Ana Sayfa 1998-2012 Orta Doğu Birleşik Devleti

Orta Doğu Birleşik Devleti

DÜNYAMIZDA sosyal alanda bugüne kadar yapılan en büyük plân “Tek Dünya Devleti”nin kurulması düşüncesidir. Son yıllarda artarak dillendirilen “Küreselleşme”, “Yeni Dünya Düzeni”, “Dünyanın Tek Pazar Olması” gibi kavramlar dünyayı tek merkezden yönetme plânının değişik ifade şekilleridir. Çok uluslu şirketlerin daha da büyümeleri ve daha çok kâr etmeleri ancak tek pazar hâline getirilmiş bir dünyada mümkündür CFR (COUNCIL ON FOREIGN RELATIONS–Dış İlişkiler Konseyi) Üyesi James WARBURG 17-2-1950 tarihinde Amerikan Senatosu’nda demiştir ki: “Hoşunuza gitse de gitmese de, tüm dünyayı yönetecek bir “Tek Dünya Devleti” kuracağız; güzellikle olmazsa, işgaller yoluyla…”

- Reklam -

2000’li yıllarda bu düşüncenin ışığında mevcut millî devletlerin dış güçler tarafından düzenli bir şekilde parçalanarak şehir devletlerine, eyaletlere ya da küçük küçük birçok egemenlik (otonomi) bölgelerine dönüştürüldüğünü görmekteyiz. İstanbul’da yapılan Habitat toplantısında BM Genel Sekreteri Butros Gali tarafından federasyon konu edilmişti! BM Genel Sekreteri daha öncede “Dünyadaki 200 devlet giderek 2.000 devlet, hattâ 5.000 devlet olacaktır” diye de açıklama yapmıştı. Ana plânda istenen, millî devletlerin önce olabildiğince ufak parçalara bölünmesi, daha sonra da kıtalar bazında federatif yapılarda birleştirilip büyük sermaye için açık pazarlar yapılmasıdır. Bu konuda ilk örneği “Amerika Birleşik Devleti”nin kurulması ile Amerika kıtasında görüyoruz

İkinci Dünya Savaşı sonucunda dünyadaki en güçlü devlet hâline gelen ülke ABD’dir. Gücünü günümüze kadar aralıksız artırarak gelen ABD’nin daha da büyümesi için önce Kuzey Amerika kıtasında NAFTA adıyla ABD, Kanada ve Meksika’yla yapılan üçlü ekonomik birlik kuruldu NAFTA’nın sonunda, Meksika’nın tüm bankacılık- finans sektörü başta olmak üzere yer altı ve yer üstü zenginlikleri ABD’li şirketlerin eline geçti. Şimdi de kuzey, orta ve güney tüm Amerika kıtasını birleştirecek KAFTA adlı proje yürürlükte KAFTA projesi sonucunda Amerika kıtasının tek hâkiminin ABD’deki büyük sermaye olacağı ortadadır. KAFTA projesi Amerika kıtasının ABD’nin mutlak egemenliğine sokulması demektir

Avrupa Birliği bugün 15 devletten oluşan yapısını 2004 –2005 yıllarında alacağı yeni tam üyelerle 27 devlete çıkaracak. Tüm Avrupa kıtasını kapsayan AB giderek “Avrupa Birleşik Devletleri” olma yolunda. Birliği meydana getiren devletlerin tekil (üniter) yapıda olanları bile hızla Brüksel merkezli federatif yapılanmadalar. AB başlangıçta 1958 yılındaki Roma Anlaşması temelinde ekonomik birlik olarak görüldü. Ama zamanla gördük ki Almanya ve Fransa’nın Hıristiyan demokrat başbakanlarının Roma’da imzaladığı bu birlik Hıristiyan inanç temelinde Avrupa’yı federasyon yapısında birleştirme projesidir. 2004’e gelindiğinde ortak başkenti, meclisi, marşı, parası olan Avrupa Birliği’nin şimdilerde ortak ordusu ve anayasası yapılmakta. Önümüzdeki iki yıl içinde de ortak başbakanı, ortak dışişleri bakanı ve ortak devlet başkanı seçilecek. Bu gelişmelerden sonra AB’yi artık kıta Avrupa’sını kaplayan “Avrupa Birleşik Devleti” olarak tanımlayabileceğiz.

Federal temelde “Üçüncü Birleşik Devletler” yapısının uzak doğuda Japonya, Güney Kore, Singapur, Filipinler, Endonezya, Avustralya, Yeni Zelanda, Çin… vb. devletlerinin aralarında ortak ekonomik yapılanmaları ile başlaması plânlanıyor. 1980 yılında kurulan Asya-Pasifik İktisadî İşbirliği Forumu (APEC) 21 üyeli bir kuruluştur ve çalışmalarını sürdürmektedir “Asya-Pasifik Birleşik Devletleri” diyebileceğimiz bu yapılanma da ileride federatif temelde tamamlandığında küreselleşme yolunda dünyanın tek pazar yapılması hedefinde önemli bir adım daha atılmış olacak. Ama bu üç federal devlet dışında yine de dünya coğrafyasında büyük bir millî devletler gurubu Kuzey Afrika ve Orta Asya’da kalıyor!

Türkiye’nin toprakları coğrafî olarak Orta Doğu’dadır. Ayrıca Türkiye kültürel kökleri olarak da binlerce yıldır bağlı olduğu Orta Asya Türk dünyasının küçük Asya’daki devamıdır. Orta Doğu’da Türkiye’nin dışında büyük çoğunlukla Arap devletleri vardır. Arap dünyası da Kuzey Afrika boyunca Fas’a kadar uzanmaktadır. Orta Asya coğrafyası ise Türk devletlerinin belirlediği bir alandır. Dünyada kabaca İslâm Coğrafyası veya yeşil kuşak olarak bilinen, Türkiye olarak bizim tam da ortasında olduğumuz bu bölgeye biraz daha yakından bakalım. Bu bölgede İkinci Dünya Savaşı yani 1945 sonrası savaşlar hiç bitmemektedir. Bırakın savaşların bitmesini, bu bölgeye yönelik Batı dünyası kurgulu çatışmalar vahşetini, şiddetini ve yayılmasını her geçen yıl artırarak tırmandırmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Orta Asya bölgesi 1990’lara kadar sakindir, çünkü o dönemde bölge tümüyle Sovyetlerin “Küreselleşme”, ”Yeni Dünya Düzeni” veya “Tek Dünya Devleti“ adına her türlü açık ve kapalı saldırının yapıldığı komşularımızın ve tarihî bakımdan bağlı olduğumuz Türk dünyasının tamamının içinde bulunduğu bu bölgedeki devletler batıdan doğuya doğru şunlardır:

Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Türkiye, Mısır, İsrail, Sudan, Somali, Ürdün, Lübnan, Suudî Arabistan, Yemen, Umman, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Irak, Suriye, İran, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan.

- Reklam -

Kıbrıs, coğrafî ve tarihî olarak bu bölgededir. Kıbrıs bu bölgede olmasına rağmen konumunun çok önemli oluşundan dolayı batı dünyası için vazgeçilemezdir. Şehit kanlarıyla aldığımız Kıbrıs, Türk milletinin elinden AB havucu gösterilerek alınmak istenmektedir. Batı dünyası ne pahasına olursa olsun Kıbrıs’ı bir bütün olarak kendi yapısı içinde yani AB içinde bulundurmak kararındadır. BM, AB ve ABD bu konuda Türkiye’ye karşı uy uladıkları düşmanca tavırda aralarında tam bir uyum içindedirler. Fas’tan Çin sınırına kadar uzanan bu yeni hedef bölgesinin tam ortasında batırılamayan uçak gemisi Kıbrıs adasıdır ve batı dünyası açısından Türkiye’ye kısmen dahi bırakılamayacak kadar önemli kabul edilmektedir.

Tek dünya devletine giden yolda İkinci Dünya Savaşı sonrası açıkça görüldüğü gibi, bizim de yukarıda kısaca özetlediğimiz tüm Amerika kıtasında tek federe devlet “Amerika Birleşik Devletleri”, Avrupa kıtasında tek bir federe devlet “Avrupa Birleşik Devletleri”, uzak doğuda henüz açıkça ortaya konmamış olan “Asya- Pasifik Birleşik Devletleri” oluşumlarını yürüten küresel gücün bizim de içinde olduğumuz bölgede “Ortadoğu Birleşik Devletleri” inşasına ait çok önemli sıcak müdahalesinin başladığı yıllardayız. Afganistan ve Irak’a yapılan ABD saldırıları ile Orta Asya’da ve Orta Doğu’daki yeni yapılanma açıkça başlamıştır.

Kuzey Afrika’dan başlayıp Orta Asya’da Çin sınırına kadar uzanan bizim de tam ortasında olduğumuz bu bölgede Büyük Orta Doğu Projesi adına yapılanların özeti MİLLÎ DEVLETLERİN içinde olabilecek etnik, dinî ve mezhep ayrılıklarını ustaca ve sinsice kaşıyıp kanatmak ve bu yöntemlerle yıkılmalarını sağlamaktır. İkinci adımsa bölgede yıkılacak ve parçalanacak devletlerin yerlerine gevşek federatif bağlarla bağlı şehir devletleri veya küçük bölgesel eyaletler kurulmasıdır. Büyük sermayenin kârlılık esası küçük küçük pazarlar yerine onu doyuracak büyüklükte birleştirilmiş geniş pazarlar ister. Buna göre bölgemizdeki 31 devletin yerine konulması isteniyormuş gibi gösterilen aldatma plânı şudur; dışardan bakıldığında toprak alanı büyük, nüfusu çok, her türlü varlığı olan ama bu zenginliklerin mülkiyeti kendilerinde olmayan, devlet yapıları da en baştan dış güçlere bağlı yani kurucu iradesi güdümlü ve dışa her açıdan bağımlılıktan dolayı aslında sömürge federe devletler topluluğu olan bu yapının adı meselâ “ORTA DOĞU BİRLEŞİK DEVLETLERİ” konsa aslında batı dünyasının yeni modern sömürge alanı olacak bir yapılanmadır.

Batının ve onun başat gücü olan ABD’nin hedef bölgesi olan yukarıda adları verilen 33 devletin yayıldığı bu coğrafya 20 milyon km2’den büyüktür (Avrupa kıtasının iki katı), sahip olduğu nüfus potansiyeli de çoğunluğu genç olan 1.5 milyar insan cıvarındadır (yaşlı AB’nin nüfusunun iki mislinden fazla). Kaldı ki bu bölgenin her şeyin üstünde en önemli zenginliği 1.213 milyar varil olarak bilinen dünya petrol rezervinin % 60’na, yine dünyada bilinen 5.500 trilyon cf doğalgazın da % 40 na sahip olmasıdır. Ayrıca bor, altın, gümüş, uranyum, krom… vb yer altı madenleri diğer zenginlikleridir. 2020’lerden itibaren su en can alıcı ihtiyaç maddesi olacaktır. Türkiye, Orta Doğu’daki en zengin su kaynaklarına sahiptir. Bölge ülkelerinin bir acı gerçeği de gerek devlet yapılarının güçsüzlüğü, gerekse bölge insanlarının eğitim durumlarının yetersizliği, batı dünyasından gelen kültürel, ekonomik ve askerî dayatma ve saldırılara yıllardır açık olmalarıdır. İslâm coğrafyası da olarak bilinen ama Ermenistan, İsrail gibi başka din guruplarının da bulunduğu bu 31 devletin meydana getirdiği bölgedeki nüfusun genç ve genellikle iyi eğitilmemiş olması Batı dünyasının misyonerlik dahil olmak üzere her türlü operasyonuna tüm bu bölgeyi açık hâle getirmektedir Batının gelecek için bu bölgede plânladığı da zaten din yapısının kendi inancı yönünde değiştirilmesidir. Bu, batının boş bir arzusu değildir, bu amaçla ciddî projeleri ve geniş uygulamaları olmaktadır. Bölgenin en sağlam sosyal yapısının olduğu Türkiye’de AB uyum paketlerine uymanın! sonucunda son yıllarda 21.000 yeni ev kilisesi açılmışsa, Fener Rum Patrikhanesi 12 kişilik Sinod (Meclis) için Türk vatandaşı olmayan yurt dışından 6 yeni metropolit üye atıyorsa hedeflenen “BOP” bölgesinin diğer ülkelerinde din adına neler yapıldığını tahmin etmek zor olmasa gerek, “BOP” kapsamındaki Mısır içinden bir Hıristiyan devlet çıkarma çalışmalarına da önem vermek gerekir.

Dünya hâkimiyeti demek paraya, madenlere, toprağa, üretim araçlarına sahip olmak demektir. Paranın hâkimiyeti doğal olarak sonuçta siyasî gücü, teknolojik gelişmeyi, silâh üstünlüğünü getirir. Fakat dünya ölçeğinde büyük güç olmak için sadece paranın olması yetmez, bir küçük ayrıntı daha vardır; o da paraya sahip olanların buna ilâveten millî hedefleri, mânevî yapıları, yeterli sabırları ve sarsılmaz inançlarının olması gereğidir. Bugünün hâkim gücü bu özelliklere olan sadakatini yüzyıllardır hiç bir sapma olmadan her şart altında koruyor. Geçmişte bu coğrafyanın asırlarca sahibi olan Türk milleti ise idarecilerinin yıllardır yaptıkları hatalar sonucunda sıkıntıdadır. Son yıllarda Türk milleti, millî devletinin birçok şeytanî plânlarla yok edilmek istendiğinin, bu yazıda ele alınan “Büyük Orta Doğu Projesinin” de bunlardan birisi olduğunun farkındadır. “BOP”den bizim milletçe anlamamız gereken, bu proje örtüsü altında batının bölge zenginliklerini tamamen ele geçirme yanında parçalayacağı Türkiye topraklarından Büyük Yunanistan, Büyük Ermenistan ve Büyük İsrail’e pay verme plânı vardır. Büyük Yunanistan yolunda Kıbrıs, Ege Denizi, Patrikhane ve Pontus konularını güncel olarak yaşıyoruz Büyük Ermenistan yolunun da 4T plânından ( Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak) talebinden geçtiğini biliyoruz, batı devletlerinin meclislerinden birbiri ardına geçen soykırım yasa tasarılarıyla bu olayı da güncel olarak yaşıyoruz. Büyük İsrail için ise vadedilmiş topraklarına giden yol ise meselâ Adana Yumurtalıkta kurulmakta olan Nitelikli Sanayi Bölgesinden (NSB), tarım alanlarının satılmasından, gıda işleme tesislerinin, enerji tesislerinin, sanayi tesislerinin el değiştirmesinden geçmektedir. Batı dünyasında devletler şirketlerin bileşke gücü olmaya başladı. Fakat şirketlerin menfaatleri devletlerinin millî hedefleri ile uyumlu olarak birleşince milletlerin güçleri çok artıyor. Vaadedilmiş topraklar beraberinde büyük parasal kazançları sağlıyor. Nasıl mı? ABD İsrail arasında 1985 tarihinde serbest ticaret anlaşması yapıldı.

- Reklam -

www.tcc.mac.doc.gov

16 Kasım 1997 bu anlaşmaya Ürdün eklendi. Ürdün-İsrail ortak NSB bugün Ürdün’de 11 bölge olarak faaliyette. Ürdün’deki NSB de 1/3 oranında İsrail malı kullanma mecburiyeti var. İşçilerin % 30 ilâ % 70‘i Uzak Doğulu olup kamp hayatı yaşıyorlar, ücretler 100 $. Türkiye’de NSB konusu Şubat 2002 beri yürüyor. 7 Ekim 2002 tarihinde ABD Temsilciler Meclisinde kabul edilen tasarının yasalaşması için tasarı Senatoda. Türk aydınları NSB konusuyla ilgilenmek için daha ne bekliyorlar acaba?

Tek dünya devletine giden yolda batının son yıllardaki en usta gizlenme yöntemi de, hedeflediği ülkelere “Demokrasi Getirme” yalanıdır. Sayın Mustafa YILDIRIM Beyin, “Project Democracy” adlı yazısında açıklandığı gibi (Müdafaa-i Hukuk, Mart Nisan 2001. s.23-39). Özellikle 1980 sonrası hedef ülkelere “sivil toplum örgütü” adıyla köprü başları kurdurulup o ülkelerin kendinden olan insanlarına “açık toplum”, ”küreselleşme”, ”yeniden yapılanma” gibi söylemlerle millî devletleri “ağacın kurdu kendinden olur” ata sözüne uygun olarak kendi insanlarına içinden yıktırılmaktadır. “Demokrasi” kelimesi Batı dünyası için bölge ülkelerine karşı her kapıyı açan maymuncuk gibi kullanılmaktadır. “Demokrasi” gelişine direnirseniz Irak ve Afganistan’da olduğu gibi askerî işgal gelmektedir. Yok eğer direnmiyorsanız İMF, Dünya Bankası, Kamu Yönetimi Reformu, Tahkim, İkiz yasalar, yabancılara toprak edindirme…. vb. yasaları ile “demokrasi” tatlı tatlı gelmektedir!

1990 sonrası Sovyetlerin yıkılması ile bağımsızlıklarına kavuşan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini ABD süratle siyasî, ekonomik, askerî ve kültürel olarak etkisi altına almak istedi. Bu arzusunda da ABD’ne yazık ki Türkiye’yi Orta Asya’ya girmede koç başı olarak kullandı. Orta Asya’daki yeni Türk devletlerinin binlerce yıllık kültürel geçmişle bağlı oldukları Türkiye bu bölgeye girmek isteyen ABD’nin bu yolculuğunda ona geçici yol arkadaşı yapıldı. Örneğin bölge devletlerinde açılan Türk okullarının fen derslerinin İngilizce okutulması sonucunda da bu okulların ABD’ye hizmet ettiği bir acı gerçektir. Son yıllarda ABD Orta Asya Türk devletlerinde askerî üsler kurmakta, bölge ülkeleriyle askerî ve ekonomik anlaşmalar yapmakta, yani bölgeye kalıcı olarak yerleşmektedir İşin ilginç yönü Türkiye de son yıllarda giderek bölge dışına itilmektedir.

Konumuz olan “BÜYÜK ORTA DOĞU PLÂNI“ ilk defa tam bir ABD plânı olarak 1990 yılında “Aspen” araştırma kurumu tarafından dünyaya açıklanmıştı. Sayın Aytunç ALTINDAL da 1993’de Sabah gazetesinde bunu kamuoyuna duyurmuştu. Ama bizler bölge insanları olarak yaşayarak biliyoruz ki “Aspen”in açıklamasından bile çok önce bu yapı bölgede zaten inşa ediliyordu. Örnek vermek icap ederse , Şahlı İran, Batı dünyası tarafından petrol parası karşılığında askerî açıdan 3. büyük güç hâline getirildi. Ama gün geldi hemen ardından batıda Paris’te muhafaza edilen Humeynî sayesinde kolayca yıkıldı. İran ve Irak, Batının teşviki ve güdümünde kendilerini bir anda karşılıklı savaşır buldular. 1,5 milyon insanın öldüğü Irak-İran savaşında savaş başladığı sınırda bitti, acaba kim kazandı? Saddam için de benzer senaryoyu gördük. Irak’ta bugün kim kazanıyor diye sorabiliriz? Aslında 6 Ocak 1996 yılında İstanbul’da Hilton Otelinde yapılan Bernard Lewis gibi önde gelen siyaset bilimcileri tarafından bu plânlar dile getirilmişti. Sayın Aslan BULUT İstanbul’daki bu konuşmanın şahididir. Bernard Lewis’in “Büyük Orta Doğu Projesi” adıyla açıkladığı Orta Doğu’da Federe bir yapı içinde bölge devletlerini eritme potasıydı. Alıştıra alıştıra, yavaş yavaş yürütülen, Türkiye olarak bizi de içine alan bu projeye 1990’da Sovyetlerin dağılması sonrası Orta Asya’daki Türk dünyası da dahil edildi. ABD’nin özellikle NATO bağlamındaki savunma stratejisi konusunda etkili ismi, ABD Harp Okulu öğretim elemanlarından Profesör Stephen Blank 11 Şubat 2004’deki “NATO’nun Doğuya hamlesi” makalesinde 28-29 Haziran 2004’de İstanbul’da yapılacak NATO zirvesinde (ABD Başkanı Bush’un da katılacağı) önemli haberler veriyor. İstanbul’daki NATO zirvesine Mısır, İsrail, Fas, Tunus, Katar, beş Orta Asya Devletinin (Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan), üç Kafkas devletinin (Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’ın) katılacağını yazıyor. Makalenin incisi de “ABD ve Türkiye’nin işbirliği önderliğinde strateji inisiyatifi ile Orta Asya ve Orta Doğu da yapılabilinir” cümlesi olsa gerek.

Prof. Stephan Blank’ın makalesi bölgedeki gelişmelere çok iyi ışık tutuyor. www.inthenationalinterest.com/Articles/Vol3Issue6/Vol3Issus6Blank.html

Ayrıca makalenin asıl önemi 27 Şubat 2004 Sabah gazetesinde verilen “NATO Zirvesi için 30 milyon dolarlık destek“ haberinde yine ortaya çıkıyor. Değil NATO tarihinde, cumhuriyet tarihinde bile olmadık bir durumu yaşıyoruz. Başbakan Tayyip ERDOĞAN’ın isteği üzerine “Türkiye’nin önde gelen bazı özel kuruluşlarının temsilcileri NATO Zirvesi’nin tanıtım faaliyetlerini üstlenme konusunda hükûmete tam destek verdi” haberi ve haberin diğer içeriğinden açıkça anlaşılan bu projede ABD’ye destek verme kararlılığında TÜSİAD başta olmak üzere bazı iş çevreleri ve mevcut hükûmet ortak hareket etmektedir.

Bu oluşumda odakta hedeflenen kilit ülke TÜRKİYE’DİR. Yakın tarihimize bakarsak görürüz ki, 1938’de Atatürk’ün ölümü sonrası millî devlet yapısından adım adım uzaklaşılmıştır. Batı dünyası bu konudaki çalışmalarına hiç ara vermeden 1939’dan günümüze kadar yaptığı anlaşmalarla sinsice Türkiye’yi millî devletinden uzaklaştırmaktadır. 19 Ekim 1939’da Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü ARAS İngiltere ve Fransa ile ayrı ayrı yapılan ikili anlaşmalar üzerine “Türkiye Avrupa’nın nüfuzunu kabul etmiştir” diyerek Atatürk’ün bağımsız millî siyasetinin bitirildiğini dünyaya ilân etmiştir. Bağımlılık ve tam teslimiyetçiliğe uzanan yolda yapılan anlaşmaların özeti:

23 Şubat 1945’deki ABD ile yapılan ilk borç anlaşması, 14 Şubat 1947’deki Dünya Bankası ile yapılan anlaşma, 11 Mart 1947 İMF, 22 Nisan 1947 ABD ile yapılan Truman Doktrini, eğitim anlaşması, 4 Temmuz 1948 Marshall Plânı anlaşması, 18 Şubat 1952’de NATO’ya giriş anlaşması, ABD ile Türkiye arasında yapılan birçok ikili anlaşmalar ve satranç oyununda olduğu gibi “Şah” hamlesinin yapıldığı 13 Ekim 1963 Ankara Anlaşması ile 42 yıldır süren AB üyesi olma yolunda çıkılmakta olan ve çıkıldıkça da dikleşen Avrupa yokuşu ve sonunda gelinen tam teslimiyetçilik. AB tam üyeliğinin Türk milleti için de satranç oyunundaki gibi, “mat” olmakla biteceğini göremeyen top ve popla uyuşmuş bir nesil!..

Türkiye, bölgesinin en güçlü devletidir. “Demokrasinin!” böylesi önemli bir ülkeye gelişi de özenli olmaktadır. Top ve pop uyuşturucuları sürekli olmalı ve etkisi, çeşidi ve şiddeti gittikçe artırılmalıdır. Çünkü millî bünye, yapılanları zamanında ve iyi anlamamalı ki, tepki göstermesin. Milletleşmiş bir toplumu bir önceki sosyal seviye olan cemaat veya ümmet hâline sokmak zordur.

Batı bu topraklarda bu zoru başarmak, suları tersine akıtmak istemektedir. Bu amaçla da AB kazanına konulan Türkiye’nin kurbağa misâlinde olduğu gibi suyu ağır ağır ısıtılmaktadır. Bilindiği gibi kurbağayı bulunduğu sudan alıp 40-50 c deki suya atarsanız kendini hemen dışarı atar. Ama aynı kurbağayı bulunduğu suyla birlikte ağır ateşin üstüne koyarsanız yavaş yavaş ısınan su 70 c ye geldiğinde haşlanmış ve ölmüş olur. Türkiye’nin suyunun ne kadar ısındığını, 1963–2004 arasında geçen 41 yıllık sürenin millî bünyemizi uyuşturmada ne kadar etkili olduğunu, Anavatan Türkiye’nin yavrusu Kıbrıs’ın vücudundan koparılırken hiç acı hissetmemesinden anlayabilirsiniz. Yine Türkiye anayasasındaki değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek temel maddelerini yani Tek Dil, Tek Bayrak, Tek Millî Marş, Tek Başkent, Tek Millet, Tek Vatan, Tek Devlet’in tümüyle Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinde ortadan kalkacağını göremeyecek kadar tepkisiz ve aymaz oluşunda görebilirsiniz. Önceden plânlanmış zamanın ve ekonomik baskının birlikte ne kadar etkili silâh olduklarını yaşayarak görmekteyiz. Kamu reformu için yapılan ekonomik baskı ortadadır. 22 Eylül 2003’te ABD ile yapılan 8,5 milyarlık kredi anlaşmasında ve 6 Kasım 2003’te Dünya Bankası’yla Dubai’de yapılan kredi anlaşmaları maddeleri içinde Kamu Yönetimi Reformu tasarısının çıkması için tehditler açıkça vardı. Geçmişte de 15 günde 15 yasanın TBMM’den geçmesi için İMF’nin benzer şekilde dayatmalarını kredi vermeme tehditlerine bağladığını milletçe yaşadık.

Çok uluslu şirketlerinin yararı için dünyayı tek pazar yapmak isteyen ABD merkezli küresel gücün hesabı budur ve bunun gibi birçok başka plânı olabilir, şimdi gelelim Türk milletinin hesabına;

Türklerde devlet babadır, vatan anadır, millet de bu ana babanın çocuklarıdır. Tarih boyu Türkler hep bağımsız devletleriyle kendi vatanlarında başı dik insanlar olarak yaşamışlardır. İnsanlığın tarih içinde toplumsal gelişiminde geldiği en son seviyesi millet olmasıdır. Bağımsızlık ve hürriyet, millet olabilen toplumların vazgeçilmez unsurlarıdır. Türk milleti için devlet kurumuna bakışı “hizmetçi devlet”, “garson devlet” olamaz, çünkü Türk milleti devletini babasıyla özdeşleştirmiştir, devlet milletin teşkilâtlanmış (Organize olmuş ) hâlidir, bunun için de tarih boyunca Türk milletinin özlediği güçlü millî devletidir.

Türk milleti toprağını da yabancıya satmaz, çünkü vatanı anadır, vatanı için şehit olur ve yine Türk milleti inanır ki şehitler ölmez, Türk milleti ana bildiği toprağını-vatanını satanı da affetmez.

Büyük Türk milliyetçisi Mustafa Kemal ATATÜRK başta olmak üzere Türk milliyetçilerinin fikir babalarından en önemlisi Ziya GÖKALP’tır. Ziya GÖKALP’ın ölümünü haber alınca Atatürk ”o beynimin radyosu idi“ demiştir. Ziya GÖKALP sade MUSTAFA Kemal ATATÜRK’ÜN değil bütün Türk milletinin fikir radyosudur, o radyo Türk milletine vatan tarifini şöyle yapmıştır:

VATAN

Bir ülke ki toprağında başka elin gözü yok,

Her ferdinde, mefkûre bir, lisan, âdet, din birdir,

Mebusanı temiz, orda ”Buşo’ların” sözü yok,

Hududunda evlâtları seve seve can verir,

Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın,

Bir ülke ki , çarsısında dönen bütün sermaye,

Sanatına yol gösteren ilimle -fen Türkündür,

Hırfetleri birbirini daim eder himaye,

Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren Türkündür,

Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın.

ZİYA GÖKALP

Buşo: 1908 Meşrutiyetinde Rum milletvekili.

Hırfet: Geçinmeye yarayan iş, sanat. Devamlı meşgul olunan meslek.

Türk milleti Ziya GÖKALP’ın bu şiirinde tarif ettiği vatanında yaşıyor ve bu vatanda yaşama kararı sonsuza kadar da sürecektir.

Türk milletinin Tek Devleti, Tek Vatanı, Tek Milleti, Tek Başkenti, Tek Bayrağı, Tek Dili olur. Bunu da anayasasında değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddeler olarak İstiklâl Savaşı’nın şehitlerinin oluk oluk akan kanlarıyla yazmıştır. Bugünlerde içimizde bu gerçekleri unutanlar, yukarıda özetlendiği gibi “Büyük Orta Doğu Projesi” gibi oyunlara âlet olanlar varsa onlara anayasamızı hatırlatmak her Türk’ün birinci ve öncelikli vatandaşlık borcu olmalıdır.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -