Ana Sayfa 1998-2012 Philadelphia'dan İlk İzlenimler

Philadelphia’dan İlk İzlenimler

Sizlere şimdiye kadar, “Bektaşilik” ve “Bilim ve Teknoloji Politikaları” konularındaki dizi yazılarım ile hitap ettim. Faydalı bilgiler aktarabildi isem ne mutlu bana. Ocak 2000 başından itibaren görevli olduğum Gazi Üniversitesi’nden ücretli izin hakkımı kullanarak, Drexel Üniversitesi, Philadelphia, A.B.D.’ye geldim. Geçen iki ay içinde yerleşme ve göreve başlama ile ilgili bütün meseleler çözüldü ve şu anda üniversitedeki projem ile uğraşmaktayım.

- Reklam -

A.B.D. coğrafik olarak bize benzer özellikleri olan bir ülke. Yazı, kışı, ilkbaharı ve sonbaharı var, şiddetli soğuk da var. İlâve olarak bizde olmayan büyük kasırgaları var. Bu yönleri ile Avrupa’dan çok farklı. Meselâ İngiltere senede 300 güne yakın bulutlu veya yağışlı iken burası Türkiye gibi günlük güneşlik. İnsanları da Avrupalılardan farklı ve daha sıcak kanlı. Bu yönleri ile bize benziyorlar. Misafirperverler. Bizi şimdiye kadar dört defa yemeğe çağırdılar, hem de evlerine.

İngiltere’de toplam beş yıla yakın kaldık ve bir defa bir İngiliz’in evine giremedik. İngiliz atasözü var: “An Englishman’s House is His Castle”, yani “Bir İngiliz’in Evi Onun Kalesidir”. Bu atasözü elbette pek çok mânâya yorumlanabilir, bunlardan birisi “İngilizin evine girilmez”dir. Benim yaşadığım tecrübe böyle. Beraber iş yapabilir, dost olabilir, lokantaya gidip yemek yiyebilirsiniz ama evine giremezsiniz. Amerikalı sizi ilk günden evine götürüyor. Kendi pişirdiği yemeği sunuyor, evin bütün odalarını gezdiriyor ve hattâ şöminesini odun ile yakıp size “Ateşbaşı” içeceğinizi ikram ediyor. Evdeki çocuklar bu arada size piyano ile kabiliyetlerini gösteriyor olabilirler.

Amerikalılar bizim gibi yemeye bayılıyorlar. Bizim gibi damak tatları yok belki ama hemen her şeyi yiyorlar. Hattâ belki çok aşırı yiyorlar demek lâzım. Türkiye ile karşılaştırılmayacak oranda şişmanları var. Hemen bütün eyaletlerde gıda maddelerinde KDV yok. Zaten olsa ne yazar, burada KDV sadece % 6. Petrolün galonu (yaklaşık 4 litre) 1.40 dolar, yani Türkiye’dekinin dörtte birine yakın. Geçen sene 0.70 dolar imiş, OPEC ham petrolün fiyatını artırınca bu seviyeye çıkmış. Özellikle kamyon şoförleri gösteri yapıp duruyorlar. Her türlü gıda maddesini ve özellikle baharatı çok kolay, her süpermarkette bulmak mümkün. Biz İngiltere tecrübesi ile yanımıza, kuru nane ve benzeri baharatlar almış idik. Ancak gelince hepsinin her yerde olduğunu gördük: Hattâ helvada kullandığımız çam fıstığı bile her yerde var. Daha bunların üstüne bizim bilmediğimiz gıda maddeleri ve baharatlar var. Ortalama Amerikalının haftada ailecek birkaç kere lokantaya gittiğini söylüyor lar. Bu rakam ayda on defanın altında değildir diyorlar. Türkiye’de düşünülemeyecek bir rakam. Birinci sebep fazla lokanta alışkanlığımız yok, hele ailece yemeklere. İkincisi, elbette ki maddî, kimin parası yetecek? Biz karı-koca iki profesör bile ortalamamız ayda bir defanın altında idi. Geçen gün televizyonda lokantacıların başkanı konuşuyor idi ve kendilerinden “Lokanta Sanayicileri” diye söz etti. Bu değerlendirme oldukça doğru ve Türkiye’de de öyle değerlendirilmesi gerekli. Bizde de çok büyük lokantalar açılmaya başladı. Kapasitesi aynı anda 1000 kişi olan lokantalar var. Bunların erzak ve eleman temini ve idaresinin fabrikadan ne farkı var? Zaten bu büyük lokantalar pek çok fabrikadan da daha fazla kazanıyor.

- Reklam -

Philadelphia, Pennsylvania Eyaleti’nin (PA) en büyük şehri ve güneydoğu ucunda tam sınırda bulunuyor. PA ile New Jersey (NJ) eyaletleri arasındaki sınırı Delawere ırmağı belirtiyor. Irmak oldukça derin olduğu için her türlü yük gemisi Philadelphia’ya kadar geliyor. Bütün ırmak boyu liman ve doklarla kaplı. PA eyaleti A.B.D.’nin zengin sanayi-ticaret eyaletlerinden birisi. Eyaletin ikinci büyük şehri olan Pittsburg, A.B.D. demir-çelik sanayisinin kalbi. Arazi düzlük ve sulak, bu sebep ile tarıma da uygun. PA eyaletinin adı William Penn’den geliyor. Aynı isimli bir İngiliz Amiral’in oğlu olan Penn, İngiltere Kralı Charles II’ye babasının verdiği borç para karşılığı 117.348 kilometre kare araziyi almış ve kendi adını vermiş. Eyaletin adı “Penn’in Korusu” demek. Philadelphia’nın şehir plânını haritacısı Thomas Holme çizmiş. Delaware ırmağının kenarından itibaren “Penn’in Ayak Bastığı Yer” olarak biliniyor, arazi kareler hâlinde parsellenmiş. Irmağa dik sokaklara (veya cadde) çeşitli isimler ve ırmağa paralel sokaklara numaralar verilmiş. Numaralar ırmaktan başlayarak artıyor ve bütün Philadelphia’yı kapsıyor. Şehir merkezinden geçen ve ırmağa dik olan 3 caddenin adları “Wallnut”, “Chestnut” ve “Market”, yani “Ceviz”, “Kestane” ve “Pazar”. Benim bulunduğum Drexel Üniversitesi ile Pennsylvania Üniversitesi’ni Chestnut Caddesi ayırıyor ve her iki üniversite de 30. sokak ile 40. sokak arasına yerleşmişler. Philadelphia şehri A.B.D.’nin kurulduğu şehir olarak kabul ediliyor. 1774 yılında ilk kongre toplanmış ve 04 Temmuz 1776 tarihinde Bağımsızlık Deklarasyonu’nu yayınlamışlar. Kongrenin o zaman toplandığı bina bugün “Independence Hall”, “Bağımsızlık Binası” olarak korunuyor. Bağımsızlık ilânı ile İngilizlere karşı verdikleri savaşta haberleşmek için kullandıkları ve sonunda çatlayan çanı, “Liberty Bell”, “Hürriyet Çanı”, gururla koruyorlar ve turistlere gösteriyorlar. Philadelphia 1800 yılına kadar A.B.D.’nin başkentliğini yapmış. Bugün 1.5 milyon şehir içi ve 5.0 milyon banliyöleri nüfusu ile A.B.D.’nin 5. büyük şehri. 55 kütüphanesi bulunuyor. Sadece “Free Library”, “Halk Kütüphanesi”‘nde 5.5 milyon kitap var. Pennsylvania Üniversitesi kütüphanesinde ise 4.7 milyon kitap var. Diğer kültürel tesisleri saymakla bitmez.

Philadelphia’yı kuran William Penn iken ona şahsiyetini Benjamin Franklin vermiş. 1076 yılında Boston’da doğan Franklin, 1723 yılında Philadelphia’ya taşınarak matbaa kurmuş ve bu işten çok para kazanmış. Daha sonra matbaa tesislerini devrederek politikaya girmiş. Bir yandan ilk kütüphaneyi kurarken (bugünki Franklin Enstitüsü), diğer yandan 1740 yılında Pensylvania Üniversitesi’nin (Upenn) kurulmasını sağlamış. Philadelphia’nın kültürel olarak her gelişmesinin temelinde Franklin’in fikirleri yer almış. Bağımsızlık savaşı yıllarında İngiltere ve Fransa’da diplomatlık yapmış. Bildiğimiz gibi yüksek binalara yıldırım düşmesini önleyen “paratoner” in mucidi. Daha başka pek çok şeyin icadını yapmış ve Edison ile iyi dost imişler. Bugün Amerikalılar kendini: matbaacı, yazar, diplomat, bilim adamı, mucit, Bağımsızlık Deklarasyonu’nu yazan “Dahi” olarak biliyorlar. Şehrin her köşesinde Franklin’e ait bir eser veya Franklin heykeli var. 1970 yılında Philadelphia’da ölmüş.

Amerikalılar şehirlerin altyapı işlerini 50-100 sene önce tamamlamışlar. Hem de doğru düzgün şehir plânları ile birlikte. Şehirleşme konusunda da Avrupa’dan çok farklı davranışları var. Avrupa’nın hemen hiçbir şehrinde binaların yıkılmasına izin vermezler. Böylece; Manchester’e, Londra’ya, Münih’e, Prag’a, Paris’e, Lyon’a her gidişinizde aynı şehri görürsünüz. Sadece bazı süslemeler veya dükkânlar değişir. Burada binaları yıkıyorlar. Hem de sapa sağlam binaları yıkıyorlar. Yerlerine gökdelenleri dikiyorlar ve şehrin tarihî dokusu değişiyor. Ben Amerika’ya gelene kadar bizimkiler bu yıkma örneğini kimden alıyorlar diye merak ederdim. Türkiye’deki hiçbir şehrin hiçbir mahalle veya semtinde yıkma ve inşaat işleri bitmez. Bu sebep ile çamur ve tozdan da kurtulamayız. New York gibi devasa bir şehrin veya Philadelphia gibi büyük şehirlerin hiçbirinde hava kirliliği yok. Hava her yerde pırıl pırıl ve tek toz yok. Bizde yaz aylarında bile Ankara’da böyle temiz hava görülmez. Ancak yağmurun yağdığı günün ertesi günü Ankara’da hava pırıl pırıl olur. Bunlardaki araç Ankara’da olsa, ne Ankara’nın trafiği kaldırır (Melih Gökçek’in kavşaklar ile oldukça rahatlamasına rağmen), ne de emisyon değerleri.

- Reklam -

Ankara’yı kirletmek için belediye otobüsleri bile yeter. Eksozlar fabrika bacasından kötü ve kimse onları durdurup emisyon ölçtürmüyor. Halbuki vatandaş emisyonunu ölçtürmek mecburiyetinde ve pulunu arabanın arka camına takacak. Bunları kontrol eden var mı derseniz, haklısınız. Türkiye’de kanunlar sadece dürüst vatandaşlara uygulanır. Gelin de burada emisyon ölçümleri ve uygulamasını görün. Araç istisnası yok. Pul ön camda ve kocaman rakamlar ile süresinin biteceği ay yazılı. Aracın trafiğe çıkması söz konusu değil. Çıkar iseniz kısa zamanda yakalanırsınız ve cezası da 300 dolar. Sokağa tükürmenin cezası da 300 dolar. Bu hususta Amerika, Almanya’ya benziyor. Kurallarını koymuş ve hiç taviz vermeden cezasını uyguluyor. Öyle Türkiye’deki gibi bugün uygularım, üç ay uygulamam, sonra gene uygularım değil. Bu sebepten Türkiye’de insanlar isyan ediyor. Uyan kişi enayi durumuna düşüyor veya ceza yiyen kişi niçin ceza yediğini kabul edemiyor. Biliyor ki yüzlerce, hattâ binlerce kişiye bu cezalar uygulanmıyor. Ankara’da her yıl binlerce ton kaçak kömür yakılır. Güya belediye zabıtası da kaçak kömürü yakalar.

Tütün mamûllerinin içilmesi ile ilgili kanun da aynı şekilde. Türkiye, kanunları sadece istatistik yükseltmek için çıkarıyor. Bu kanunları kimin ve nasıl uygulayacağı bile belli değil. Gelip burayı görsünler. Hiçbir eğitim-öğretim kuruluşunun hiçbir binasında sigara içilmiyor. İngiltere’de binaların kırmızıya boyanmış odalarında sigara içilebilir. Bu oda çoğu zaman o kattaki tuvaletlerden biridir. Amerikalılar olayı kökünden çözmüşler. Sigara içmek isteyenler kuzu kuzu dışarı çıkıyor ve sigarasını içiyor. Drexel Üniversitesi yetkililerine, bina içinde sigara içenlere ne olacağını sordum. Önce sözlü, sonra yazılı ikaz ederiz ve hâlâ devam ediyor ise kuruluş ile ilişkisini keseriz dediler. Bu uygulama öğrenci, idarî personel veya öğretim üyesi herkesi kapsıyor. Henüz ceza alan yok, çünki herkes uyuyor.

Türkiye’de şu andaki en büyük yanlış, devletin kendi yapması gereken görevleri bırakıp, vatandaşların yapabileceği işler ile uğraşması ve vatandaşına zor ile belirli bir hayatı yaşatmaya uğraşması. Bu durum hem bakanlıklara bağlı kurumlar hem de belediyeler için geçerli. Beceriksizliklerini, basit göstermelik işler ile kapatmaya uğraşıyorlar. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için de zar zor topladıkları vergiyi çar çur ediyorlar. Türkiye fakir bir ülke değil, kaynakları çok kötü değerlendirilen bir ülke. Kurtuluş yolumuz gayet açık: Devlet, vatandaşına güvenecek ve iktisadî yatırımlardan tamamen çekilecek.

Prof. Dr. Süleyman Sarıtaş(Drexel Üniversitesi ziyaretçi Profesörü,Philadelphia,A.B.D)
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -