Ana Sayfa 1998-2012 Ölümünün 24. Yılında Ârif Nihat Asya

Ölümünün 24. Yılında Ârif Nihat Asya

Tanıdığım Türkçü şairlerin en ünlüsü, kuşkusuz, Ârif Nihat Asya’dır. O; manzum ve mensur şiirleri, siyasî fıkraları ve polemik yazıları, özdeyişleri, ‘çekirdek’ tadındaki küçük fıkraları ve adına doyulmaz nükteleri ile, edebiyatımızdaki ve edebiyat tarihimizdeki seçkin yerini hakkıyla kazanmış bir edibimizdir. İyi bir öğretmen olmanın yanında, velût bir yazardı. Şiirlerinde ve yazılarında kıvrak bir zekânın pırıltıları engin bir bilgi ve kültür birikiminin yansımaları hemen fark edilirdi. Şiirleri, yazıları yumuşak, tatlı bir kaynak suyu gibi zihinlere akar, okuyana ferahlık ve huzur verirdi. Onu okurken yorulmaz, usanmazdınız. Şimdi böyle ediplere ne kadar muhtacız…

- Reklam -

Ârif Nihat Asya’yı Adana Erkek Lisesi’ndeki öğrenciliğim (1946-1949) sırasında tanımıştım. Öğretmenim olmadı, ama o zamanlar öğle sonlarında uygulanan ‘mutalâa’ saatlerinde bizim sınıfımıza da gelirdi. Böylece kendisini yakından görmek, arasıra ve kısaca görüşmek fırsatlarını değerlendirirdik. Ama bizi en çok o yıllarda Adana’da yayınlanan Demokrat adlı gazetede, ‘Ayın aynasında’ başlıklı köşede, ‘Ay’ iğreti adıyla çıkan yazıları etkilerdi. O yazılar, 1950 seçimlerinin öncesinde Edirne’ye sürgün edilmesine sebep olmuştu. O’nunla Adana’da başlayan tanışıklığımız Ankara’da, Seyhan Milletvekili ve öğretmen olarak bulunduğu dönemlerde, onun lûtufkâr izni ve hoşgörüsü ile sarsılmaz bir dostluğa dönüştü ve bu ilişkimiz O’nu Hakk’a emanet ettiğimiz güne kadar, sarsılmadan sürdü.

Ârif Nihat Asya, dünyaya gözlerini İstanbul ilinin küçük bir köyünde açmıştır (1904). O köyde doğmuş olmanın sağladığı ‘İstanbullu’luğunu, şu mısralar ile, nükteli ve zarif f bir biçimde anlatır:

Nerelisin diye soruyorlar:

- Reklam -

1904’te İnceğiz’de doğmuşum…

İnceğiz’i Çatalca’ya,

Çatalca’yı İstanbul’a bağlamışlar…

İstanbullu olmuşum.

- Reklam -

O, yoksul bir ailenin yetim çocuğu olarak, ondaki cevheri fark eden yardımsever yakınlarının yardımı ile İstanbul’a getirildi, onların desteği ile öğnenimini tamamladı ve ‘edebiyat öğretmeni’ oldu.

Böylece, başta Adana olmak üzere Malatya, Edirne, Kıbrıs, Eskişehir ve Ankara’daki liselerde binlerce öğrenci yetiştirdi.

Ârif Nihat Asya, edebiyata çok küçük yaşında ilgi duymuş, şiirler de yazmaya başlamıştı. Bunların bir bölümünü Heykeltraş adlı kitabında, 1924 yılında yayınladı. Ona ün kazandıran eseri ise, 1946’da yayınlanan Bir bayrak rüzgâr bekliyor idi. Bundan sonraki yıllarda, birbiri ardından, değişik türlerde otuzu aşkın eseri yayınlandı. Ne yazık ki onlar, kendisi tarafından veya güçsüz yayıncılarca yayınlanan, baskısı güzel olmayan eserlerdi. Onların, ‘Bütün eserleri’ dizisinde, Ötüken Yayınevi’nce yapılan yeni, güzel basımlarını görme mutluluğunu yaşayamadan dünyamızdan ayrıldı.

Ârif Nihat Asya gezileri seven, bu tür fırsatları kaçırmayarak yurt içinde ve dışında birçok geziler yapan bir edebiyatçı idi. Gittiği yerlerde düzenlenen toplantılarda şiir sevenlere şiirlerini okumakla kalmaz oradaki izlenimlerini, gördüğü güzellik ve özellikleri, yanından ayırmadığı bir deftere kaydeder, sonradan onları şiirlerinde, yazılarında, konuşmalarında kullanırdı. O’nun yazı ve şiirlerini inceleyenler birçok yurt köşeleri, Kıbrıs ve Avrupa’ya ilişkin ilgi çekici tesbitler bulabilirler.

Ârif Nihat Asya’nın özelliklerinden birisi, hece ve aruz vezinlerini, serbest vezni şiirlerinde aynı ustalıkta kullanabilmesi idi. O, “Şiir vezinle doğar. Serbest vezinle doğanı aruz adına, aruz veya hece ile doğanı serbest vezinle zorlamak hem mânâsız, hem gülünçtür” görüşünde idi:

“Birdir, derim, nesir, hece, ser-best vezin, arûz.”

Sen öyle söyle duygunu, ben böyle söylerim.

Çok değişik konularda şiirler yazmıştır. Fakat onların en tanınmış ve sevilmişleri, kuşkusuz, millî temalarda yazdığı şiirlerdi. O tür şiirleri ile tanınmış, ün kazanmıştır. Bunların başında, kuşkusuz, ‘Bayrak’ şiiri gelir. Ders kitaplarına giren, millî bayram törenlerinde, radyoların ve televizyonların değişik programlarında sık sık okunan,

Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl

süsü.

Kız kardeşimin gelinliği, şehidi-

min son örtüsü,

Işık ışık, dalga dalga bayrağım!

mısraları ile başlayan ve

Tarihim, şerefim, şiirim, her şe-

yim;

Yeryüzünde yer beğen,

Nereye dikilmek istersen

Böyle, seni oraya dikeyim.

mısraları ile sona eren o güzel şiiri duymayan, bilmeyen yoktur, sanırım. Ne varki, andığımız tören veya programların büyük çokluğunda, şiirin en anlamlı bölümünü oluşturan bu son kıt’a, mısralarının ırkçı-Turancı bir görüşü yansıttığı varsayımı ile okunmaz; böylece şiir bütünlükten yoksun bırakılır.

Ârif Nihat Asya, halkını, toplumunu yürekten seven, Türk milletinin kutsal değerlerine saygılı bir sanatçıdır:

Her kim bu halk için ya-zar, halkın olur;

Aydınlatabildiyse eğer, aydın olur!

O’nun tarih, özellikle de Türk tarihi sevgisi vazgeçilmez bir tutkudur.

Yoksa şu yaprakta Yavuz,

Yoksa şu sayfada Oğuz;

Biz de yoğuz, biz de yoğuz!

Ârif Nihat Asya, aynı zamanda bir Türklük ve Türk dünyası sevdalısıdır. Şiirlerinde bu dünyalardan da sesler getirmeye çalışır. Kimi zaman Türk dünyasından uzak kalışımızın hüznünü yansıtır, kimi zaman oralarda yaşanmış Türk kahramanlıklarını dile getirir:

Ağlayın, parmakları nur

Sularından kınalı kızlarım.

Ağlasın Meraga göklerinden

Meraga’ya bakıp yıldızlarım.

Yollarda Kürşad’lar uzanmış ölü,

Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgülü.

Yiğitlerim uyur gurbet ellerde

Kimi Semenkant’ta bekler beni,

Kimi Caber’de.

Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok,

Ben nasıl varım?

Ağla ey Tanrı Dağlarından

İndirilmiş Tanrım.

…….

O zaferler getiren atların

Nalları altındanmış;

Gidişleri akına,

Gelişleri akındanmış.

Yolları eline dolayan,

Beldeler, ülkeler avlayan

Süvaleri varmış, ki

Oğuz, Bilge, Süleymanmış.

……..

Şehitler tepesi boş değil,

Taprağını kahramanlar bekliyor

Ve bir bayrak dalgalanmak için

Rüzgâr bekliyor.

Ârif Nihat Asya’nın hayatı, onun için anlamlı bir günde noktalandı. 5 Ocak, Adana’nın kurtuluş günü idi; Adana’nın da onun hayatında önemli bir yeri vardı. Bir şiirinde,

Beş Ocak’ta Adana’yı

Taşırır bayram alayı

Ve başlar Çukurova’da

Ayla yıldızın balayı.

demişti. Hakk’a da, ayla yıldızın balayına çıktığı öyle bir günde, 5 Ocak 1975’te yürümüştü. Bir süre daha yaşayıp Asya’daki tutsak Türk yurtlarının kurtulduğunu görebilseydi, oraları da gezip şiirleştirebilseydi, daha mutlu ölebileceği muhakkaktı. Ama ömrü vefa etmedi. Nur içinde yatsın!
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -