Ana Sayfa 1998-2012 Patrikhane ve Pontus Dosyası : I Kin Kapısı

Patrikhane ve Pontus Dosyası : I Kin Kapısı

1820-1821 Mora isyanı, Balkanlar’ın Memaliki Osmanî’den ayrılmasını sağlayan en önemli hareketlerden biridir. Sultan II. Mahmut’un padişahlık dönemindedir. Sadrazam, Benderli Ali Paşa’dır. Fener Rum Patriği koltuğunda Gregorius oturmaktadır. Devletin yaptığı araştırmalar, isyandaki Rus ve patrikhane parmağını ortaya koydu. Benderli Ali Paşanın emriyle yapılan patrikhane baskını-araştırmasında, patrikhanede gerçekleştirilen Mora İsyanı’nın plânına ilişkin belgelerin bulunması üzerine Patrik Gregorius yapılan muhakemesinde suçlu bulunarak patrikhanenin orta kapısı önünde idam edildi. Olaydan sonra gizli olarak toplanan patrikhane yönetimi, aynı yerde bir TÜRK DEVLET ADAMI ASILANA KADAR KAPININ KAPALI TUTULMASINA KARAR verdi. Söz konusu kapı Cumhuriyet dönemine kadar zincirlenmiş olarak tutuldu. Daha sonra kaynaklanarak muhafaza edildi. Hâlen bu kapı patrikhane çevrelerinde “KİN KAPISI” olarak anılmaktadır.

- Reklam -

Aziz milletim!

UNUTMA!..

Dinlerarası diyalog açısından, kapının açılmasının olumlu bir jest olacağını ifade eden DYP-RP koalisyonunun teklifine de hâlâ cevap verilmemiştir.

UNUTMA!..

Fener Rum Patrikhanesi’nin kuruluşu Bizans dönemine kadar uzanmaktadır. Siyasî faaliyetleri ise 1453’ten sonra Fatih’in, Rum-Ortodoks cemaatini teşkilâtlandırıp başlarına patrik seçtirerek, “millet başkanı” statüsüyle hem ruhanî, hem de sosyal alanda yetkiler vermesiyle başlar.

Patrikhane, Doğu Roma İmparatorluğu zamanında bile böylesine geniş imtiyazlara sahip olmamasına karşın; özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nin duraklama ve gerileme devirlerinde kendisine sağlanan bu imtiyazları devlete karşı bir silâh olarak kullanmıştır. Kilise cemaatinin millî duygularını sürekli körükleyerek, Yunan-Rum milliyetçiliğinin temsil odağı olmuştur. “Megalo İdea” fikri temel dünya görüşü olmuştur.

- Reklam -

Fener Rum Patrikhanesi, tek başına bir kurum olarak Lozan Antlaşması’nda yer almamıştır. Yani Lozan Antlaşması’nda, patrikhaneyi ilgilendiren özel bir madde yoktur. Kısaca, patrikhanenin tek hukukî ve sosyal dayanağı, Türk devleti ve Türk milletinin hoşgörüsüdür.

Lozan Antlaşması’nın 39. maddesi: “Bütün Türk halkının din ayrımı yapılmaksızın kanun nazarında eşit olacağı” esasını öngörmektedir. Bu madde genel hukuk kuralları içinde hak-yükümlülük eşlemini geçerli kılmaktadır. Daha açık ifade ile, Türk Devleti’ni oluşturan tüm kurum ve kişiler uluslararası anlaşmalarla kendisini kabul ettirmiş olan TC devletinin yasalarına uymak zorundadır. Patrikhane, -TC’nin bir kurumu olarak- bu devletin kurallarına uymak zorundadır. Kendisini ulusal yasalarımızın üstünde görmek gibi bir lükse sahip değildir.

Nitekim bu değerlendirmelerle yapılan idarî tasarruflarla, Patriğin TC vatandaşı olması, Türkiye’de ikamet etmesi gibi bağlayıcı şartlar, rahmetli Atatürk zamanında belirlenmiş ve yürürl üğe konmuştur. Bu uygulamayı zorlamak isteyen güçler tarafından 1925 yılında seçilen yabancı uyruklu patrik Konstantin Araboğlu 29 Ocak 1925’te sınır dışı edilerek yeni patrik seçimine gidilmiştir.

Öte yandan dikkati çeken bir diğer husus ise 1930’a kadar başpapaz olarak anılan patrikhane başkanının bu tarihten itibaren patrik olarak anılmaya başlamasıdır.

İkinci Dünya Savaşı’nın çalkantılı zaman ve zemininde hareketlilik gösteren Patrikhanenin bu tutumundan, ABD rahatsız olmuştur. 21 Şubat 1946’da patrik seçilen Maksimos’un Sovyet yanlısı olduğu iddiaları üzerine, ABD’nin de etkisi ile yeni aday aranmaya başlamış ve sonunda Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposu Athenagoras üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Patrik Maksimos, 1948’de istifa ettirilerek yerine Athenagoras atanmıştır.

- Reklam -

Bu olay patrikhane tarihinde ilktir. TC vatandaşı olmayan birinin -usulüne uydurularak Türk vatandaşı yapılması yoluyla- atanmasının yanı sıra, Athenagoras ile beraber patrikhane, “uluslararası” bir görünüm almıştır.

Athenagoras, 1972’deki ölümüne kadar süren patrikliği döneminde HRistiyan dünyası ile ilişkileri sıklaştırmıştır. Yerine seçilen Gökçeada ve Bozcaada Metropolidi Dimitrios’un patrikliği döneminde, patrikhanenin Hristiyan dünyası ile ilişkileri daha da artarak devam etmiştir. Bu dönemde Papa II. Jean Paul İstanbul’a gelmiş, bu arada patrik; Moskova’yı ve ABD’yi ziyaret etmiştir.

Dimitros’un ABD ziyareti, patrikhane açısından bir dönüm noktasıdır. Bu ziyarette patriğe, -hiçbir hukukî dayanağı olmamasına karşın- “Cihan patriği” unvanı verilmiştir. Bu unvanla Fener Rum Patrikhanesi kurumu, evrensel bir boyuta taşınmış; uzun yıllardır ikili lişikilerde TC’ye karşı dayatılan -ancak kabul ettirilemeyen- ekümenizm tezinin uluslarası plâtformda tartışılmasına yol açmıştır. Ekümenizm ise Fener Rum Patrikhanesi’nin tüm dünya Ortodoks Hristiyanlarının merkezi olması, TC kanunlarının üstüne çıkarak uluslararası hüviyetle sonuçta özerk bir hüviyete kavuşmasıdır.

Dimitrios’un, 1991’de ölümü ile patrik seçilen TC uyruklu Kadıköy Metropolidi Bartholomeos (Vartholomeos) dönemi patrikhanenin hızla dışa açıldığı çok hareketli bir dönemdir. Öncekilerine göre, oldukça genç yaşta patrik seçilen Bartholomeos, uluslararası konjonktürün de yarattığı koşullarla popülaritesini gittikçe artırmaktadır.

Ekumeniklik Meselesi

TC’nin bir kurulu olarak, Fener Rum Patrikhanesi, Türkiye’de kalan Rum azınlığın dinî hizmetlerini yerine getirmek için vardır. Oysa -özellikle son yıllarda-patrikhane tarihten gelen bir alışkanlıkla hâlen “ekümenik” olduğunu iddia etmektedir.

“Ekümene” (Gr. Oikoumene, Oikoumenos); eski Grekçe’de “sürekli yerleşim alanı” anlamına gelmektedir. Aynı zamanda üstün bir kültür anlayışını ifade eder.

“Ekümenik”, evrensel, dünya çapında anlamında kullanılmaktadır. 20. yüzyılda ise HRistiyan mezhepleri arasındaki farklılıklara dokunmaksızın misyoner amaca yönelik olan kiliselerarası birliği ifade eder. Hareketin merkezi Cenevre’dir. Cenevre’de egemen olan Protestan etiğinin Calvinist; Almanya’da ise yine Protestan kiliselerinden olan Lutheran kiliseleri ile bağlantılıdır. Fener Rum Patrikhanesi de bu hareketin içindedir; öncülerindendir.

Fener Patrikhanesi, ekümenik ideolojinin yeryüzündeki Ortodoks temsilciliğini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. İlk hedefleri tüm Ortodoks metropolitleri ve kiliseleri bir araya toplayarak devlet ve millet kavramının üzerine çıkmaktır.

Atatürk milliyetçiliğini kabul etmiş olan ve Misak-ı Millî’yi vazgeçilemez temel prensip kabul eden TC’nin kendi sınırları içinde yeni bir güç odağını (hedefleri ve temel stratejileri kendisi ile çelişen) kabulü söz konusu olamaz. Bu durumu daha açık olarak anlatmak gerekirse: TC’nin bir kurumu olan adalet sistemimiz, YÖK, MEB, sağlık kuruluşlarımız, diyanet işleri başkanlığımız, güvenlik örgütlerimiz vs. kendilerini TC kanunlarının ve millî bütünlüğünün üstünde görmeleri nasıl ki mümkün değilse; Fener Rum Patrikhanesi de bu kuruluşlar gibi davranmak ve diğer milletlerin kurumları ile işbirliğine girerken TC’nin temel prensiplerine uymak zorundadır. Patrikhanenin tüm dünya Ortodokslarının merkezi (YENİ VATİKAN) olmak iddiası TC’nin temel stratejileri ve prensipleri ile uyuşmamaktadır. Bu açıdan, patrikhanenin 1994’te yaptığı hata hiçbir şekilde kabul edilemez: 1994’te patrikhane tarafından tertiplenen toplantı öncelikle “Konstantinopolis toplantısı” adıyla gerçekleştirilmek istenmiş; devletin itirazı üzerine “Boğaziçi Toplantısı” olarak yapılmıştır. Aynı toplantının sonuç bildirgesi İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanmıştır. İngilizce metinde yer alan ve patriğe atfedilen, “Ben Konstantinopolis’deki ekümenlik tahtının varisiyim” ifadesi Türkçe metinde yer almamıştır. Bu ayıp hâlen düzeltilmemiştir.

Heybeliada Ruhban Okulu

1842 yılında kurulan ve 1844’ten beri faaliyette bulunan Heybeliada Ruhban Okulu o tarihten, 1981 YÖK yasası uyarınca kapatılıncaya kadar Ortodoks din adamları yetiştirmeye devam etmiştir. Hattâ Kıbrıs’ı kana boyayan Makarios dahi bu okulda eğitilmiştir. Heybeliada Ruhban Okulu, kuruluşundan itibaren Fener Rum Patrikhanesine bağlı olarak çalışmıştır.

1950-1960 yılları hem patrikhanenin hem de Ruhban Okulunun Türk millî politikaları ve Lozan’da oluşturulan hukukî statünün dışına çıktığı; zaman zaman Türk hükûmetlerinden de bir takım tavizler kopardığı bir dönemdir. Söz konusu dönemde, artan Amerika-Türkiye ilişkilerinin de etken olduğu bilinmektedir.

Athenagoras’ın patriklik makamına oturması, medya tarafından yeterince değerlendirilememiştir. Dönemin jeopolitik gelişmeleri ile ön plâna çıkan Fener Rum Patrikhanesi ve Athenagoras, Heybeliada Ruhban Okuluyla ilgili önemli atılımlar yapmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın 8 Aralık 1950 tarihinde 927601 sayılı emri ile, Ruhban Okulunun “Yüksek okul” hâline getirildiği ve “yabancı öğrenci alabileceği” izni verilmiştir. Millî siyasî gerekçelerle 1939’da yasaklanmış olan yabancı öğrenci alma işi, böylece serbest bırakılmıştır. Bu dönemde Yunan uyruklu öğrencilere “öğrencilikleri süresince” Türkiye’de oturma izni verilmesi ve okuldan mezun olan öğrencilerin patrikhanede “stajyer” adı altında görevlendirilmesi önemli adımlar oldu.

1957’de Kıbrıs nedeniyle Türk-Yunan ilişkileri bozulmaya başlayınca Türkiye Cumhuriyeti bu uygulamayı kaldırmıştır.

13 Nisan 1964’te dönemin Millî Eğitim Bakanı, “Rum azınlık ilkokullarına bugüne kadar tanınan ve mevzuat hükümlerini aşan özel hakların bundan böyle kaldırılacağını, Ruhban Okulundaki yabancı öğrenci sayısının tahdit edileceğini ve Yunan Hükûmetinin Türkiye’de eğitim görmüş 35 öğretmene Batı Trakya’da görev vermediğini, buna aynen mukabele edileceğini, Yunanistan’da Türk azınlık okullarına tanınmayan bu neviden haklar konusunda bundan böyle mütekaabiliyet esası ile sıkı sıkıya bağlı kalınacağını” açıkladı. Bu tarih Heybeliada Ruhban okulunun faaliyetlerinde dönüm noktasını oluşturdu.

1950-1960 dönemindeki Türk hükûmetlerinin tavizci politikalarından yararlanan patrikhane, İmroz ve Bozcaada Rum okullarını Millî Eğitim Bakanlığı mevzuatı dışına çıkartarak, doğrudan doğruya kendi yönetimi altına almıştı. Bu çalışmayı Meliton Sotiri Hacis isimli bir papaz organize ediyordu. İstanbullu bir Rum olan Papaz Meliton, 1937’de Heybeliada Ruhban Okulu’ndan mezun olmuştu. Yunan pasaportlu Meliton, patrikhane tarafından görevli olarak İngiltere’ye göndermişti. İngiltere’de 10 yıl kalan Meliton, 1947’de patrikhaneye dönmüştür. O tarihlerde patrik olan Maksimos, Meliton’un Türk vatandaşlığına alınması için bir başvuru yapmış ise de, bu Bakanlar Kurulu tarafından reddedilmiştir.

Patrik olduktan sonra, Yakovas ve Emilyanos gibi Türk düşmanı papazlarla Meliton’u yanına alarak sıkı bir örgütlenmeye giden Athenagoras, Meliton’u önce Türk vatandaşlığına kabul ettirmiş, ardından da onu, İmroz ve Bozcaada Metropoliti olarak görevlendirmiştir.15

Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu, 1971’de “özel Yüksek Okulların Devletleştirilmesi” hakkındaki 12 Ocak 1971 tarihli ve 1971-3 sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ile kapatılmıştır. İlgili karar ile Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu da “özel yüksek okul” statüsünde değerlendirilmiş, okulun varlığını sürdürebilmesinin ancak Türk üniversitelerinden birisine veya bir ilâhiyat fakültesine bağlanarak mümkün olabileceği belirtilmiştir. Ancak, patrikhane ve okul yöneticileri, okulun Türk üniversitelerine bağlanmasını istemediklerinden -öğrenci alımını durdurarak- okulu kendiliklerinden kapatmışlardır.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -