Ana Sayfa 1998-2012 Prof. Dr. Erol Güngör

Prof. Dr. Erol Güngör

DÖNEMİMİZİN en güçlü düşünce adamlarından biri olan Erol Güngör uçmağa 24 Nisan 1983 günü varmıştı. Demek ki Onu yitireli yirmi yıl olmuş. Tanrı ömür verseydi, şimdi ancak altmış beş yaşında, hayatının en verimli çağında olacak; düşünce hayatımıza ve Türk milliyetçiliğine daha nice eserler kazandıracaktı. Fakat kaderde onu daha kırk beş yaşında iken yitirmek varmış. Bu hem Onun, hem Türk milliyetçiliğinin, hem de Türk milletinin büyük talihsizliği.

- Reklam -

Erol Güngör ile liseyi bitirdiği yıl, yüksek öğretim kurumları ile ilgili danışmalarda bulunmak üzere geldiği Ankara’da tanışmıştım. Beni hemşehrisi, eski meslektaşım M. Lûtfi İkiz’in tavsiyesi üzerine aradığını hatırlıyorum. Gözlerinden zekâ fışkıran bu genç adam, Ankara’daki yüksek öğretim kurumları ve hocaları hakkında bilgi edinmeğe çalışıyordu.(1) Daha çok toplum konularına ilgi duyuyordu. Ben, dilimin döndüğünce toplum bilimleri alanındaki öğretim imkânlarını ve öğretim üyelerini kendisine izah etmeğe çalışmıştım.

Ankara’da kaldığı kısa süre içinde kaynaşmış, dost olmuştuk. Daha sonra aynı araştırmaları yapmak üzere İstanbul’a gitti. Kısa süre sonra Onun Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdiğini duyduk. Fakat orada fazla kalmayarak Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümüne geçti. Dal olarak, oranın çok değerli ve ‘mümtaz’ öğretim üyelerinden biri olan Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın başkanı bulunduğu ‘tecrübî psikoloji’ kürsüsünü seçmişti. Çok başarılı bir öğrencilik dönemi geçirdi. Fakülteyi bitirdiğnde, Turhan Hoca bu başarılı ve ‘istikbal vadeden’ öğrencisini bırakmadı, Ona sahip çıktı ve kürsüsüne asistan olarak aldı. O da hocasını utandırmadı; akademik kademeleri aksatmadan geçti; kürsüsünün değerli öğretim üyelerinden biri ve Mümtaz Hoca’nın “hayrü’l-halef”i oldu. Daha sonraki yıllarda akademik kariyerini Selçuk Üniversitesi rektörlüğü ile taçlandırdı. Fakat, bir Istanbul ziyaretinden Konya’ya dönmek üzere iken kendisini evinin önünde arabaya binerken yakalayan ecele teslim oldu. O seyahat, görevi dolayısıyla Konya’da yaşamak zorunda olan Erol Güngör’ün, çocukları ve ailesi ile görüşebilmek için yaptığı hafta sonu ziya aretlerinden biri olarak yapılmıştı. Sanırım Yaradan, sonsuzluğa ‘gözü açık’ gitmesine razı olmamıştı.

Üniversitede okurken ve öğretim üyesi olduğu dönemlerde Güngör ile pek az görüşebildim. Çünkü O Ankara’ya çok seyrek gelebiliyor, ben de Istanbul’a sık gidemiyordum. Üstelik bu seyahatlerimiz, iş seyahatleri olduğu için, ziyaretlere zaman ayırmamıza engel oluyordu. Yoğun iş ve çalışmalar arasında buluşmamız, ister istemez, tesadüflere bağlı kalıyordu. Bu güzel görüşmelerden birini, Alparslan Türkeş Beğin genel başkan olduğu dönemin ilk MHP Kongresi sırasında yaşadık. O, Kongreyi takip için Ankara’ya gelmişti; ben de Kongrenin yapıldığı Büyük Sinemaya. O yıllarda Ankara’nın en büyük salonuna sahip olan bu sinema, Kızılay ile Sıhhiye arasındaki Zafer Meydanında olmak bakımından, bu tür toplantılar için ilgi çekiciydi.(2) MHP’nin o önemli Kongresi de orada yapılıyordu. Güngör ile sinemanın girişinde karşılaştık. Orada karşılaşmak ikimizi de sevindirmişti. Hemen sinemanın dinleyicilere ayrılmış olan balkonuna çıktık, uygun bir yer bulup yerleştik ve toplantıyı başından sonuna kadar ilgi ve coşku ile izledik; bu arada yılların özlemini giderdik.

Erol Güngör ile daha sonra da birkaç kısa görüşmemiz olmuştu. Ölümünden bir hafta kadar önce, benim kendisini gördüğüm, fakat Onun beni görmediği bir rastlaşmamız oldu. Bir öğle sonu DTCF’ye gidiyordum. Sıhhiye Köprüsü altında ilerlerken Onun da, bazı kişilerle birlikte, Fakülte yönünden gelerek telâşlı adımlarla biraz uzağımdan geçtiğini gördüm. Belli ki bir yere yetişmek derdinde idi. Yanına varıp ‘lâfa tutma’nın Onu gideceği yere geciktireceği düşüncesi ile yoluma devam ettim. Ne kadar yanlış davrandığımı ölüm haberini aldığımda anladım O karşılaşmayı hem unutamıyor, hem de yanına koşup kısa da olsa bir görüşme yapmadığıma yanıyorum. Bu olay, içimde bir sızı olarak kaldı.

•••

Genç yaşında uçmağa kanat açan Erol Güngör’ün anılmağa, anmağa değer meziyetleri, üstünlükleri vardı. Ondan dolayı çok genç yaşında tanınmış, ünlenmiş, sevilmişti.

- Reklam -

O çalışkan bir insandı. Durmak, yorulmaz bilmezdi. Dersleri dışında, yüzlerce (belki binlerce) yazı yazıp yayımlaması, onlarca telif ve çeviri kitap çıkarması, pek çok bilim ve ülkü toplantılarına katılıp bildiri ve konuşmaları ile katkıda bulunması bu özelliğinin kesin kanıtları idi. Ondan kalan bu eser ve yazılar, aynı zamanda düşünce hayatımızın pırlantaları değerinde idi. Tanrı Ona daha çok yaşama izni vermiş olsaydı, kuşkusuz, Türkçülüğe düşünce plânında çok değerli yenilikler getirecekti.

Erol Güngör, çok verimli bir yazardı. Henüz öğrenci iken başlayan yazma tutkusu, ölümüne kadar hiç eksilmeden sürmüştü. Onun, daha lise öğrencisi olduğu dönemde, memleketi olan Kırşehir’in bir gazetesinde, iğreti adla köşe yazıları, baş yazılar yazdığı biliniyor. Gazete, dergi yazarlığını, üniversitede okuduğu ve öğretim üyesi bulunduğu yıllarda da aksatmadan sürdürdü. Hocası Prof. Mümtaz Turhan Bey, öğrenciliği ve doktorasını yapıncaya kadarki asistanlığı sırasında, meslekî çalışmalarını aksatacağı kaygısı ile, yazı yazmaya zaman ayırmasını hoş karşılamıyordu. Ama O, yazmayı o dönemlerde dahi bırakmadı; iğreti adlarla yazarak sürdürdü. O yıllardaki yazılarında çoklukla “A. Buğra” adı ile yazıyordu. Hocasının karşı koymasına rağmen yazmayı sürdürmesi, sanırım, Onun ‘anadan doğma yazar’ oluşundandı. Zaman bakımından ne denli darda olursa olsun, yazmağa zaman ayırıyordu. Yazmakta bir zorluk da çekmiyordu.

Tabiî ki bunda, çok okumaktan kaynaklanan engin bilgi ve kültür birikiminin, üstün gözlem yeteneğinin büyük payı vardı. Onunki sıradan bir okuma değildi. Okuduklarını özümseyen, edindiği bilgileri ayrıştırıp sınıflayarak belleğine, sonradan kullanılmak üzere yerleştiren bir beyni vardı. Gerektiğinde o bilgileri yeni oluşumlar için birleştiriyordu. Böylece yeni, özgün ve güzel görüşler, düşünceler ve bilgiler ortaya çıkıyordu. Güngör’e onları dil ile belirtmek veya yazıya dökmek kalıyordu. Bunlar ise Onun için su içmek kadar kolaydı.

O, aynı zamanda bir Türkçe âşıkı idi. Ana dilini çok rahat kullanır, söz arasına mecbur kalmadıkça batı dillerinden alınmış yabancı sözler katmazdı. Akıcı olan üslûbu, karmaşık konuları işlerken bile, yazdıklarının kolay anlaşılmasını sağlardı.

Onun üstün özelliği ise Türkçülüğü ve ondan kaynaklanan ülkücülüğü idi. O islâmlığı milliyetçiliğin en önemli unsurlarından biri sayan bir Türkçülük anlayışına sahipti. 1970’li yıllarda, kızıl terörün kol gezdiği ülkede ve Fakültesinde, azgın teröristlere karşı ülkücü öğrencilere siper olan mücadeleci tavrı; komünizmi, Türk milletine ve milliyetçiliğine yönelen davranışları; teröristleri yerden yere vuran, onların iç yüzlerini gözler önüne seren yazıları; değişik yurt köşelerinde düzenlenen toplantılarda yaptığı ateşli konuşmaları ile ülkücülere yol gösteriyor, yol açıyordu. Ayrıca yazıları ve kitapları ile Türkçülük için yeni bir bakış açısı oluşturmağa çalışıyordu. Yaşasaydı, Türk milliyetçiliğine yeni ufuklar açacağı kesindi.

- Reklam -

•••

Onu sonsuzluğa uğurladığımızdan bu yana geçen uzun yıllardan sonra, “acaba Selçuk Üniversitesi rektörlüğünü kabul etmese miydi?” demekten kendimi alamıyorum. Yeni kurulan, üstelik birimleri birkaç ile dağıtılmış olan bir üniversitenin büyük sorunlarını, hem de evinden ve çocuklarından uzakta yaşayarak, çözebilmek için gösterdiği insan üstü çabaların Onu hem fikren hem de bedenen yıprattığını; bunun da ömrünü kısalttığını düşünüyorum. Bu düşüncemin, hâşâ, Tanrı’nın takdirine karşı olmaktan değil, Onu daha uzun yıllar aramızda görmek dileğinden kaynaklandığını belirtmeliyim.

Uçmağa varanlar geri getirilemediğine göre, yapabileceğimiz tek iş eserlerine, düşünce ve görüşlerine sahip çıkmak, kitaplarını özümseyerek okuyup değerlendirmek, Tanrı’nın rahmetini kendisinden esirgememesi için duâ etmek olmalıdır. Eserleri, özellikle Türk kültürü ve milliyetçilik, Dünden bugüne tarih, kültür ve milliyetçilik, Kültür değişmeleri ve milliyetçilik gibi önemli kitapları mutlaka okunup özümsenmelidir.

DİPNOTLARI

(1) O yıllarda üniversiteye girmek için sınava girmek gerekmiyordu. Öğrenciler istedikleri fakülte veya bölüme, oranın yetkililerince yapılan küçük bir sorgulama sonucu girebilme şansına sahipti.

(2) O zaman için çok modern bir tesis olan bu sinema kapandıktan sonra, bulunduğu bina, büyük değişikler yapılarak kapalı çarşıya dönüştürüldü.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -