Ana Sayfa 1998-2012 Neden Türkiye Üniversiteleri Dünyadaki ilk 500 arasına girem...

Neden Türkiye Üniversiteleri Dünyadaki ilk 500 arasına girem…

Sık sık dünyanın en iyi üniversitesi hangisi gibi sorular gündeme gelmektedir. Geçen yıl Time dergisince yapılan dünyadaki en iyi 100 üniversite çalışması ve Çin’in Shanghai Jio Tong Üniversitesi’nin her yıl 21 farklı kıstası kullanarak tespit ettiği dünyanın 500 üniversitesi sıralamasında herhangi bir Türk üniversitesinin bulunmaması üzerine üniversite içi ve dışındaki bazı çevrelerce cılız bir tartışma başlamıştır. Dünyanın ilk 500’ üne giren Üniversitelerin değerlendirilmesinde 100 puan üzerinden aranan ölçütler sıralamasında ülke olarak dünyada istenilen yerde olmadığımızın ortaya çıktı. Daha çok olay basın tarafından gündeme getirilmiş, ancak sorulan soru haklı, yerinde ama yapılan tespitlerin doğal olarak akademik olmaması konunun akademisyenler arasında da işlenmesine burada Türkiye üniversitelerinin eğitim kalitesi, üretkenliği ve uluslar arası standartlardaki başarısı sorgulanmaktadır.

- Reklam -

Asıl tartışması gereken üniversite rektörlükleri, TUBA; TÜBİTAK ve YÖK ise sessiz. Bu konudaki tartışmalarda, maalesef bir iki üniversite yöneticisi yanında benim de içinde olduğum bazı üniversite hocalarına gazetecilerin soruları üzerine, bazı dergiler birer sayfalık görüş belirtmekten öteye geçilemedi. ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut, bu sıralamayı fazla abartmamak gerektiğini ve bunların uluslar arası bağımsız bir kuruluş tarafından yapılmadığını belirtti. Bazı öğretim üyeleri derneklerinin yöneticileri, sorunun YÖK ile başladığını belirttiler. Boğaziçi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cem Behar, gerçekçi bir yaklaşımla “Üniversite kurulmaz, üniversite olunur” diyerek üniversitelerimizin halen gelenekselleşmediğini belirtti.

ÖLÇÜT NE?

Soru şu; Söz konusu değerlendirme ölçütleri nelerdir? Bu ölçütler bütün bilim dünyası tarafından benimsenen ölçütler midir? Örneğin fen bilimciler ile sosyal bilimciler bu konuda aynı görüşte midir?

Söz konusu ölçütlerden bazıları şöyle sıralanabilir;

1. Eğitimin Niteliği (% 10). Mezunları arasında madalya ve Nobel ödülü alıp alınmadığına bakılıyor.

2. Öğretim kadrolarının niteliği (%20). Çalışanları arasında madalya ve Nobel ödülü alıp alınmadığına bakılıyor.

- Reklam -

3. Üniversitede 21 araştırma kategorisinde yüksek atıf (citation) alan araştırmacı sayısına (% 20) bakılıyor.

4. Üniversitenin büyüklüğüne kıyasla akademik başarısı (% 10) göz önünde bulunduruluyor.

5. Science ve Nature gibi dergilerde yayınlanan makale sayısı (% 20)

6. Bilimsel atıf alan dergilerde yayınlanan makale sayısı, gibi ölçütler dikkate alınmaktadır.

Bilimin doğası gereği, üniversitelerin birer eğitim, araştırma ve hizmet birimi olarak belirlenen ölçütlerle etkinliğinin belirlenmesi doğaldır. Her üniversitenin kendi bulunduğu coğrafyadaki sorunlara çözüm üretmesi, ürettiklerini teknolojiye dönüştürmesi ve bu konuda geleceğin yetişkin bireylerini yetiştirmesi; konusundaki bir başka üniversite ile de doğal olarak yarış içinde olması gerek ir. Her yarışta olduğu gibi, üniversiteler arasındaki yarışın birincisi ve sonuncusu olacaktır. Buna kimsenin itirazı da olamaz, olmamalıdır da. Hatta herkes bu yarışta öne geçmek için daha fazla çaba içinde olmalıdır. Ancak herkesin üzerinde anlaşabileceği ölçütler ile yarışa katılmak gerekir. Bu konuda uluslar arası bir organizasyon olduğu kanısında da değilim. Dünyadaki bazı etkili kuruluşlar ve üniversiteler, kendi belirlediği bazı ölçütlere göre üniversiteleri değerlendirmektedir.

- Reklam -

Uzun zamandır ülkemizde de bu tartışma yapılıyor, ancak tartışmayı bilimsel temelde doğru yere oturtmak ve sonuç almak için önce teşhisin doğru yapılması, sonra da çözüm önerilerinin geliştirilmesi gerekir. Bazı çevreler de bu işi bir gurur sorunu hâline getirmeye başladılar. Sorun yayınsa, yayın sıralamasında dünyada SCI dergileri sıralamasında 22. sırada olmamıza karşın neden ilk 500’de hâlen yokuz denilebilir. Ancak unutulan gerçek bu yayınların kaçı pratik yaşama katkı sunacak teknolojiye dönüşüyor? Ne kadar patent aldık? Gelişmiş ülkelerin üniversiteleri ile kıyaslandığında ülkemiz üniversiteleri bu yönden bir hayli geri durumda bulunmaktadır.

Tabiî aranan 6 kategori bazıları için sübjektif olabilir, örneğin “Science ve Nature’da makale yazmış olmak şart mı?” gibi. Veya anadili ingilizce olmayan bir bilim insanının uluslar arası atıf alan dergilerde istediği gibi sonuçlarını yorumlayarak ifade etmesi kolay değil. Nihayet dünya sıralamasında ilk onu Amerikan ve İngiliz üniversiteleri almaktadır. Söz konusu ölçütler çerçevesinde yapılan sıralamaya Harvard, Stanford, MIT, Oxford, Chambridge, Caltech, Sorbon gibi Üniversiteler girebilmektedir.

Ölçüt olarak öne sürülen Nobel veya benzeri ödüllerin alınması hangi politik ve stratejik süreçlerden geçmekte? Nobel kimlere veriliyor? Üçüncü dünya ülkelerinden yapılan patentler engelleniyor mu? Bu ve bunun gibi süreçlerle mücadele için ülkelerin çok ciddî bilim politikalarının olması gerekir. Bir başka ifade ile bilim adamlarının arkasında ülkelerinin siyasî, ekonomik belki askerî güçleri bulunmaktadır.

Sonra dünyada taranan bilimsel makalelerin büyük çoğunluğu İngilizce yayın yaptığı için de ana dili ingilizce olan ülkeler doğal olarak yarışı bir adım önde başlatmışlardır. Bunlar tartışılabilir. Ancak bugün suyun bâşında oturan; ekonomisi, askerî gücü, güçlü bilimsel geçmişi ve alt yapısı yanında dünyaca benimsenen dil sayesinde belirli batılı ülkelerin bu alanda kendi kurallarını dünyaya empoze ettikleri de bir gerçek. Bu nedenledir ki, dünyanın doğusundaki birçok ülke bu kategoriye girmemektedir. Ancak yine de bu bahanelerin arkasına sığınmadan kendi durumumuzu iyi analiz edip, geçmişten ders alıp geleceğe emin adımlarla ilerlememiz gerekir. Bunu da yapmak zorundayız.

Bir diğer soru da, gelişmiş üniversiteler bu kategoriye nasıl girebiliyorlar?

Olay bir bütün ve ülkenin bilim ve teknolojiye verdiği öneme bağlı olarak geliştirdikleri bilim politikasına bağlıdır. Olayın birkaç boyutu bulunmaktadır.

Önce kendimizi iyi tanımamız gerektiğine inanıyorum. Eğer kendi bilimsel geçmişimizin tarihî sürecini doğru algılayabilirsek eminim hem olayı soğukkanlı değerlendiririz, hem de geleceğe yönelik daha akılcı plânlar ve politikalar üretebiliriz.

Batı ile kıyaslandığında ABD ve Avrupa’daki bin küsur yıllık üniversiteler köklü bir geçmişe sahiptir. Türkiye’de Darülfünun’la başlamış ve 1930’lı yıllardan sonra yeni üniversiteler kurularak ilk defa Anadolu’ya doğru genişletilmeye çalışılmıştır. Ülkemizde sancılı geçen ve bir türlü oturmayan üniversite sistemi, başlangıçta Almanya’dan gelen hocaların etkisi ile bir taraftan öğrenci, diğer taraftan bilim adamı yetiştirmeye başlamıştır. Bilindiği gibi üniversitelilik bilinci, bilim ve teknoloji üreten bir gelenek ve ortamın yansıması ile oluşur. Ancak peş peşe yaşanan darbe girişimlerinden en fazla nasibini alan üniversiteler gerçek anlamda bir ortam oluşturamamışlardır. Ülkemizde YÖK yasasının Anayasa’dan önce hazırlanmış olması bu konuda ne söylenmek istendiğinin en açık ifadesidir. Bu bakımdan ülkemiz üniversitelerinde hâlen bu gelenek oluşmadı.

Genç, fikir sahibi ve yüksek kapasiteli insanların bulunduğu ortamlarda değişik fikirlerin ve bakış açılarının doğması aykırı bulunmuş ve bir tür sindirme ile üniversiteler, fikirlerin tartışıldığı yerler olmaktan çıkarılıp doğru kabul edilen fikirlerin öğretildiği yerler olarak toplum nezdinde küçültülerek etkinliği düşürülmeye çalışılmıştır.

DÜNYADAKİ YÜKSEK

ÖĞRETİMİN İŞLEYİŞ

DİNAMİZMİ

En üst eğitim ve araştırma kurumu olarak üniversiteler, her türlü sorunların (maddî ve manevî) en üst düzeyde incelenip irdelendiği, elde edilen bulguların yine öğretim ve yayın yolu ile aktarıldığı merkezler olarak evrensel ölçekte insanlığa hizmet vermektedirler. Eğitimin tek yetkili kurumu olan üniversitelerin bilimsel ve teknik geliştirme merkezleri olmanın ötesinde birer felsefî tartışma ortamı olarak çevrelerini bilinçlendirme ve bu yönüyle bulunduğu bölgenin bilinç ve kültür düzeyini yükseltme sorumlulukları bulunmaktadır. Üniversitelerin öncü gücü olan bilim insanlarının görevi ise gözlemleyen, düşünen, araştıran, sorgulayan insanları yetiştirmektir. Bu suretle kuram geliştirerek bilinmeyeni bilinir hâle getirip bütün bunlardan faydalanarak yaşamı kolaylaştırmak için gerekli yöntem ve teknikleri geliştirmektir. Üniversitelerin tarihî misyonuna bakıldığında; bulunduğu çağın önünü açması, sorunları doğru tespit etmesi ve yaşamı kolaylaştırması gibi ölçüler aranır. Bu yönüyle üniversiteler, en üst düzeyde teknik imkânlarla donatılmış ve örgütlenmiş, geleceğe yönelik plânı ve projesi olan, vizyonu açık, maddî ve manevî sorunu olmayan kurumlar olmak zorundadırlar.

Bütün dünya, bilgi çağında yüksek öğretim modellerini dinamik bir yapı içerisinde yenileyerek Sokrates ve Erasmus programları ile çok kültürlü, verimli ve etkin, üretim ilişkilerine dayalı, öğrenci gereksinimlerini de dikkate alan önemli değişikliklere gitmektedir. Hiç hoşlanmamakla birlikte sık sık kendimizi yabancılarla kıyaslamak zorunda kalıyoruz, çünkü bugünkü biricik dünyamızda kendilerini bulundukları konumdan daha ileriye tanıyabilmiş ve tecrübesi olan batı üniversiteleridir ve istesek de istemesek de referans noktası olarak kıyaslayarak dikkate almak zorunda kalıyoruz. Maalesef başka bir dünya olmadığı için de kıyaslama gelişmiş batı üniversitelerine göre yapılmaktadır. Maalesef bir çoğumuz bu bağlamda değişik ülke üniversitelerinde eğitim öğretim yanında kongre ve toplantılarda gördüğümüz dinamizmi ülkemizde göremiyoruz. Birçok batı üniversitelerinde, idarî, malî ve alt birimlerdeki yönetimsel özerkliklerinden aldıkları güçle bilimsel anlamda eşdeğerleri ile ciddi yarış içerisine girmiş bulunurken bizler bu yarışı çok gerilerden takip etmekteyiz. Bütün büyük üniversiteler başta Bilim Parkları olmak üzere kurdukları dinamik bilim merkezleri aracılığı ile hem kendi maddî kaynaklarını oluşturmakta hem de bilimsel gelişmelerini ilerletmektedirler. Üniversiteler bu anlamda değişik araştırma kuruluşları ve sanayi sektörleri ile bilimsel bilgi üretmek üzere kolektif işbirlikleri içerisine girebilmektedir.

ÖRGÜT KÜLTÜRÜ VE

BİLİMSEL BAŞARI

Tabiî bu kurumların en önemli özellikleri ve sihirli değneği, iyi bilim adamlarını bünyelerinde bulundurmalarıdır. Burada, yüksek rekabete dayalı öğretim ve profesyonel idarî kadroları ile bütünleşerek verimlilik artışı sağlanmıştır. Laboratuvar düzeyinde iyi örgütlenmiş birimler yukarıya doğru bilim hedeflerini iyi çizerek örgütlenebilmişlerdir. Standardizasyondan kaçınarak her üniversitenin kendi dinamikleri içerisinde gelişmesine imkân sağlamışlardır. Bütün dünyada üniversite yerinde yönetime geçerken, bizde geçen yüzyıldan kalma merkeziyetçi yapı ile üniversitelerin tek elden aynı sistem ile yönetilmesi tercih edilmiştir. Üniversitelerin önünün açılması ve yöresel zenginliklerinin dünyaya taşınması açısından standartlaşmış merkezî yapıdan kaçınılması gerekmektedir. Ülkemizde merkezî yönetim ile nitelikli ve gelişkin üniversitelerin gelişmemiş üniversitelerin düzeyine çekilmesi hedeflenmiştir. Bu anlamda bölgesel bazda da olsa gelişmiş dünya ölçeğinde motivasyonu yüksek öğretim elemanlarını bünyesinde bulunduran kurumların oluşması ülkenin sağlıklı kalkınmasına da katkıda bulunacaktır.

2005 yılında yukarıda tarif edilen üniversite gerçeği ile ülkemiz üniversitelerinin gerçeğinin birbirine pek de uymadığı görülmektedir. Bugün üniversiteler kendisine yakışır şekilde etkin, sorun çözen ve saygın bir kurum olma yerine, kendi kendisi ile uğraşan, maddî gücü olmayan, öğretim üyelerinin bir kısmı ‘gözlerimi kaparım vazifemi yaparım’ veya ‘salla başını al maaşını’ anlayışında, kendisine biçilen alanın dışına çıkamayan, felsefesi ve dünya görüşü daraltılmış bir konuma gelmişlerdir

 

Orkun'dan Seçmeler

AL DA BAŞINA ÇAL

Hür düşünce

- Reklam -