Ana Sayfa 1998-2012 SEÇİME DOĞRU

SEÇİME DOĞRU

İşte geldi çattı: Türkiye seçime gidiyor. Bizde âdettir: Ne söylenirse tersi yapılır. Kaç zamandır erken seçim yok, tam vaktinde yapılacak deniliyordu. Şimdi seçim dört ay erkene alındı. Kimileri de “Bu erken seçim değil, öne alınmış seçim” diyor. İkisi arasında ne fark varsa! Cumhurbaşkanını mutlaka bu meclis seçecek deniliyordu, seçemedi. 376 şart değil deniliyordu, şart oldu. Daha ne sayalım ki.

- Reklam -

Kim ne derse desin, seçimin şenlikli bir havası oluyor. Seçim otobüsleri, cayırtılı “müzik”lerle cadde cadde dolaşıyor, ara sokaklara kadar parti flamaları salkım salkım sallanıyor. En eğlencelisi de bazı adayların bol keseden atmaları. Onların esip savurmaları, -asla tutulmayacak- vaatleri geniş tebessümlere sebep oluyor. İsmail Cem, adaylığı sırasında İstanbul sokaklarını dolaşırken, şaşkınlıkla, kendisinden pek de yaşlı olmayan bizim hanımın elini şappadak öpüvermişti. Demek ki demokrasi böyle bir şeydi.

Eski seçimleri hatırladı ıkça buna da şükür diyeceğimiz geliyor. 1946’dan önce tek parti vardı. “Seçim” o partinin tayin ettiği adaylara oy vermekten ibaretti. Hayatında adım atmadığı Bingöl’den milletvekili atanmış olan Tahsin Banguoğlu, seçim zamanı, Mardin milletvekili olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na seçim bölgesine gidip gitmeyeceğini sormuş ve şu cevabı almıştı: “Ne lüzum var, Çankaya daha yakın”.

Nasıl olsa tek parti adayı seçilecekti ama, yine de seçmenin doğrudan oy vermesi uygun görülmemişti. Seçmenler önce “müntehib-i sâni” denilen ikinci seçmenleri seçerlerdi; onlar da, vekâleten milletvekillerini. Aday listeleri ilân edildiği zaman seçim zaten bitmiş demekti.

Dahası da var: Yürürlükteki sistem “açık oy, gizli sayım”dı. Sandıklar kapanıp mazbatalar tanzim edilene kadar işler gizli saklı cereyan ederdi. Bu yüzden, bazı sandıklarda seçmen sayısından fazla oy çıkması da nadirattan değildi.

Tek partili düzen sona erince durum biraz değişmişti. İkinci seçmenlik kaldırılmıştı. Başka partiler de kurulduğu için, vatandaş, parti tercihinde serbestti. Ama, adaylar yine parti merkezlerinden tayin ediliyordu. Her parti, dilediği kadar oy pusulası bastırıp dağıtabiliyordu. Seçim günü, babamın genel sekreteri olduğu partinin oy pusulalarını, Atatürk Bulvarı’nda rahatça dağıttığımı “hoş” bir hâtıra olarak muhafaza ediyorum (Temmuz 1946). On yaşındaydım.

Gele gele nereye geldik? Şimdi adayları yine parti merkezi tayin ediyor. Seçmen, dilediği adayı değil, partiyi seçiyor. O parti listesinde beğenmediği aday varsa ona da oy vermiş oluyor, Karma liste yasak, tercihli oy yasak. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, böylece “hür” bir seçimi gerçekleştirmiş oluyor. Fakat, hakkını yememek lâzım: Sayım işi artık açıkta yapılıyor, müşahitler de göz açtırmıyor. Sandıklara deste deste oy doldurmanın modası geçti. Seçmen listelerine gelince, iş orada biraz çatallaşıyor. 1977 seçimlerinde, ilân edilen listelerde ailece adımız yazılıyken seçim sandığındaki listede adımızın çıkarılmış olduğunu görmüştük. Sanırım, muhtarımız bize bir azizlik yapmıştı. O gün oyumuzu kullanamadık. Önümüzdeki seçim için hazırlanan listelerde de yine adımız yok. Kırk yıldan bu yana oturduğumuz mahallenin muhtarı, özellikle 60 yaş üstü birçok seçmenin listelerde gözükmediğini söylüyor.

- Reklam -

Sonraları seçmen satın alma işlemini de gördük. Parti elemanları ev ev dolaşıp seçmenlere erzak dağıtıyorlar hattâ para “yardım”ı yapıyorlardı. Bir de kamyonlarla bir sandıktan ötekine seçmen taşıma faaliyeti vardı. Birçok seçmen çeşitli sandıklara kayıtlıydı. Böylece seçimler tertemiz cereyan etmiş oluyordu.

Bunları yaşaya geldik. Demokrasiyi kendi kafamıza göre yorumlayarak, seçimleri kılıfına sokarak bugünlere eriştik. Şimdi sandık başına! Ne olursa olsun – özenti de olsa-“demokrasi”yi yaşatmak gerekiyor. Bir gün, gerçek demokrasiye erişene kadar.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -