Ana Sayfa 1998-2012 Nâzım Hikmet Deli miydi?

Nâzım Hikmet Deli miydi?

Son günlerde kulaklarımız yine Nâzım Hikmet teranesi ile dolmaya başladı. Bu, açılan ilk kampanya değildir. Türkiye’de Nâzım Hikmet konusunda zaman zaman rüzgârlar estirilir. Şairin memleketini çok sevdiğinden, İstanbul’a hasret içinde öldüğünden, Anadolu’da bir “ceviz ağacı” dibinde mezarının bulunmasını çok arzu ettiğinden bahsedilir.

- Reklam -

Bu büyük Türk (!) şairinin mezarının Moskova’da bulunması milletimiz ve devletimiz için büyük bir ayıp olarak gösterilir. Bizim bu ayıptan bir an önce kurtulmamız için, Nâzım’ın mezarını Türkiye’ye getirmek ve onun ruhundan özür dilemek zorunda olduğumuz tekrarlanır…

Acaba bu istek Nâzım’ın isteğine uygun mudur? Burası önemli değil. Önemli olan, Marksistlerin kendilerini tatmin edebilmeleridir. Komünist sistemin çok acı bir şekilde iflâsından sonra, Türkiye gündeminde kendilerine yer bulabilmeleridir. Bunun için genellikle kış ve ilkbahar mevsimleri seçilir. Zira Marksistlerimiz yaz ve sonbahar mevsimlerinde tatilde bulunurlar. O zamanlarda gündeme gelmek gibi bir ihtiyaçları yoktur.

Gündeme gelmek istediklerinde, Marksist olmayan kesimden de destekçi bulabilirler. Bu da Marksist olmayan kişilerin, “gündeme gelmek için ille de Marksistlerin yaygarasına ihtiyaç duyulduğu” şeklindeki batıl inanışlarına dayanır. Bu aldanışa bazen bakan seviyesinde kişiler de kapılarak, “Nâzım’ın mezarı mutlaka gelmeli/Muazzeb ruhu huzura ermeli” nevinden tekerlemeler söylerler.

Zannederler ki koltukları sallanmaya başladığında, Marksistler, bu desteklerine karşılık, onları koruyacaklardır. Amma ne yazık! Bu beklenti hiçbir zaman gerçekleşmez…

•••

Bu noktada Nâzım Hikmet’in hayatına kısa bir bakış yapmak zorundayız.

- Reklam -

Hazret annesinden doğduğu 1902 (Selânik) yılında sultanü’ş şüera değildir henüz. İleride 1950’li yıllardan itibaren, bu unvanın da az görülerek kendisine sultanü’ş şüeraü’l cihan payesinin verileceğinden de habersizdir. O da her çocuk gibi doğar doğmaz ağlamaya başlamıştır. Ama bu ağlayıştaki ahenk, daha o zamandan en büyük Türk şairi olacağının habercisi gibidir. O kendini her ne kadar Türk kabul etmese de, dost ve âşıkları onu böyle pazarlamaya devam edeceklerdir.

Nâzım 1921 yılında Moskova’ya gidip, Doğu Halkları Ü Üniversitesi’ne girene kadar milliyetçi bir şair sayılabilir. Orada 24 saat Marks – 24 saat Lenin – 24 saat Engels okuduktan sonra iyi bir komünist olur. (Not: Komünizm Ekim 1917’de Rusya’da yapılan ihtilâlle iktidara gelmiş, milyonlarca kişinin ölümüne sebep olmuş, Kafkas ve Orta Asya Türklerini de esaret ve zulüm altında inletmiş, başlangıçta vaadettiği pembe dünyanın tam aksi zifiri karanlık bir dünya gerçekleştirmiş, milyonlarca insanı açlık ve sefalete mahkûm etmiş, nihayet 1988 yılında tarihe karışmış bir ideolojidir. Nâzım -ileri görüşlü, büyük dahi ve şair Nâzım- ömrünü bu ideolojiyi Türkiye’de de iktidara getirme ve Türk halkına böyle bir refahı (!) yaşatma mücadelesine adamıştır.)

Lütfen dikkat edelim! Kurtuluş Savaşı destanının şairi Nâzım, Kurtuluş Savaşı yıllarında (1919-1922) 17-20 yaşlarındadır. Her nasılsa bu savaş sırasında bırakın cepheye gitmeyi, Ankara’ya bile gitmemiş; kendisine eğleşme mahallî olarak Moskova’yı seçmiştir.

Anadolu’da 16 yaşındaki Türk gençleri yokluklar içinde cephe cephe dolaşırken, Türk kadını kağnılar üzerinde mermi taşırken, çocuğunun üzerine örteceği örtüyü nem kapmasın diye top mermisinin üzerine örterken, destan şairi Nâzım Moskova’da komünizm tahsil etmektedir. Türkiye’ye dönüşü de her şey olup bittikten, Cumhuriyet kurulduktan sonradır (1924).

Türk milleti, Türk gençleri Kurtuluş Savaşı’nı yapmış, hazrete de Moskova’dan izlediği savaşın destanını yazmak kalmıştır. Kurtuluş Savaşı Destanı’nın şiir değeri ayrı bir yazı konusudur. Ancak destanda da yer alan “Karayılan” isimli Türk kahramanının niçin “korkak bir tarla faresi”ne benzetildiğini sormak hakkımızdır.

- Reklam -

Dahinin hayatını incelemeye devam edelim.

1924’te İstanbul’a döndü. 1925 yılında komünizm propagandasından 15 yıl hapse mahkûm olunca, Rusya’ya birinci kaçışını gerçekleştirdi. 1928’de tekrar Türkiye’ye döndü. Cezasının yanlışlıkla verildiği kanaatine varılmış olacak ki, aklandı.

1933’te tekrar yargılanırken imdadına cumhuriyetin 10. yılı affı yetişti. 1936’da yine mahkemedeydi. Suçlama “komünist kışkırtıcılığı” idi (Elbette bu Nâzım için son derece şerefli bir işti).

1938’de orduyu ve donanmayı isyana teşvikten 28 yıl 4 aya mahkûm oldu. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1950 yılında Demokrat Parti onu hapisten çıkardı. O da anavatanı Rusya’ya ikinci defa kaçtı. Yani Nâzım Rusya’ya kaçtığında hapiste değildi. Mahkûm da değildi. Hakkında açılmış herhangi bir dâva da yoktu. Hür bir insandı. Hür iradesiyle karar verdi ve Rusya’ya kaçtı. Kendine vatan olarak orayı seçti. Bu, şuurlu bir seçiş idi. 29 Haziran 1951 tarihinde Moskova havaalanına inen Nâzım Hikmet’in orada verdiği beyanat 30 Haziran 1951 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şöyle haber oldu:

“Moskova radyosu dün akşamki yayınlarında Kızıl şair Nâzım Hikmet’in Moskova’ya vardığını ve havaalanında beyanatta bulunurken, “Beni yaratan Stalin’dir” diye bağırdığını bildirmiştir. Gene Moskova radyosuna göre kızıl şair, Stalin’i göklere çıkaran şu sözleri de sarfetmiştir: “Gözlerimin ışığını Stalin’e borçluyum, her şeyimi ona borçluyum, o beni yarattı, o beni yaşatıyor.”

Nâzım komünizme öylesine körükörüne bağlıdır ki, bu sözleri ile en az 50 milyon insanın katilini, Stalin’i, ilâh mertebesine yükseltmektedir. Büyük dahi, ne yazık ki Stalin’in bu yönünü görememiştir.

Nâzım Türkiye’de yaşadığı yıllarda toplam 17 yıl hapis yattı. Bunların hepsi Atatürk ve İsmet İnönü dönemlerindedir. Demokrat Parti iktidara geçince serbest bırakılmıştır. Yani Nâzım’a yapılan haksızlıkların (!) vebali Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye aittir. Bugünün Marksist-entel Nâzımcıları bu konuda hesap sorarken, yanlış adrese geldiklerini bilmek zorundadırlar. Ya Atatürkçülükten vaz geçeceklerdir, ya Nâzımcılıktan. Nâzım’ın İnönü devrinde yattığı 12 yıl hapsin hesabını da sayın Erdal İnönü’den sormaları daha mantıklı olur. O, “Ben siyaseti bıraktım.” derse, sayın Deniz Baykal’a müracaat edebilirler.

Söylemek istediğimiz şudur:

Hem Atatürkçü hem Nâzımcı olmak bize iki yüzlülük gibi geliyor.

•••

Gelelim Nâzım’ın vatan hasreti ile öldüğü meselesine. Bu konuda onun, ölümünden 17 ay 26 gün önce (7 Aralık 1961) Sovyetler Birliği vatandaşı olmak için zamanın başbakanı Kruşçef’e dilekçe verdiğini okuyoruz. Bu dilekçe Nâzım’ın Rusya’ya kaçısından 10 yıl sonra yazılmıştır. Mektupta sonsuz bir komünizm ve Rusya sevgisi devam etmekte, ayrıca Türkiye’ye duyduğu söylenen hasret konusunda ise en ufak bir ip ucu bulunmamaktadır.

“SAYGIDEĞER NİKİTA SERGEYEVİÇ

19 yaşından beri, yalnızca kalbim ve kafamla değil, geçmişimle de Sovyetler Birliği’ne bağlıyım.

Bolşevik Partisi’ne, ilk olarak 1923 yılında üye oldum. Ardından 1924 yılında yine Moskova’da, Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi oldum.

1925 yılı başında Moskova’daki Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ni bitirdim ve parti işleri için Türkiye’ye gittim. 1925 yılı sonunda, Ankara’da yeraltı çalışmaları gösterdiğim için gıyaben 15 yıl hapis cezasına çarptırıldım.

Sonra, yine Moskova’ya döndüm. 1928 yılında Türkiye’de parti işleriyle uğraştım. O zamandan 1950 yılına kadar toplam 56 yıl hapis cezasına çarptırılmama karşın toplam 17 yıl cezaevinde kaldım. Başta Sovyet halkı olmak üzere, ilerici insanların mücadelesi sonucu cezaevinden çıkarıldım. Ben sayılı komünist şairlerindenim. Çok mutluyum. Çünkü büyük Ekim Devrimi’nin beşinci yıldönümünü Moskova’da kutladım, şiir yazdım. SBKP’nin 22’inci kongresini kutladık. Bu nedenle de şiir yazdım.

Artık 10 yıldır Moskova’da yaşıyorum. Ailem de yanımda. Bütün Sovyet halkı gibi buradaki yaşama alıştım.

Saygıdeğer Nikita Sergeyeviç, yardım edin, ben Sovyet vatandaşı olmak istiyorum.

En iyi dileklerimle.

Saygılarımla.

Nâzım HİKMET

7 ARALIK 1961”.

Uzun sözün kısası: Nâzım bilinçli olarak Rusya’ya kaçmış ve bilinçli olarak Sovyet vatandaşı olmak istemiştir. Bir insanın ölüsünün, vatan bildiği yerde bulunması da son derece normal ve hakkaniyet ölçülerine uygundur. O da 3 Haziran 1963’te Moskova’da ölmüş ve vatanının topraklarına gömülmüştür. Nâzım’ın mezarını Türkiye’ye getirmek isteği, bu insanın ruhî durumunu tartışmaya açmak ve onun Rusya’ya kaçma ve Sovyet vatandaşı olmak kararlarını aklı yerinde olmadığı bir zamanda verdiğini kabul etmek demektir. Şimdi Nâzım’ın mezarını Türkiye’ye getirmek isteyenlere soruyoruz:

Nâzım Hikmet deli miydi?

Önemli not: Nâzım Hikmet’in Türkçenin en büyük şairi olduğu şeklindeki iddia hakkında aydınlanmak ve etraflı bir Nâzım Hikmet tahlili okumak isteyenler şu yazıya bakabilirler/bakmalıdırlar: Prof. Dr. Birol Emil, Nâzım Hikmet Masalı, Türk Edebiyatı, Haziran 1996, sayı 272. s. 7.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -