Arap kavmi ile yakın temas ve komşuluğumuz Halife Hz. Ömer zamanından itibaren başlamıştır. Arap ordularının Semerkand ve Buhara içlerine girmeleriyle, bu temas sıcak çatışma hâline dönüşüp, daha sonraları da “dost” olmuşuzdur. Hele hele Sulu Kağan’ın önünde âdeta diz çöken Arap kumandanının, Sulu Kağan’ın sorularına verdiği İslâm hukukuna dayanan cevaplarıyla da, Türkler İslâm dinine karşı gönüllerinde ebediyyen kapanmayacak bir yer açıp, bu meydanı da İslâmın kelâm, hadis, fıkıh âlimleri ve mezhep imamlarıyla doldurdular.
Peyderpey İslâm diniyle şereflenen Türk milleti, Büyük Selçuklu Devleti zamanında, İslâm Halifesi Kaim bi-Emrillah’ın, Selçuklu Başbuğu Tuğrul Beğ’i (Ö: 1063), 1055 yılında Bağdat’a dâvet etmesiyle, Araplara karşı gönüllerinde muhabbet beslemeye başlamışlardır. Özellikle, Kaim bi-Ebrillah’ın, Çağrı Beğ’in kızı Arslan Hatun ile evlenmesiyle de sıhriyet bağları kurulmuş, Abbasî Hâlifesi’nin Bağdat’a hâkim olan Şiî Büveyhî hükümdarı Hüsrev Fîrûz (Melik ur-Rahim) tarafından zulme uğrayınca da Tuğrul Beğ’i davet etmesi ve şehre giren Türk başbuğuna kılıç kuşatıp, taç giydirerek “Cihân Sultanı” ve “Halifenin Ortağı” olarak ilân etmesiyle de siyasî ve mânevî dostluklar kurulmuştur. Böylelikle de Türklerdeki “Cihan Hâkimiyeti” fikri, İslâm diniyle de birleşip daha şümûllü bir hâl alıp kuvvet ve kudret kazanarak, yeni bir safhaya girmiş oldu.
Bu tarihten sonra canlanan “Dinler arası savaş” (özellikle, Haçlı Seferleri) da, Peygamber’imizin: “- Ümmetimin şerefidirler!” diyerek işaret ettiği Türkler, İslâm dinini muhafaza ve müdafaa ederek, Hristiyan birliğinin taaruzlarına daima karşı durmuş, kanını akıtıp can vermiştir. Dolayısıyla da, o mübarek toprakların ve makamların çiğnenmesini önlemiştir.
Sünnî ve Şiî çatışmasına “- Yeter!” diyen Türklerin ilk halifesi (1517) Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri’nin zamanından bu yana, İslâmın mübarek toprakları ve değerleri, Türk’ün en ulvî hizmetleri ve nimetleriyle bezenip şereflenmiştir. Kâbe’nin “Altın oluklar”ından tutun da, “Sürre alayları” adı altında merasimle gönderilen altın para ve hediyelerin Arap şeyhlerine verilmesine kadar nice nice nimet ve hizmetler; demir yolundan tutun da, İslâmın mübarek beldesi ve Kâbe’sini muhafaza etmek gayesiyle yapılan “Ecyad Kal’ası”na varıncaya kadar sayılabilir… O kal’a ki, Fahreddin Paşa’nın sığınağı olmuştur… O Fahreddin Paşa da, tren raylarını hocaları Lavrens’in öğrettiği şekilde havaya uçuran Arap bedevîlerinin erzak yollarını kesmesi ve talanı ile askerlerine “Çekirge” yediren Fahreddin Paşa’dır. O Fahreddin Paşa ki, Atatürk’ün: “Daha hayatta iken, adını tarihe altın harflerle yazdıran adam!” diye övüp, saygıyla andığı askerdir.
1. Cihan Harbi esnasında bugünkü Arabistan, Filistin, Suriye ve Libya topraklarını işgal etmek isteyen İngiliz, Fransız ve İtalyanlara karşı İslâm dininin yayıldığı bu mübarek topraklarda mücadele eden necip Türk milletine yardım edip destek olacakları yerde, Şerif Hüseyin ve evlâtları, İngiliz ajanı Lavrens’in eteklerine akıttığı çil altınlara kanarak milletimizi arkasından hançerlediler. Bu hakikati, İngiliz kumandanı Mareşal Allenby şöyle dile getirir:
“Eğer Mekke Emiri Hüseyin Paşa’nın isyanı olmasa idi, ne Hicaz, ne Suriye, bilhassa ne de Filistin cephelerinde Türkleri yenebilmemiz çok zordu…”
Hiç şüphesiz, bu dönemlerde merkezi Kudüs’te olan Yahudî casus teşkilâtı “ARANSOY”un faaliyetlerini de unutmuş değiliz!…
Ulu Yalvac’ımızı aç susuz bırakıp öldürmeye teşebbüs eden, onun halifelerini ve torunlarını şehit eden bir kavim, şayet rızık kapılarının kapanmayacağına inansalar, yeryüzünden İslâmın Kıblegâhı’nı bile yıkarlar. Bunları yapan kavmin mensupları Beytullah’ı bir kartal gibi tarassut altına almış ve kartal dikkatiyle ona bakıp duran Türk mirası ve mührü olan “ECYAD KAL’ASI”nı niye yıkmasın ki?
402 sene, başta İslâm dini olmak üzere Hristiyanlık ve Museviliğe; bu dinlerin muhtelif mezheplerine ve renk renk ırklara mensup insanlara eşitlik ve adalet ölçülerinde yanaşıp hiç kimsenin burnunu dahi kanatmayan Osmanlı Türk Cihan Devleti idaresi altındaki bu topraklarda, İsrail eski Başbakanı Barak’ın da dediği gibi, bugün huzurdan eser yok!… Bunun sebebi sizce ne ola?…