Ana Sayfa 1998-2012 Ortak İletişim Türkçesi

Ortak İletişim Türkçesi

ON YILDIR NEDEN MESAFE ALINMADI? NE YAPILMALI?

- Reklam -

Benim gibi bütün Türkçülerin kalbinde ukde olan iki soru hep cevapsız kalıyor.

Yaz mevsimine girmeden son konu olarak “Türk 2000’ler Vakfı”mız bunu soruşturmak için 9 Haziran 2001 günü, And Oteli’nin esşiz manzaralı üst katında bir panel toplantısı oluşturdu. İyi de oldu.

Katılanlar arasında, Türk Dil Kurumu’nun yeni başkanı Prof. H. Şükrü Akalın, Türk Dünyası’ndan sorumlu devlet bakanlığı danışmanı Metin Çetin (bakan A.Çay da gelecekti, fakat Kırgızistan seyahati uzayınca yetişemedi), Aydınlar Ocağı eski ve yeni başkanları (Prof. Süleyman Yalçın ve Prof. Mustafa Erkal), Türkologlar ve dilciler (Emine Gürsu Naskali, Prof. Acar Sevim), TÜRDAV’ın başkanı Ahmet Vural ve Orkun dergisinin ve Vakfının birçok ismi (Ergun Gençeren, Sami Yavrucuk, Oğuz Çetinoğlu) bulundu. (Altan Deliorman rahatsızlığı nedeniyle gelemedi). Çoğu tebliğlerle, konuşmalarla ve suallerle katkıda bulundular. Elli kadar davetliye yer, yemek ve manzara tam bir ikram oldu.

- Reklam -

Başka randevular, seyahat ya da hastalık sebebiyle katılamayan değerli arkadaşlarımıza telefonla ulaştım, görüşlerini aldım, bunları da -vekâleten- toplantıdakilere naklettim. Yavuz Bülent Bâkiler’in faksla gelen bildirisini de davudî sesi ve profesyonel tekniğiyle televizyon spikeri (vakfımızın üyesi) Gürkan okudu. Tabiî “Türk 2000’ler Vakfı”nın elemanları da tam ekip oradaydılar. (Ece, Sertaç, Dr. Meltem, Şemsettin, Cüneyt ve eşi, Çetinoğlu ve daha birçokları). Basın davetlilerinden sade Zaman ve Orta Doğu gazeteleriyle çabuk gelip giden bir iki televizyoncu vardı. (Normalde toplantılarımıza pek çok televizyoncu ve gazeteci gelirdi ama bu sefer öyle olmadı. Acaba krizden mi, konudan mı?) Üzüldüğüm bir husus da, Türk Dünyası konsolosluklarına ve derneklerine davetiye yollamamıza rağmen, Kazakistan hariç (konsolosun onayı olmadan olmazmış, o da seyahatteymiş), hepsinden de “geliriz” cevabı aldığımız hâlde sade Kırgızistan Kültür ataşesiyle, dostumuz Özbek (Faruk Kılıç’ın eşi, Enver Altaylı’nın kızkardeşi) Süheylâ geldiler. İşleri dolayısıyla onlar da yarıda kalkıp gitmeye mecbur oldular.1 Sizin anlayacağınız, Türk Dünyasının bu ortak sorununu biz Türkiyeliler kendi başımıza araştırmaya mecbur kaldık. Davetli KKTC’den bile gelen olmadı (oysa daha evvel dostumuz Rauf Denktaş kaç defa konuşmacı olarak toplantılarımıza katılmıştı!) Gene mi krize mâl etmeli dersiniz?

Rusça Artık Ortak Dilimiz Olmasın

Konuşmacıların masasının arkasına, İsmail Gaspıralı’nın büyük boy tablosunun portresini ve “DİLDE” kısmı tekrarlanmış “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” ilkesinin afişini asmıştım. Şimdiye kadar 8 defa yapılmış yıllık “Türk Dünyası Kurultayları”nın yer aldığı otellerin önüne hep bu “Dilde….” sloganı asılırdı. Ve ben, her yıl, kürsüye çıkar, “Kan kardeşlerimiz, dil kardeşlerimiz, Türk Kurultayında ve “Dilde Birlik” şiarı altında Rusça konuşmak, Rusça tebliğ okumak, tercümelerle anlaşmak “ayıp değil mi?” diye sorar ve gariptir, alkışlanırdım (gazetelerde de bu sözlerim hep yayınlandı). Ama bir yıl sonraki toplantıda gene Rusça, gene zor anlaşılan lehçelerin “tercümeleri” aynen devam ederdi.

- Reklam -

6. Kurultaydan itibaren, aynı “ayıptır” sözlerinden sonra2 bir de çözüm önerdim: “Ortak Türkçe” işiyle dilcilerimiz uğraşa dursun, şimdilik acele karar verelim, bundan sonraki kurultayda Kırımlı Gaspıralı’nın ve Ziya Gökalp’ın teklif ettikleri “İstanbul Türkçesi” ile konuşalım, tebliğ verelim. En uç lehçeleri konuşan kardeşlerimiz bile bunu 3-4 haftada öğrenebilirler. Aman artık Rusça, ortak dilimiz olmasın!” dedim.

Gene alkış ve gene herkes eski tas eski hamam eski Rusça! Galiba “alkışı” yanlış anlamışım: malûm ya, bizde hem “aferin”, hem de “protesto” anlamında alkış tutuluyor!

Ayrı Milletler ve Diller Yaratma

10 Nisan 1883’de, Kırım’da, İsmail Gaspıralı, bütün Türklerin tercümesiz anlayabileceği bir dilde, yani aşırı Osmanlıcasından sıyrılmış, İstanbul kadınlarının konuştuğu Türkçeyle “Tercüman” gazetesini yayınlamaya başladı ve Doğu Türkistan’dan Balkanlara kadar Türklerin yaşadığı her yere yolladı. Önce 320 nüsha basıyordu. 1914’de ölümünde tirajı 50.000’e çıkmıştı ki, bugün hâlâ birçok gazetemiz bu rakama bile ulaşamıyor! Bu İstanbul ağzıyla yazılmış gazeteyi her türlü ayrı lehçesi olan 50 bin Türk okuyor ve pekâlâ anlıyordu. Gazete ölümünden sonra 4 yıl daha devam etti ve 1918’de Bolşeviklerce kapatıldı.

İşte ondan sonra Ruslar, kimlik ve beraberlik bağının ortak dilde olduğunu anlamış ve bu köprüyü yıkmanın yolunu bulup uygulamışlardı. Her bir Türk lehçesini ayrı bir dil hâline getirmek, edebiyatı, yayınları ve eğitimi o bölgenin lehçesiyle ve ayrı alfabesiyle yaptırmak, ayrı ayrı Özbek, Tatar, Türkmen, Kırgız, Kazak ve Azerî -hattâ, son denemelerinde, Karakalpak- “milletleri” yapmaya başladılar. Bu da yetmedi, bir birini -ve Türkiye’deki Türkleri- anlayamamaları için de “ayrı dil” olarak Azerbaycanca, Kırgızca, Tatarca, Kazakça, Türkmence ve Özbekçeyi geliştirmeye koyuldular. Tek “ortak iletişim dili” de Rusça olacaktı, oldu da.

Bu, Babilonya mitolojisindeki, tanrılara karşı Babil kulesini yapmaya kalkışanları durdurmak için o tanrıların en etkili silâh olan dili kullanmaları gibi, birden, kuleyi yapan işçiler, hepsi aynı dili konuşurken bunu unutuvermiş, her biri ayrı bir dille konuşunca işler allak bullak olmuş, kule bitirilememiş.

İşte Ruslar da bizi bu duruma düşürüyorlardı. 1990-91 çözülüşü, yüzde yüz başarıya az kala plânı bozmuştu. Ama zarar ve hasar büyüktü. Bağımsızlaşan Türkler ve Türkiye arasındaki DİL köprüsünü tamir etmek, kapalı kafaları açacak olan “Ortak İletişim ve Edebî Türkçe” anahtarını kullanmak şarttı. Bu anahtarı İsmail Gaspıralı bulmuş ve bize miras bırakmıştı.

Hükûmetteki ve Türk Dil Kurumu gibi müesseselerdeki milliyetçiler kolları sıvamış, Türk Dünyası Kurultaylarının kapısına 8 defa Gaspıralı’nın ilkelerini haykıran afişler asılmış, Türk diyarlarından dilciler getirilmiş, “Ortak Türkçe” “yaratılmaya çalışılmıştı”.

10 yıl geçmiş, pek bir mesafe katedilmemişti. “Tek Alfabe” konusu da öyle.

Ve işte geldik bugünlere.

İki Sorulu Toplantı

Toplantımızın bir amacı, “neden ilerleme olmadı?” sualine cevap aramak (yani “dün”ü anlamak), diğer amacı da, “bundan sonra ne yapılabilir, ne yapmalıyız?” için çözüm bulmaya çalışmaktı (yani “yarınlar” için)3

İlk sorumuzun muhatabı, yıllardır bu projeyi yönetmiş olan Türk Dil Kurumu’nun eski başkanı Prof. Ahmet B. Ercilâsun olacaktı. Fakat kendisi Kırgızistan’da Manas Üniversitesi’ndeydi, bir türlü kendisine ulaşamadık. Bişkek’e giden Prof. A. Çay’dan rica ettim, belki dönüşünde ondan yazılı bir cevap alırız.

Çaresiz bu soruyu yeni T.D. Kurumu başkanına sorduk. İşi kolaylaştırmak için de, telefonla görüşünü aldığım Prof. Turan Yazgan’ın bir sözünü ilettim. Yazgan demişti ki, “Ortak Türkçe” işini yanlış kimseler ve kurumlar üstlendi de ondan bir yere varılamadı. Bu konu dilcilerin alanına girmez, onlar sade transkripsiyonla uğraşmalılar. Çözümü siyasetçiler, iktisatçılar ve teknikçiler aramalı bulmalıydı.”

Yani dilciler sadece malzeme ve sözlük toparlamalı (ki bunu Atatürk zamanında ve Besim Atalay Kurum başkanıyken yapmıştı,4 şimdiki kurum da bu iş üzerindeymiş), fakat Ortak Türkçenin benimsenmesi için siyasî bir faaliyet plânı, ekonomik güç, imkân ve teşvikler, bir de iletişim teknolojisi ile devreye girilmeliydi-sanırım Yazgan bunu kastediyordu.

Yeni T.D.K. başkanı Prof. Akalın, Ortak Türkçeyi yaratıp ortaya atma işinin dilcilerin işi olmadığını kabul etti, benim “10 yıldır neden…?” şikâyetime “10 yıl ortak bir Türkçe yaratmak için çok az bir zamandır” diye cevap verdi. Ben de sözlerimi açıkladım:

“10 yılda böyle bir sonuç tabiî ki beklenemez. Ben sonuca varacak yolda neden mesafe alınmadığını sordum. Bu bakımdan 10 yıl epey zamandır.”

Ve Akalın, “malzeme, toparlanma” yolunda yakında 2 eser yayınlayacaklarını müjdeledi. (Türkçe Kelime ve Türk Lehçeleri Sözlükleri). Ayrıca, Ortak Türkçe konusunda kendi (şahsî) fikirlerini belirtti (bildiride var).

Emine Gürsu (Türkolog ve Celâl Bayar’ın torunu), çok gerçekçi ve düşündürücü bir rapor hazırlamış, onu okudu. Özetle, başarısızlığın sebebini, öteki Türk kardeşlerimizin böyle bir dili konuşmaya hiç de istekli ve niyetli olmayışları, onların derdinin kendi lehçelerini kendi yurtlarında pekiştirmek, Rusçaya devam etmek, İngilizceyi de yaymak olduğunu, oraları dolaşmış biri olarak anlattı.

Y. Bülent Bâkiler de yolladığı faksta bunları vurguluyor, hattâ soydaşlarımızın kendilerine “Türk” denilmesine tepki gösterdiklerini örneklerle anlatıyordu.

Onlar gibi Türk ülkelerinde çok dolaşmış olan Dr. Meltem Ceylân ise bu “genellemeli” tablolara tepki gösteriyor, başkentlerden dışarı çıkıldığında ve hele köylere gidildiğinde, tıpkı Anadolu insanının konukseverliği gibi Türkiyelilere sevgi ve sıcak ilgi gösterdiklerini, Türk kimliğini de reddetmediklerini belirtiyordu.

Gerek olumsuz gözlemler, gerekse olumluları işin dilcilerin değil, siyasetçilerin, ekonomik güç sahiplerinin ve eğitimcilerin olduğunu gösteriyor, onun için de her iki farklı görüş aynı hedefi işaretliyordu.

Ortak Türkçe’de başarısızlığı telefonda Muzaffer Özdağ (Avrasya Dosyası yayıncılarından) ve Aydınlar Ocağı’nın en parlak günlerinin başkanı Prof. Dr. Süleyman Yalçın işi yüklenenlerin ve toplumun her kesimindeki ahlâk erozyonuna maruz kalmalarına bağlıyor, Altan Deliorman ise şu 2 sebeple özetliyordu:1 Türk Cumhuriyetlerinin yöneticileri, bağımsızlık günlerinden beri eski komünist, hattâ KGB mensuplarıdır (galiba Kırgızistan’ın Asker Akayev’i ve kısa bir süre için Azerbaycan’ın merhum Elçibey’i hariç);2 Rus kültürünün nüfuzu ve baskısı. İşte Orkun’un kurucusunun telefonda bana ilettiği teşhisi.

Türkiye’de yapılan zirve toplantılarına gelen bu eski Bolşevikler bol bol kardeşlikten ve soydaşlıktan dem vuruyorlar. Hep işitiyor, okuyoruz ama, ülkelerine döndüklerinde hafıza kaybına (amnezya’ya uğruyorlar!) Şüphesiz Türkiye ekonomisi de güçlü olsa ve o cumhuriyetlerin ekonomik sorunlarına paraca destek olabilse, dil isteksizliği yumuşayıverir.

Benim teşhisime gelince, ortak Türkçe’yi “Esperanto” gibi lehçelerden yamalı ve yapay bir dil yaratma gayretindeki hata demiştim. Esperanto nasıl 70-80 yıldır sıfırda kalmışsa bu da öyle kalmaya mahkûmdu.

Çözümler, Öneriler

Toplantının “Yarın İçin Ne Yapmalı”? kısmına gelince, bunların ayrıntısını bildiriden okuyabilirsiniz. (TDK başkanının ve A. Çay’ın danışmanlarının, özellikle de Yavuz Bülent Bâkiler’in önerileri mühim).

Vakfımızdan Prof. Acar Sevim’in hazırlayıp okuduğu araştırması, bizim gibi tek dile (Almanca’ya) kavuşmamış olan 16. ve 17. yüzyıl Almanların (ve Avusturyalıların ve bir kısım İsviçrelilerin) nasıl olup da tek bir “Üst/edebî Almanca” ya ulaştıkları ve bunda Martin Luther’in İncil tercümesinin rolünü anlattı. Araştırmasını rica ettiğim esas konu, Luther’in kullandığı Almancanın lehçelerden yamanmış bir dil değil, Almanya’nın ortasındaki Meissen bölgesinin “kadınlarının, anaların” Almancası olduğu noktasıydı. Nitekim bugünkü Almanca bu tek yerden her Almana yayılmıştı.

Öyleyse bizim için de en doğru yol, yamalı-lehçe-Türkçesi üzerinde çalışmak yerine (ve her bölge kendi kelimeleri kabul edilsin diye ne kavgalar veriyordu!), bir tek bölgenin Türkçesini kabul etmek ve işi bitirmektir.

Bu hangisi mi olacak?

Ölçüler çok ve kavga yaratabilir: Devleti en güçlü olanınki seçilebilir, ya da edebî kültürü, veya iletişim gücü… Bunlar itibarî ölçüler olduğundan tartışma sebebi olabilir. Ama rakkamlar somuttur: hangi lehçedeki Türkçeyi en çok kişi konuşuyor? Tek bir lehçeyi en çok Türkiyeliler konuşuyor (ve Kıbrıs’taki, Balkanlardaki Türkler). Ziya Gökalp, İsmail Gaspıralı ve birkaç ay önceki demeçleriyle de Azerbaycan’da Vahapzade, Kırgızistan’da Cengiz Aymatov, “İstanbul Türkçesi” diyorlar (Gökalp, “İstanbul kadınlarının konuştukları Türkçe” diye yazmıştı).

Şüphesiz İngilizcenin istilâsına uğramakta olan ve bozulma tehlikesi geçiren dil değil, her zamanki “temiz konuşulan Türkçe” olmalı. Prof. Mustafa Erkal da bunun üzerinde durdu. Şimdiye kadar topladığım notlara göre bu fikre Altan Deliorman (ilerde öteki lehçelerden hoş birkaç kelime alınabilir kaydıyla), T. Yazgan, Acar, Y.B. Bâkiler ve pek çokları katılıyor. “Yamalı-lehçe-Türkçesine” ise iltifat edene rastlamadım.

Fikrin Pazarlanması,

Uygulanması

Bu çözüm, bizim denememizle olur mu?

Uygulama yolu aşikâr: Televizyonlarımızın “herkesin merakla, zevkle seyredebileceği” türden Türkçe programlarımızı uydu antenlerle, güçlü bir şekilde Türk dünyasına yaymak, çizgi filmler, çizgi romanlar, çocuk masalları, heyecan verici, sürükleyici romanlar, şiirler, türküler, şarkılar ve filmler, hattâ yarışmalar bu yolu açacaktır.

Bu fikri yaymak, destek bulmak için de, bence iş adamlarının, medya patronlarının desteğini kazanmak lâzım. Hem bizimkilerin, hem Türk dünyasının milliyetçi duygularına hitap etmek yetmez. Menfaat ve kazanç, gözlerinin önüne serilmeli. Bakın, çıkar söz konusu olunca nasıl Türkiyeli girişimciler Azerbaycan’a ve Orta Asya’ya koştular, başarılı da oldular (2 yıl önce vakfımız Hilton Oteli’nde bir ödül töreni düzenledi ve Türk diyarlarındaki 18 başarılı Türkiyeliye ödül dağıttı -ta Kazakistan’dan uçup geldiler, o kırmızı plâketi almak için!).

TÜRDAV başkanı Ahmet Vural’dan rica ettim, Türkiye’de kitap yayınları hakkında istatistikler getirdi: yılda 5 bin tür kitap çıkıyor, en babayiğit eser 3 bin-5 bin nüsha satıyor (1-2 istisnayı saymıyorum). Eğer tek Türkçe, tek alfabe6 yayılırsa, 300 milyon nüfuslu bir pazarda ne rakamlar olacak siz tasavvur edin! Gerek Türkiyeli yayıncılar, gerekse öteki kardeşlerimizinkiler yüz bin baskılardan söz edecekler! Medya patronları da, gazeteleri de, dergileri de, film ve televizyonları da, müzik kasetçileri de milyon rakamlara ulaşacaklar-her iki taraftan da.

İşte çıkan sonuç bu oldu. İş uygulamaya kaldı. Hayırlı olsun.

SONUÇ BİLDİRİSİNDEN TEMEL ÖNERİLER

1) Tek bir bölgenin Türkçesi “Ortak İletişim Türkçesi ve Alfabesi” olarak kabul edilmeli. Bu da, o lehçenin konuşanlarının en çok olduğu Türkçe, yani batı Türkçesi, özellikle de İstanbul Türkçesi. Bunu Ziya Gökalp ve İsmail Gaspıralı benimsemişler, günümüzde de Azerbaycanlı ünlü şair Vahapzade’yle, uluslararası şöhretli Kırgızistanlı romancı Cengiz Aytmatov desteklemişlerdi. Ancak, Türkiye Türkçesi’nin İngilizcenin istilâsından korunması şartıyla.

Tek bir bölgenin diliyle “ortak dili”, Almanlar ve İtalyanlar tarafından geçen asırlarda denenmiş ve başarıya ulaşılmıştır.

2) Öğrenci değiştokuşu artırılmalı, hâlen faaliyette bulunan yüzlerce okul ve üniversitelerin sayısı çoğaltılmalı, Türk dünyasındaki bütün okullarda “Ortak İletişim Türkçesi” mecburî ders olmalı.

3) Ayrıca bazı kesimlerin menfaat duygularına da hitap ederk destek kazanılmalı. Gerek Türkiye’deki gerek diğer Türk ülkelerindeki yayıncılara ve televizyonculara, “Ortak İletişim Türkçesi’nin” gerçekleşmesi hâlinde, 300 milyonluk bir pazarın doğacağını, kitapların, dergilerin ve gazetelerin tirajlarının birkaç katına çıkacağını, televizyon yayınları ve reklâmları seyredenlerin yüz milyonlara varacağını anlatmak gerçekçi bir çözümdür. Onların da desteği sağlanmalıdır.

5) Ortak Türkçeyle filimler, diziler, çocuk masalları, çizgi film ve romanları Türk ülkelerinde yayılmalı, yarışmalar düzenlenmelidir.

Türk beraberliğine, ortak pazara, ortak turizme, ortak siyaset dayanışmasına götürecek yollar bunlardır, anahtarı da “Ortak İletişim Türkçesi” yani edebî ve üst Türkçedir.

DİPNOTLARI

1- Türk Dünyası işlerini takip etsin diye devletçe kurulan TİKA’yı da, Türk cumhuriyetlerinin ortak kültür kuruluşu olan TÜRKSOY’u da davet ettik, cevap alamadık.

2- Ayrı komisyonlarda da 5 Türk cumhuriyetinin delegelerini, Türk KKTC’yi tanımayıp, Rum ve Hristiyan Güney Kıbrıs’ı tanıdıkları için ağır şekilde kınamış ve “ayıptır” demiştim.

3- Türk 2000’ler Vakfı’nın tam ve uzun isminde bu “dün ve yarın” sözleri bize ışık tutacaktı: “Türk Toplumlarını 2000’lere Hazırlamak ve DÜN’den YARIN’a Araştırma Vakfı.”

4- Kitaplığımdaki B. Atalay’ın sözlük ciltlerinin birini ben Amerika’dayken biri alıp satmış. B. Ercilasun bulup satın almış, bana anlattı. Geri istedim “her sahifede notlarınız var, bir hâtıra bu” deyip vermedi.

5- Aynı anahtarı 19. yüzyılda İtalyanlar da bulmuştu. Yama bir ortak dil yerine, tek bir bölgenin İtalyancası kabul edilmiş ve çabucak sonuç alınmıştı. Aynı araştırmayı, ağabeyimin kızı ve İtalyan filolojisi uzmanı Prof. Candan Türkkan’dan isteyecektim, ulaşamadım. İlerde yapılabilir.

6- “Tek Alfabe”nin zamanlaması kritiktir: Bu işe “Tek Türkçe” hedefine varılmadan kalkışılırsa ayrı lehçeler daha da kalıplaşır. Ama “Ortak Edebî Türkçe”nin kabulünden sonra yapılırsa (o da herhâlde Türkiye’nin Lâtin alfabesi olur) birbirini destekler. Prof. Yazgan “her ayrı ses için harf” diye tutturmanın yanlışına işaret ediyor; ancak mevcut harflerin üstüne-altına işaret konabilir.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -