Ana Sayfa 1998-2012 Neler kaybediyoruz?

Neler kaybediyoruz?

AYDIN’lı Recep Taner kardeşimiz (MHP Aydın İl Başkanı) geçen ay yaptığı bir televizyon konuşmasında şöyle konuşmuştu: “Güzel Sökemizin Didim sahilleri bazı İngilizler tarafından satın alınarak her geçen gün kapışılıp parselleniyor. Burada son senelerde bazı İngiliz mahalleleri kuruldu.”

- Reklam -

Geçmişe bir göz atarsak şu acı tablo ile karşılaşmış oluruz; bundan takriben 40-45 sene evvel Foçamızın inci misâli sahillerinde Fransız Tatil Köyü teşekkül etmişti. Buralara âdeta askerî bir saha gibi çevrilip kuş uçurtulmuyor, içeriye yabancılar sokulmuyordu (bugün de durum aynıdır). Aynı tarihlerde Seferihisar’ın Akkum tatil bölgesinde ABD’nin ileri gelenlerinden bir grup zengin, dönümlerce sahil arazisini parsellemiş ve kendilerine yurt edinmişlerdi. Yine bundan tahminen 25 sene evvel İzmir Kemalpaşa civarında bir İtalyan, köpek çiftliği kurma (?) niyetiyle büyük bir arazi satın alarak sahiplenmiş ve burayı sıkı şekilde korumaya alarak muhkem hâle getirmişti. Keza bugün Güneydoğuda kurulmakta olup gelecekte yurdumuzun büyük bir enerji potansiyeli hâline gelerek yüzümüzü güldürecek ve bütün Türkiye’nin medarı iftiharı olan GAP Projesinin bulunduğu sahanın çevresinde yüzlerce hektar araziyi hazineden satın alarak yerleşen ve gelecekte bizler için büyük tehdit oluşturacak olan yabancıları göz ardı etmemek gerekir.

Özellikle ülkemizin batı ve güney sahillerimizde cereyan eden bu örnekleri daha çoğaltabiliriz. Tarihî bir olayla satırlarıma devam etmek isterim; karasularımıza çok yakın mesafedeki Rodos adasının fethi nasıl gerçekleşti? Osmanlı’nın büyük imparatoru Kanunî Sultan Süleyman’a o sıralarda Müslüman Türk vatandaşlarından sık sık şikâyet gelir. Şikâyet şu mealdedir: Talancı Rodos şövalyeleri, deniz yolu ile Hac farizesini eda etmek üzere Mekke’ye mukaddes yerlere gitmekte olan Müslüman gemilerine devamlı baskınlar düzenleyerek onları öldürürler, mallarını ve paralarını gaspederler. Buna haklı olarak kızan ve içerleyen Kan unî, bir donanma ile hemen Rodos’u muhasara ederek fetheder ve ada halkının ırz, can ve mal emniyetini güvence altına aldığını gönderdiği bir fermanla ilân eder (1521). Sonra oraya Anadolu’nun muhtelif bölgelerinden Müslüman Türk vatandaşlarını göndererek iskânını sağlar. Tam 400 seneden fazla bir müddet Osmanlı hâkimiyetinde kalan bu şirin adada huzur yerleşmiş olup*, Girit’te olduğu gibi sık sık isyanlar meydana gelmemiştir. Ancak, Türk’ün ezelî-ebedî düşmanları-sözde (?) büyük devletler bu olayı hazmedemeyip sonraları Osmanlı’nın zafiyetinden faydalanarak On İki ada ile Rodos’u bir oldu bittiye getirip maalesef elimizden alarak Yunan’a teslim ettiler (Batı Trakya misâli).

Yine geçenlerde televizyondan duyduğum bir haberde, Osmanlı’nın canlı bir hâtırası olup, birkaç sene evvelki iç savaşlarda yıkılan tarihî Mostar Köprüsü yabancı devletler ve beynelmilel finans kuruluşları tarafından 2-3 sene içinde yeniden tamir edilmiş, Türkiyemiz bu merasime tarihî Mehter takımımızı gönderip 1 milyon dolar katkıda bulunarak katılmış bulunmaktadır. Bu acıklı habere sevinmek mi gerekir, üzülmek mi, bilemem?

Buna biraz benzeyen başka bir haber de şöyle gerçekleşti; Atina’da bir grup Müslüman Türk kardeşimiz orada bir cami inşa etme teşebbüsünde bulunmuş, bunu öğrenen Selânik Metropolidi devreye girerek bunu bir şartla kabul edeceklerini ifade eder, şöyle: İstanbulumuzdaki tarihî Ayasofya, dünya Ortodoks camiasının ibaretine açılsın! Buna onay verileceğini katiyyen tahmin etmiyorum. Şiddetle reddetmek gerekir.

Burada, Lozan Konferansına 2. murahas olarak giden Dr. Rıza Nur’un tarihî bir sözünü yazmak isterim:“Batılı diplomatlar Türk’e bir şey verdiklerini ifade ettiklerinde daima vereceklerinden daha büyük parçalar elde etmek isterler.”

Şimdi bizi tuşa getirmek ve parçalamak isteyen batılı hayinlere şunları sormak isterim:

- Reklam -

Emperyalist batılı ajanlar sömürecekleri ülkelerde önce uşak kadrolar oluştururlar (Afganistan, Pakistan, Hint misâli), oralarda okullar açarak “barış gönüllüleri” adı altında misyoner ajanlar gönderip köprü başlarını tutarlar, ondan sonrası çorap söküğü gibi gider. Bu yeter mi? Asla! İşgal ettikleri ülkelerin yeraltı zenginliklerini ele geçirmek için savaşlar çıkarır, iç isyanlara sebebiyet verir ve o ülkeyi ekonomik ve sosyal esarete sürüklerler. Bu düpedüz haçlı kinidir ki, yeni bir olay olmayıp tarih boyunca yalnız Türk insanına uygulanmıştır. Meselâ, senelerdir sözde Ermeni soykırım (?) olayını devamlı gündemde tutup ellerinde koz olarak kullanırlar. Tam 600 küsur sene Osmanlı-Türk İmparatorluğunun topraklarında bir tek azınlığın burnu kanamadığı hâlde, Türk toprakları kana boyanarak yabana peşkeş çekildi. Hatırlarsınız, bir terörist kadın çıkıyor, Fransa’yı ayağa kaldırıyor, Türkiye’yi yargılıyor ve yurdumuzda krallar gibi saygı, itibar görüyor. Türkleri öldürenler masum ilân edilip Türklük aleyhine anıtlar dikiliyor; Türkler barbar, katil görülüp aleyhimizde tasarılar sunuyor ve beynelmilelci hayin sigorta şirketlerine başvurarak maddî tazminat talep ediyorlur. Bu yetmiyor; ülkemize rahatça vizesiz girip kiliseler kurulurken, her açılan tarihî eser için “Bizans Medeniyeti” ihya oldu, meydana çıktı diyerek onlara avanakça tavizler veriyoruz. bu da gafilliğin ta kendisidir.

İyi vallaha, vur abalıya. Peki, bizim onlardan, yani Türk’ün ezelî-ebedî düşmanlarından hesap sorma ve tazminat isteme sıramız ne zaman gelecek, merak ediyor, ilgililerden soruyorum. Ne zaman?

Meselâ, -1972’ten 1990’lara kadar dışarıdaki değerli Türk sefaret mensuplarımızdan 30 kadarı eli kanlı Ermeni çeteleri tarafından şehit edildi. Biraz eskiye gidelim:

– Bilindiği gibi 1919 Mayısında Yunan palikarya Efsun askerleri ağababaları İngiliz güçlerinin yardımı ile güzel İzmir’i işgal ettiğinde 3,5 sene boyunca mazlum Egeli kardeşlerimizi öldürüp işkenceler yaptılar. Nihayet 1922’de yenilip topraklarımızı terk ederken güzel yurdumuzu yakıp yıktılar. Biz müstevliyi yenip topraklarımızdan çıkardık, zafer kazandık, amma gelin görün ki, bizi mağlûp addedip cezalandırdılar ve 1950’li yıllara kadar harp tazminatı ödettirdiler.

– Yine kahpe Ermeni çeteleri İstiklâl Savaşı yıllarında işgalci Rus ordusu ile birlikte hareket ederek Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Karadeniz bölgesinin birçok köşe ve kasabalarında masum Türk vatandaşlarını öldürerek hayâle gelmez işkenceler yaptılar.

- Reklam -

– Son olarak 1955 Eylülündeki olayları hatırlatmak isterim: O zaman, yani 6-7 Eylül gecesi İzmir ve İstanbul’da bir kısım azınlığın evleri ve dükkânları bir grup şuursuz genç tarafından yakıldı. Aslında bu siyasî bir olay değildi amma hükûmet yine centilmence karar vererek bulduğu failleri cezalandırdı ve o azınlık vatandaşlara astronomik tazminat ödendi.

Bütün bunlardan sonra derim ki; bu mukaddes vatan için, din için, bayrak için milyonlarca evlâdını şehit veren Türk milleti çeşitli soykırım suçlamalarıyla velveleye verilip haçlı âleminin gündeminde tutulmaktadır. Resmî istatistiklerden öğrendiğimize göre, yalnızca Ermeni çetelerinin Anadolu’da ve Azerbaycan’da şehit ettiği Türklerin sayısı 5 milyona yakındır. Peki, bütün bunlardan sonra bizi yöneten ve aydın (?) geçinen ve her fırsatta çağdaş olduklarını söyleyen aklıselim sahibi akıllı adamlar çıkıp bizleri parçalayarak güzel yurdumuzu haritadan silmek isteyen bu batılı katillerden hesap sormayacaklar mı? Ancak, bununla beraber bizler topyekûn millet olarak uyuduğumuz bu gaflet uykusundan uyanıp devlete destek vermek, tepki göstermek, her ferdimizle bu hayinlere mücadele bayrağı açarak yürümek zorundayız.

Bu böyle biline.

Allah, bizleri bu medenî (?) geçinen Batılılardan korusun.

· Rodos’un fethini müteakip Bodrum, Tahtalı ve Aydos kaleleriyle İstanköy, Sömbeki adaları da alındı. Bu fethin akabinde Rodos hapishanesinden 4000’e yakın Müslüman kardeşimiz esaretten ve işkenceden kurtarılmış oldu.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -