Ana Sayfa 1998-2012 Orta Asya’dan Büyük Göçler ve Göç Edilen Yerler

Orta Asya’dan Büyük Göçler ve Göç Edilen Yerler

Yeni bir medeniyet kurmak, ulaşabileceğiniz yerlerde var olan ham malzemeleri önce tespit etme, onlardan üretilebilecek malzemeleri tahmin etme ve sonra ondan işlenmiş malzemeleri üretme becerisini gerektirir. Kaynakları bol olmayan, onları genişletemeyen ve yenileyemeyen medeniyet gelişemez veya kısa sürede ihtiyarlayıp çöküşe geçer (1,2).

- Reklam -

Yeni Türk medeniyetinin kaynakları neler olabilir diye etrafımıza bakarken, bütün ilim sahalarındaki kaynaklara göz atmalıyız. Bu kaynakların önemli bir kısmı coğrafyadadır. Fakat tarih bilinirse ve gerektiği şekilde işlenmiş bir yorumla sunulursa, insanoğlunun ta derin şuuraltına kadar seslenen ve oralardan cevap alan etkiler elde etmek mümkün olur.

Bu yazıda size, Türkleri ilgilendiren tarihten alınan ve bugün bize ilgisiz duran dünyanın değişik coğrafyasındaki halk topluluklarını ve sonuçta onların idarecilerini, Yeni Türk Medeniyetini kuracak Türklere sevgi ile baktıracak ve bizlerle iş yapmayı tercih ettirecek bir konu sunulmaktadır.

Tarih kitaplarında, geçmiş çağlarda Orta Asya’nın ortasında büyük bir iç deniz olduğu, sonra uzun kuraklık devirleri sonucu bu iç denizin kuruduğu ve verimsizleşen Orta Asya’dan dünyanın birçok uzak bölgesine büyük göçlerin olduğu yazılmakta ve tarih atlaslarında göç yollarını gösteren haritalar bulunmaktadır. Bu tarihî hikâyenin ana sahibi, bugün Türk Milletini meydana getiren topluluklardır. Bu işlenmemiş tarihî hikâyenin başka sahipleri de vardır ve bizim bu hikâyeyi anlatabilir ve dinletir hâle gelmemizi beklemektedirler.

Yeni Türk Medeniyetini nüfus açısından bekleyen yakın mesafeli proje, medeniyetin merkezini meydana getirecek olan Anadolu-Moğolistan eksenindeki insanları, bir medeniyet ülküsü arkasında gayretlerini birleştirmiş kişiler hâline getirmektir. Sonra medeniyetin yoğunlaşmış çekirdeğine vasıflı elemanların seçilerek akması kademesi gelmektedir. Bu dönemde medeniyeti çevreleyen havzadaki insanlara seslenmemiz ve bir sempati çemberi kurmamız gerekmektedir. İslâmî bağlar yanında, yine tarihî mirasımıza başvurmamız ve buralarda kurduğumuz devletleri ve onların sağladığı nizam ve güven ortamlarını sunmamız gerekir. Fakat bu çemberin gözle görülür hâle gelmesi, medeniyetin merkezindeki ateşin, sanayisi, bilimi, sosyal ve fikir birikimi ile iyice yanması ve merkezdeki insanları kendi hamurunda yoğurmaya başlamasın dan sonra mümkün olabilecektir. Ya da bu işlemi daha düşük ateşte yapmak için yeni katalizörler bulmamız gerekecektir.

Büyük göç, bize, diğer hiçbir medeniyete nasip olmayan başka bir dış sevgi ve sempati çemberi sunmaktadır. Bu sevgi, coğrafî engel tanımayan ve insanların en derin şuur altlarından gelen, biyolojik olarak bir şeye ait olma duygusuna dayanmaktadır. Bu duygunun gücünü belki küçümseyebiliriz ama gücünün nerede başladığını da nerede bittiğini de kolayca tahmin edemeyiz.

Bu gücün belirtilerini taşıyan iki olay sunacağım. Bunlardan birini olayın bir tarafını yaşayan bir üniversite arkadaşımdan dinledim ve aklımda yer etti. Arkadaşım A ile komşularının oğlu B okulda aynı sınıftadır ve yakın arkadaştır. A ve B nin anne babaları da ailecek görüşmektedirler. Orta okul döneminde B nin annesi sohbet esnasında A nın annesine, B yi bebek iken evlât aldıklarını söyler. A nın annesi ile babası konuşurlarken de bu bilgi A nın kulağına gider ve o da arkadaşına “Senin annen baban asıl annen baban değilmiş, seni evlâtlık almışlar!” der. Bu söz arkadaşını çok etkilemiştir. Ertesi gün ve sonraki günler arkadaşını okulda göremez. B evde yatağa girmiş, yorganı da kafasına çekmiştir. Ne yemek yiyor ne de anne babası ile konuşuyor. Anne baba şaşkındır. Birkaç gün sonra anne baba, B yi sıkıştırınca çocuk baklayı ağzından çıkarır: “Siz benim annem babam değilmişsiniz, ben asıl annemi ve babamı isterim”. Bir süre sonra, anne baba bu isteğe uymak zorunda kalırlar, çünkü çocuk yemek içmekten kesilmiştir. Çocuk, yokluk sebebiyle kendisini evlâtlık veren ve şimdi de yokluk içinde olan köydeki anne babasının ve çok sayıdaki kardeşlerinin yanına döner ve onu tekrar şehre getirmek mümkün olmaz. Bu hatıra, bana biyolojik ait olma duygusunun derinliğini ve gücünü gösteren bir örnek olmuştur.

- Reklam -

İkincisi benim bir hatıramdır. Paris’te bir tanıtım toplantısı sebebiyle gittiğimizde bizi üretim tesislerinde gezdiren ve akşam yemekte ağırlayan Madagaskar asıllı bir şirket yöneticisi vardı. Başka bir şirkette Kuveyt’te yönetici iken birkaç sene önce bu şirkete geçmişti ve Orta Doğuyu oldukça iyi tanıyordu. Bize ilgisi, diğer yöneticilere göre daha candandı. Yemekteki konuşmamız sırasında konu dillerden açıldı. Beraberimizdeki öğretim üyesi arkadaşım, Madagaskarlıya Madagaskar dilinin kelime yapısı ile ilgili sorular sordu ve sonunda, onların dil yapısının bizim dil grubumuzdan farklı oldukları yorumunu yaptı. Ayrıca Madagaskar etnik kökenleri hakkında sorular sordu. Bu konuşma kesilip arkadaşım yanındaki diğer kişilerle sohbete daldığında Madagaskarlı, konuyu yeniden bilerek Madagaskar’a getirdi ve “arkadaşın Madagaskar dilinin sizin dilinizden farklı yapıda olduğunu söylüyor ama ben ona katılmıyorum. Büyük göçle Orta Asya’dan insanlar dünyanın birçok yerine göçtüler. Bu kollardan biri de Madagaskar’a uzanıyor. Benim halkımdan bir çoğunun yüzü, sizin insanlarınıza benziyor, bizler aynı kaynaktanız” dedi. Madagaskarlı Müslüman değildi. Bu sözleri duyduğumda bu sıcaklığın kaynağını çözdüm, bu aynı atadan gelen insanların birbirine karşı duydukları sıcaklıktı. Eve döndükten sonra, Tarih atlasına baktığımda, hakikaten göç kollarını gösteren oklardan biri Afrika’nın Madagaskar tarafındaki kıyılarını gösteriyordu.

İşte tarih, bize bir altın çember daha sunuyor. Üslelik İslâmî kimlikli ve tarihî yönetim alanımızda olma çeşnili yakın çemberde olduğu gibi, coğrafî yakınlık burada da bir etkiye sahip olsa bile bir ön şart değil, engel hiç değil. Herhâlde kendiliğinden ortaya çıkıp bizi bulan Meluncanlar, bu coğrafya uzaklığının durduramadığı köklerini, yakınlarını, kardeş diye sevebileceklerini arama bulma, kucaklama iç güdüsünün en canlı örneklerindendir. Onu şimdiden hem tarih, hem destan ve masal zemininde incelememiz ve hayâlî Noel Babadan türetilen tatlı Noel Baba hikâyeleri gibi çağın insana ulaşma vasıtalarının hepsini kullanarak insanların tatlı rüyâlarına sunmamız gerekmektedir. Göçü anlatan çizgi film serileri önemli anlatım yollarından biridir. Bu dönemi anlatan destanların izlerini göç edilen yerlerdeki halklar içinde araştırmak da ayrı önemi bulunan bir konudur.

Teknik alt yapıyı hazırlamak üniversitelerin tarih, dil ve antropoloji dallarına, Dil ve Tarih kurumlarına ve basına düşmektedir. Zekâsının cilâsını küllendirmemiş olan, tamirci toplum bilim adamlığından teori üretebilen gelişmiş toplum bilim adamlığına yükselebilmiş, proje geliştirebilir bilim adamlarına sahip olan üniversitelere, bu çalışmalar için burs, para, kaynak ve organizasyon desteği vermek ve kaynak ayırmak gerekmektedir. Bunun için TÜBİTAK benzeri ama sosyal araştırmalara destek olacak şekilde kurulmuş bir kuruma ve sosyal araştırmaları yapan vakıflara yapılan bağışları kolaylaştıracak düzenlemelere ihtiyaç vardır. Teşvik programlarında, kuruma değil, projeye teşvik (grant) esas alınmalıdır. Proje sonucu ortaya çıkan bilgi veya faaliyetin aldığı atıflar ve doğurduğu yeni faaliyetler için, bu projeyi yürütenler ikinci bir teşvik daha almalıdır. Bu, para olabildiği gibi, teşvik almada öncelik, bazı resmî ve özel kaynaklara ulaşmada kolaylık, çalışma ortamına yaşama kolaylıkları sağlanması gibi diğer hoşa giden, insanın becerdiği işi devam ettirme isteğini artıran destekler de olabilir.

Sivil faaliyet olarak Orta Asya’dan göçler vakfının kurulması ve onun aracılığı ile Orta Asya’dan göç eden halklar için bilim (özellikle tarih), gençlik, ekonomik iş birliği ve diğer bir araya getirici ve birlikte çalışmayı başlatıcı toplantıların düzenlenmesi, yabancı öğrenci kontenjanlarından bir kısmının Orta Asya’dan göçen halklar kontenjanı hâline getirilmesi faydalı bir geleceğe yatırım adımı olacaktır.

Tarihçilerin ve gençlik örgütlerinin, kararları uygulamaya konulmayan bir kongrede bile olsa bir araya gelmeleri, yüz yüze temas etmeleri çok önemlidir. Çünkü insan aklı, ilk öğrendiğini aksini duyuncaya kadar doğru kabul eder. Bildiğinin aksini duymak, yanlış fikrinin oluştuğu ve tereddüdün ve gerçeği arama merakının başladığı andır. Tarihçilerin ve gençlerin ortak geçmiş maceramızı öğrenmeleri ve bunun aksi söylenmeden kabul edildiğini görmeleri güçlü bir iç güdüye seslenecek ve kendiliğinden, her temsilcinin kendi toplumunda bu olayı duyurmasını ve işlemesini sağlayacaktır. Sonraki kongrelerde bilgi aktarımından başka bir şey yapılmasa dahi ek olarak her katılımcının kendi ülkesinde yaptığı faaliyetlerin duyurulması ve alkışlanması bu kongrenin yapılması için yeterli en küçük hedefi meydana getirecektir.

- Reklam -

Gençler!, tarihe veya uğraştığınız sahaya “Yeni Türk Medeniyetinin yeşermesi ve gelişmesi için bu saha içinden yeni bir kaynak yaratabilir miyiz?, var olanları daha işe yarar şekilde sunabilir miyiz?” diye bakınız. Bulduğunuz konuları yazınız ve o konuların uzmanlarının dikkatine getiriniz. Unutmayınız, ne aradığını bilen insanlar, onlara kendinden önce bakanların göremedikleri kaynakları, yöntemleri ve örnekleri görebilirler.

1.) Davut Albayrak, Yeni Türk Medeniyeti (I), Orkun 2000: (30); 8-11

2.) Davut Albayrak, Yeni Türk Medeniyeti(II), Orkun 2000: (31); 4-7
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -