidir.

MHP’ye yöneltilen tenkitler, seçim öncesi verilen sözlerin tam olarak tutulmamasından kaynaklanıyordu. MHP tabanı ve ona sempati duyanlara oy verenler, terörle mücadelede can veren şehitlerimizin kanlarının yerde kalmamasını istiyorlardı. Avrupa Birliği’nin dayatmalarından rahatsızlık duyuyorlardı. Teslimiyetçi politikaları tasvip etmiyorlardı. Türkiye’nin kaynaklarını yabancılara pervasızca peşkeş çeken uygulamalara karşı hassasiyet gösteriyorlardı.

İtiraf etmeli ki, MHP bir süre, bu konularda kendisinden beklenen cesur adımları atamadı. Koalisyon hükûmetini bozmamak için birtakım kanunların çıkmasına rıza gösterdi. Hükûmetin devamını öncelikli bir mesele olarak gördü. Bu yüzden, kendisine yöneltilen suçlamaları sineye çekti. O dönemde ileri sürülen tenkitler bu sebeple haklılık taşıyordu. Ancak, son iki ayda aldığı pozisyon, MHP’nin özüne yakışır bir gelişme olarak değerlendirilmeli.

İçerdeki ve dışardaki güç odaklarının elele vererek hükûmeti devirme ve AB’ye kayıtsız şartsız teslim olabilecek yeni bir iktidar kurma girişimleri, halkımızın gözleri önünde cereyan etti. Bu yöndeki ilk işaretlerin ortaya çıkması üzerine, MHP çok önemli teşebbüslerde bulundu ve ‘erken seçim” teklifini öne sürdü. Böylece AB muhiplerinin hesaplarını bozdu. Koalisyon ortakları, hükûmetin bozulması riskini göze alamadı. Ama, MHP- erken seçimi önleyecek gelişmeler olursa koalisyondan çekilme eğilimini açıkça belirtti. Bu net tavırlar, kabul edelim ki, MHP’ye yakışan davranışlardır.

MHP ne istiyor? Teröristbaşının cezasız kalmamasını, AB dayatmalarına mukavemet gösterilmesini, üniter devlet yapısı için tehdit oluşturabilecek Kürtçe yayın ve eğitim konularında dikkatli davranılmasını istiyor. Bütün bunlar, milliyetçi çizgide buluşanların ortak eğilimleridir. Bu bakımdan, MHP’ye birkaç ay önce yöneltilen tenkitler, geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiş görünüyor.

- Reklam -

Kamuoyu araştırmaları, ne kadar ön yargılı olursa olsun, Türkiye’de geniş bir kesimin AB konusunda tepkili veya duyarlı olduğunu gösteriyor. Parlâmentodaki bütün partiler içinde, MHP, bu eğilimin tek temsilcisi durumundadır. Bu noktadan hareketle, şu sonuca varabiliriz: İlk sekiz partiden yedisi AB kriterlerine olduğu gibi uyulmasına taraftardır. MHP ise AB dayatmalarına karşı, millî bütünlük, egemenlik ve onurlu duruş ilkelerine sahip çıkmaktadır. Bu bakımdan, Türkiye’de en kötü ihtimalle % 40’lar civarında olan bir eğilimin tek temsilcisi durumuna gelmiştir. Seçimlerde bu temayı hakkıyla işler ve öncelikli hâle getirirse, büyük sınavdan yüzünün akıyla çıkabil r. Hattâ, açık farkla birinci parti olabilir ve önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yönetiminde en yetkili konuma gelebilir.

MHP’nin bu konumu elde etmesinden memnun olmayacak bir milliyetçi düşünülebilir mi?

TARTIŞMADA SON NOKTA

Orkun, MHP üzerindeki “Serbest Kürsü” tartışmasını, başından itibaren tam bir tarafsızlıkla sürdürmeye dikkat etmiştir. Lehte veya aleyhte görüşlere, tenkitlere ve tasviplere aynı oranda yer vermiştir. Okuyucuların görüşlerini, hiçbir müdahalede bulunmadan yayınlamıştır.

MHP hakkındaki tenkitler başlıca şu noktalarda toplanmıştır:

- Reklam -

1. MHP, ufuk ve vizyonundan sapmalar göstermektedir.

2. Seçimden önceki görüşlerini uygulayamamakta, beklenmedik tavizler vermekte, kendisine oy veren kitlenin eğilimlerini ihmal etmektedir.

3. Kadrosunu iyi tanzim edememiş, milliyetçi görüşe sahip değerleri ve yetenekli, yetişkin şahsiyetleri kadrosu içinde birleştirmekten uzak kalmıştır.

4. Türkiye’nin millî bütünlüğü ile ilgili konularda kendisinden beklenen hassasiyeti tam olarak göstermemektedir.

Buna karşılık şu görüşler ileri sürülmüştür:

1. MHP, her şeye rağmen tek milliyetçi partidir. Onu yıpratacak girişimler kabul görmemelidir.

2. Bazı uygulamalar, temel ilkeleri değiştirmez. MHP, tarihinde ilk defa koalisyonun büyük ortağı olmuştur. Bunu bir fırsat olarak değerlendirmek gerekir.

3. Sadece tenkit etmek yetmez. MHP’yi milliyetçi istikamette daha da güçlendirici yapıcı katkılarda bulunmak lâzımdır.

4. MHP’nin ortağı olduğu hükûmet, bütün olumsuz şartlara rağmen, başarılı bir icraat ortaya koymuştur.

Anlaşılıyor ki, esasları bu noktalarda toplanacak tartışmalar başka bir yenilik getirmeyecektir. Sonuçta, hemen bütün görüşler ortaya konulmuş bulunmaktadır. Bizim kanaatimiz, ne yönde olursa olsun, bu görüşlerin MHP’nin yararına olduğudur. İyi niyetle yapıan tenkitleri, yıkıcı nitelikte görmek makul değildir.

Genel seçime gidilirken MHP üzerindeki tartışmayı devam ettirmek isabetli bir yaklaşım olmayacaktır. MHP’nin, Türkçü çizgileri daha da güçlenmiş, millî çıkarlarımızı canla başla savunan ve dış merkezli tuzaklara karşı yiğitçe direnen bir siyasî kuruluş olarak seçimlerden galip çıkması milletimizin yararınadır. MHP yönetiminin, bu temel ilkelerde ısrarlı olması, “Serbest Kürsü” tartışmasının da ağırlık noktası olarak ortaya çıkmıştır.

ORKUN

VATAN ELDEN GİDERSE

Bu vatan bizim. Üzerinde yaşayan kim varsa, hepimizin mülkü, hepimizin sevdâsı. Tarih boyunca kim gelmiş, kim yaşamış, üzerinde taş üstüne taş koymuşsa; kimler “Bu topraklar benim vatanım!” diye uğrunda can vermeyi göze almış, onu âbad etmek için alın teri dökmüşse, ardında iz bırakmışsa, gönlümüz onlarla bir, kalbimiz onlarla beraber. Kim olursak olalım, ayrımız gayrımız yok.

Bin yıl önce, Altaylardan indik, her karış toprağını kanımızla suladık; burçlarını, kalelerini kılıcımızla fethettik ve Türkiye koyduk adını! Bu toprakların sahibi ve çocuğu benim, sensin, biziz! Ben Türk’üm ve Türkiyeliyim… Bu vatanın sınırlarını, atalarımız çizdiler, adını onlar koydular ve üzerine bu ay yıldızlı al bayrağı onlar diktiler; biz emaneti onlardan teslim aldık, kızlarımıza, oğullarımıza, bir avuç toprağına halel getirmeden, teslim aldığımız gibi, birlik ve bütünlük içinde emanet etmekle görevliyiz.

Türkiye üstüne oynanan oyunların boyutu ne olursa olsun, bizim onları bir bir bozmaya gücümüz de var, kuvvetimiz de… Üstelik ant içmişiz, bunda kararlıyız da… Bu vatan toprağında doğan, onun nimetinden nasiplenip büyüyenler, dün olduğu gibi sırtımızdan vurmayı denemesin, buna bir daha kalkışmasınlar. Kahpelik bir defa affedilir, tekerrüründe ise cevabı acı ve kanlı olur. İki yüzyılı aşkın bir süreden beri, oyun üstüne oyun oynandı. Yedi ceddi bu toprakta büyümüş insanların kafasına fitne tohumları saçtılar, insanlarını birbirine düşman edip ayrılıkçı hareketlerin âleti hâline getirdiler. Doğrusu, bizi birbirimize düşman hâle getirmeyi hedef alanların sinsice tertip ettikleri oyunu görmek ve onların bu oyunlarını hep birlikte bozmak, bu topraklara göz dikenlerin, düşmanca düşünenlerin tuzağına düşmemekti gerekli olan… Evet, gerekli olan buydu, ama yapmadık, yapamadık. Şu beş kıtada yer yüzünün acaba hangi ülkesinde, toprağın asıl sahipleri ile birlikte yaşayan, başka etnik kimlikleri bulunan veya hukuk açısından “azınlık” durumunda kalmış insanlar yoktur? Amerika Birleşik Devletleri’nde mi, yoksa İngiltere, İtalya, Almanya ve Fransa’da mı, hangisinde? Acı tarafı, bu gerçeği bile bile, hangi ülkede binlerce şehidin kanı, canı pahasına, milyonların emeği ve alın teri sonucu sağlanan ülke bütünlüğü ve kurulu düzeni dışında bir amaca hizmet eden “aydın” vardır? O ülkede yaşayan insan, soyu sopu ne olursa olsun herkes, yaşadığı, nimetlerinden yararlandığı ülkenin bütünlüğünden, düzeninden sorumlu değil midir? Bu ve benzeri pek çok soruyu sorabilirsiniz.

Türkiye, yeni bir bin yılın eşiğinde bu sorularla karşı karşıya. Bundan sonra tarihinde yeni ve parlak sayfaların açılabilmesi, millî şuur içinde hareket edebilmesine bağlıdır. Tersini düşünmek ise, hiç ama hiç mümkün değil!

ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜ VE SONRASI

Vatan kelimesini bu yazıya başlık olarak atarken, ne hamâsî sözler etmeyi, ne de duygulara seslenmeyi düşündük. Türkiye, belki son birkaç yüzyılı dikkate alınırsa, tarihinin en iniş-çıkışlı dönemini 20. yüzyıl boyunca yaşadı. Hem bir cihan devletinin çöküşünü gördü, hem de ölüm-kalım savaşı vererek yeni bir devletin doğuşunu…

Geride kalan bu yüzyılın ilk 19 yılı acılarla doludur; Sevr imzalanmış, savaşı kazanan Avrupa’nın büyük devletleri, Haçlılardan beri gönüllerinde yaşattıkları hâyale kavuşmuşlar, asırlarca başkentimiz olan İstanbul’u, can damarımız olan Boğazları, Ege ve Akdeniz’de Anadolu’yu çepeçevre kuşatan adaları, vatan topraklarımızın büyük bir bölümünü bizden almış, kısacası elimizi kolumuzu bağlamayı başarmışlardır.

İkinci 19 yıl, kurtuluş ve silkinme, yeniden hayat bulma dönemidir. 1919’da başlar ve 1938’de M. Kemal Atatürk’ün ölümü ile sona erer. O büyük insanın çizdiği doğrultu, ancak birkaç yıl geçerli sayılır ve takip edilir, sonra tam tersi bir yola sapılır. Yavaş yavaş ülke menfaatleri yerine, yine basit hesapların hâkim olduğu, ehliyetsiz ve maksatlı kişilerin öne çıktığı -veya çıkartıldığı- bir devir açılır.

BİR DURUM

DEĞERLENDİRMESİ

YAPMALIYIZ

Her iki zaman dilimini kaleme alan, otup bitenleri belgelere dayanmak suretiyle inceleyen, yorumlayan, değerlendiren aydın insanlarımız var. Üniversitelerde, edebiyat ve düşünce dünyamızdan birçok isim sayabiliriz, yazılmış eser adı verebiliriz. Biz, bütün bu yazılan ve söylenenlerden hareket ederek geride kalan elli altmış yıla bir projektör tuttuk. Eğrisiyle doğrusuyla, eksiğiyle fazlasıyla gittiğimiz yolu gördük, Atatürk’ün takip ettiği ve ulaşmak istediği hedef neydi, bunun ne kadarını başarabildik, nerede bu hedeften ayrıldık, böyle bir değerlendirme yapma gereğini duyduk. Tuttuğumuz projektör altında doğruları söyleyenler de var, bunun tam tersi bir gidişe “Atatürk’ün yolu buydu!” şarlatanlığını yapanlar da… Geçen bu zaman içinde doğru yolun tutulduğu da olmuş, tersine gidişler de, saçmalamalar, sapmalar da… Ama, 20. yüzyılın sona erdiğinde içine düştüğümüz ortam, kalkınmada hamle kaydetmemize, sanayi başta olmak üzere çeşitli alanlarda ilerlemeler göstermiş olmamıza rağmen hiç de iç açıcı değil! Askerlikte, bir hâlin ele alınması, bir kararın verilmesi gerektiğinde bir durum değerlendirmesi yapılır. Ele alınacak durum hakkında bütün bilgi ve belgeler, varsayımlar, teklifler, elde ne varsa ortaya konulur ve tartışılır, görüşülüp konuşulduktan sonra da bir sonuca varılır. Türkiye’nin uzun yıllardan beri bocalayıp durduğu konularda, öncelikleri tespit edilerek bir durum değerlendirmesine gidilmesi ihtiyacı ortada. Sunuluş tarzı, zamanı, yeri ve şekli tartışma konusu yapılan millî güvenliği de dahil her türlü meselesi, geniş bir tartışmacı katılımıyla görüşülmeli, çözümler üretilmesi, tıkanan-veya tekleyen- sistemin önü açılmalıdır. M. Kemal Atatürk’ün 19 yıla sığdırdığı Millî Mücadele ve inkılâp hareketinin üstünden üç defa 19 yıl geçtiği hâlde, içine düştüğümüz durum bu! Ne eskiden kalma bir alışkanlıkla övünmek, ne de karalar bağlayıp dövünmek zamanıdır… Vatan elden giderse, ne övünmek kurtarır bizi, ne de dövünmekle bir sonuca ulaşabiliriz!

VATAN ANLAYIŞIMIZ

NASIL OLMALI?

“Vatan Elden Giderse” başlığı ve bu başlık altında yazdıklarımız, ilk bakışta, okuyana bir ürperti verebilir. “Vatanın elden gitmesi mümkün müdür?” diye sorabilirsiniz. Böyle bir başlığı yadırgayabilir, yazanı kınayabilir, hattâ ona kızabilirsiniz de… Ama, bir ülkede neler olup bittiğini gören, milletçe yaşananları değerlendiren vatansever her aydın, böyle bir durumu düşünmek, böyle bir soruya cevap vermek ve cevabını aramak zorundadır. Kara günler yaşanıyorsa, o karadan birazı da o ülkenin aydınlarına düşer!

Tarihimizde, benzeri görülmeyen bir yüzyılı geride bıraktık: 20. yüzyıl. Bu yüzyılın ilk ve kalan yarısını içine alan üçte birlik bölümünde, nelerle karşılaştığımızı, başarı ve başarısızlıklarımızı ve yeni bir yıla nasıl girdiğimizin doğru bir değerlendirmesini yapmak durumundayız. 20. yüzyılda yaşananların sebepleri, sadece bu yüzyılla sınırlı değil üstelik, daha önceki birkaç yüzyılın olaylarına, en başta da tarihî seyrine uzanıyor, bunu bilmek zorundayız.

Medeniyet ve insanlık tarihinde Türk soyu, pek çok millet veya insan topluluğu arasında seçkin bir yere sahiptir; aynı zamanda kültürüyle, diliyle, kurduğu devlet düzeniyle insanlığa örnek olmayı başarmıştır. Bu değerlendirme yalnız bize ait değil, Türklüğü ve tarihini inceleyen yabancı bilim, sanat ve devlet adamlarının da ortak kanaati ve düşüncesidir. Tarihte gelmiş geçmiş Türk devletleri var. 21. yüzyılda da, değişik isimleriyle dünyada yer alan Türk cumhuriyetleri olduğu gibi… Asya’dan Avrupa ve Afrika kıtalarına uzanan birçok devletle birlikte, üç kıtaya hükmetmiş, engin bir coğrafya üzerinde bütün insanlık âleminin dikkatini çeken bir cihan devletinin de kurucusu olmuşuz… Her biri birbiri ardı sıra gelmiş, hükmetmiş, tarihî ömürlerini tamamlayıp, son bulmuşlar… Âdeta kök salarak son “vatan” yaptığımız toprak Anadolu, önceki bin yılda kurduğumuz cihan devletinin merkezi oldu. Tarihimizin geçmiş her dönemi iyi bilinmeli ve araştırılmalı ki, var oluşumuzun hikmeti anlaşılsın; bugün içine düştüğümüz çıkmaz çözümlenebilsin…

Türk soyunun sahip bulunduğu engin özellikleri üzerine bina edilen o cihan devleti, 17. yüzyıldan itibaren bu özellikler kaybedilmeye başlandığı için gerileme, sonra da çöküş dönemini yaşadı. Osmanlı Devleti’nin zevalini gördük ve yaşadık. Türkiye Cumhuriyeti, birkaç yüzyıl süren bir mirası devraldı; “hasta adam” denilen bir enkazın üzerinde kurulup yükselebildi.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -