Ana Sayfa 1998-2012 “Millî siyasette ortak yol takip edilmelidir”

“Millî siyasette ortak yol takip edilmelidir”

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ın çeşitli konulardaki sorularımıza verdiği cevapları yayınlıyoruz. Sayın Denktaş’ın önemli konulardaki görüşleri tarihî bir değer taşımaktadır. Kendisine bu vesileyle açık teşekkürlerimizi sunuyoruz.

- Reklam -

Soru:Kıbrıs adasının önemini bir daha anlatır mısınız?

Cevap:Kıbrıs’ın Türkiye için önemini 1928-30’larda tahsil için Türkiye’ye giden Kıbrıslı Türklerle Atatürk’ün yakın ilgisinden öğreniyorduk. Sonradan, Atatürk’ün genç subaylara söyledikleri var: Kıbrıs düşman elindeyse ikmal yollarımız kapanmıştır! İnönü’nün söyledikleri: Kıbrıs’ta vatan müdafaasında siz kan kardeşlerimizin varlığı ile övünüyoruz. Vatan müdafaasındasınız. Sabredeceksiniz. Vatan müdafaasında Türk’ün sabrı, son bulduğu noktada yeniden başlar. Ancak siz sabretmez, teslim olursanız hattâ Kıbrıs’ta hiç Türk bulunmamış olsaydı biz Kıbrıs mes’elesini Atina’da hallederdik. Yunan’a bırakmazdık, bırakamazdık ve Sayın Korutürk’ün söyledikleri var: Kıbrıs düşman eline geçerse, Türkiye denizlere açık bir ülke olmaktan çıkar. Bu gerekçelerledir ki Türkiye, Kıbrıs mes’elesinde daima Lozan’daki Türk-Yunan dengesinin devamından yana olmuştur ve 1960 andlaşmaları ile bunu başarmıştır. 1963’ten sonra, Makarios’un Ada’ya Sovyetleri getirme tehdidi karşısında Acheson planı ile Türkiye’ye üs önerildiğinde ve bunun karşılığında Enosis’i kabul etmesi istendiğinde Türkiye verilecek üssün egemen üs olmasında ve herhangi bir olay karşısında Kıbrıs Türk nüfusunu barındıracak büyüklükte olmasında ısrar edip, direndi. Rum-Yunan ikilisi bunu “kamufle taksim” diye reddetti.

1960 andlaşmaları ile bu jeo-politik stratejik hakkını, Türk-Yunan dengesini perçinlemiş olan Türkiye, 1974’de bu hakları yok edilmesin diye savaşı göze almış, şehitler vermiştir. fiimdi “zaman değişti, Kıbrıs’ın Türkiye için stratejik önemi yoktur” diyenler türedi. İngiliz, üslerini koruyor; ABD, bu üsleri kullanıyor; AB “Kıbrıs stratejik açıdan bize lâzımdır” diyerek hak ve hukuka bakmaksızın Rumları “Kıbrıs” adı altında üye yapıyor!.. Onlar için Kıbrıs önemli, Türkiye için değil!.. Böyle saçmalık olur mu?

Soru: A BD eski Başkanı Johnson’un mektubunu duyduğunuz zaman neler hissettiniz?

Cevap:Büyük hayâl kırıklığına uğradık. ABD’nin Yunan lobisi nedeniyle Kıbrıs mes’elesinin hallini Enosis’te gördüğünü sonradan öğrenecektik.

- Reklam -

Soru:Merhum Dr. Fazıl Küçük ile Kıbrıs’taki istiklâl için mücadeleye başladığınız zaman KKTC’yi kurmak fikriniz var mıydı?

Cevap:O günlerde Rumların Enosis mücadelesine karşı cevabımız “Türk’tür, Türk Kalacaktır”dı. Dr.Küçük’ün inancını paylaşıyorduk: “Türkiye’siz olmaz”. O zamanki görev Türkiye’yi harekete geçirmekti. Dâva Türkiye’nin dâvasıydı, öyle olmalıydı, biz ancak, Türkiye sayesinde kurtulabilirdik; Türkiye açısından da Kıbrıslı Türkler Rum’un, Yunan’ın insafına terk edilemezdi. Dâva müşterekti. Türkiye taksimi kabul edince çok üzülmüştük. Halbuki böyle yapmakla Kıbrıs’ta geleceği tayin hakkı olan iki eşit HALK’ın varlığı vurgulanmaktaydı. Bu bizi 1960 Cumhuriyetine getirdi. Yıkıldığı andan itibaren ayrı devlet kurma hakkımız doğmuştu, ancak fiilî durum buna müsait değildi. Ortaklığı ihya ümidi vardı. Yıllar böyle geçti. Barış Harekâtı’ndan hemen sonra ayrı devlet diyerek, konfederasyona inilebilirdi, fakat konjonktür hazır değildi herhalde. ABD Türkiye’ye silâh ambargosu koymuştu. En nihayet Irmak Hükûmeti zamanında, Makarios’un Ada’ya dönüşü nedeniyle devlet kurmayı gündeme getirdik. Türkiye, Federe Devlet dedi. Devlet kuruncaya kadar 8 yıl daha kaybettik. Başlangıçta, bu Türk adasının (İngiliz terk ettiği takdirde) Türkiye’ye iadesi esas görüşümüzdü. Bunu Yunan’la paylaşmanın gereği yoktu diye düşünüyorduk. Bu düşüncelerde yalnızdık, Türkiyesizdik. Türkiye’siz olmuyordu.

Soru:KKTC ekonomisinin, son otuz yılda istenilen seviyeye ulaşamamasının sebepleri nelerdir?

Cevap:Sebep çok. Rum ambargosu, başlangıçta yatırım için parasal yokluk; para bulunduğunda karşılıklı bürokratik zorluklar veya engeller, Türkiye ile aramızda gümrük duvarları (çoğu kez bizdeki bir sanayii korumak için bizden gelen talepler nedeniyle) Türkiye’den projeler için gelen paralar burada projeler hazırlanmadı diye yıl sonunda iade edilmek zorunda kalınıyor. Türkiye’deki yatırımcılar, siyasî istikrarsızlık nedeniyle buraya gelemediler. Son zamanlarda turizm alanında önemli yatırımlar başlamıştır. Halk “ne olacağım?” sorusunu sormayacak hâle getirilmeli, 21 yaşına gelmiş olan Devletine inanmalı, ileride bir anlaşma olacaksa, devletinin ve bu devlete yapılmış olan yatırımların devam edeceğinin bilinci ve güveni içinde olmalıdır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin var olmaya devam etmesi kalkınmanın temelidir.

Soru:Kıbrıs Türk ve Rum toplumları arasında gelir dağılımı farkını doğuran sebeplere ait fikirlerinizi anlatabilir misiniz?

- Reklam -

Cevap:Birinci Dünya Savaşı’na kadar ticaret, zenginlik, toprak Türklerdeydi. Türkiye savaşa Almanlardan yana katılınca Kıbrıs’taki Türkler “düşman” sınıfına alındılar. Liderler, zengin ticaret erbabı, yani halkı ayakta tutanlar kalelere hapsedildiler. İflâsa sürüklendiler. Ben 1930’lara kadar, büyük şirketlerin (Austin arabalar, Hercules bisikletleri, parker dolma kalemleri, tanınmış saatler vs’nin) Türklerden Rumlara geçişine, toprağın elimizden Rum faizciler kanalı ile alınmasına şahit olmuşumdur. 1939’da Koloni hükûmeti Borç Tanzim Encümenini kurarak köylüyü murabahacıların elinden kurtardı, yoksa hiç toprağımız kalmayacaktı. Rumlar ticarete yö neldikçe biz küçük memnuniyetlerden medet ummaya başladık. Okuyan (lise bitiren) gençlerimiz yüksek tahsil için Türkiye’ye gider, burslu okuyabilmek için Türk vatandaşlığına geçer, mezun olduktan sonra mecburî hizmet derken evlenir, Türkiye’ye yerleşirlerdi. Yani beyin göçü de vardı. Yunanistan Rumlar açısından bunu önlemek için Kıbrıs’ta Hellenik Maden fiirketini kurmuş, bankalar açmış, ortaokullara Yunanistan’dan öğretmenler göndermek suretiyle gereken desteği 1928’lerden itibaren vermeye başlamıştır. Türkiye’yi ortaokullara yardım konusunda ancak 1948’de harekete geçirebildik. İş Bankasının gelişi yeni ufuklar açtı. TC Deniz yolları, Türk Hava Yolları acentelikleri büyük atılım addedildi ve Türkiye burs karşılığında vatandaşlıkta ısrardan vazgeçti. Neticede 1960’larda nüfus oranımız ekonomimize denk olarak _, 1/5’di. Cumhuriyet devrinde yeni atılımlar başladı., Kooperatif kuruluşlarına önem verildi, sanayi tesisleri kuruldu. 1963 darbesi ile 1974’e kadar bunlar sıfırla çarpıldı. 1974’den bu yana Türkiye alt yatırımlar için büyük yatırımlar yaptı. Ancak, projeleri zamanında hazırlayamamamız gibi kabul edilmez nedenlerle gelen yatırım paralarını kullanamayıp iade ettiğimiz de çok oldu.

fiimdi turizm sektöründe büyük bir kımıldama vardır. Ambargolar kalkar, özellikle hava limanı direk uçuşlara açılırsa, geleceğimiz çok iyi olacaktır.

Soru: “KKTC’de uygulanan eğitim sisteminin, genç nesilde millî şuurun gelişmesine katkısı olmuş mudur?

Cevap: Sistem Türkiye’den alınmıştır. Uygulamada bir kısım öğretmenin telkin ve tefsirleri gençleri aksi yönde (onlara göre çağdaş yönde, barışçı yönde) etkilemiştir. Bazı öğretmen sendikalarının ve bazı diğer sendikaların idarecilerinin “Barış, yes be annem” vagonuna binmiş olması da hesaba katılmalıdır. 1963’ten bu yana içimizde “barış ve uzlaşma” adına, halkımıza bizim takip ettiğimiz ve “millî yol” bildiğimiz yolun yanlış olduğunu, Türkiye’nin bizi kurtarmayacağını, hattâ (utanmadan) bizi sömürdüğünü savunan paralı ajanlar eksik olmamıştır. Basının bir kısmı, bunların güya “aktüel” yazıları ile Rum’a istihbarat yönünden bilgi sızdırmıştır. Bunları İstiklâl Savaşında siz de yaşadınız. 1974’ten sonra, ayni odaklar Türkiye ile aramızı açmak için,Türk halkının Kıbrıs’a bakış açısını, sevgisini, takdirini ters-yüz etmek için büyük gayret sarf etmişlerdir. Dolayısı ile sadece eğitime değil, Tanıtma ve Enformasyon kuruluşlarımıza millî enerji, millî ruh aşılamak gerekmektedir.

fiimdi Eğitim Bakanlığınca hazırlanan bir “Kıbrıs Tarihi” kitapları güncel konudur. Türk çocuklarına melek gibi Rumlarla güzel güzel yaşarken bizi milliyetçi güçlerin ve/veya İngilizlerin birbirine düşürdüğü ve barışı milliyetçiliğin bozduğu anlatılmakta, Rumlara ajanlıkları mahkemece tescil edilmiş ve Rumlar tarafından vuruldukları anlaşılan insanlar “barış için öldürülenler” olarak takdim edilebilmektedir! Bunların değiştirilmesi gerekir. İnsan, karşısındakinin niyetini bilmezse sahte gülücüklerle aldanabilir. Nasıl ki Referanduma kadar Rumlar birçok kardeşimizi kandırabilmişlerdir. Rum’un niyetini bilmek gerekir. Bu da tarihe bakmakla olur. Tarihi inkârla değil.

Soru: M.A. Talat veya Talat’lar nasıl yetişti?

Cevap: Türkiye’de sağ-sol kavgasında sol cenahta yer aldılar. Referandumlara kadar AKEL ile yakın ilişki içindeydiler. Rumların uzlaşmadan yana olduğu kanısındaydılar. Türkiye ile ilişkilerimize bizim gibi bakmıyorlardı. Referandumdan sonra Rum’un gerçek yüzünü gördüler sanırım, fakat hâlâ, birleşik Kıbrıs’tan bahsediyorlar. Hâsılı, gerçeğe doğru büyük bir uyanış var.

Soru: Kıbrıs konusu, sadece KKTC vatandaşlarını mı ilgilendirir, yoksa daha geniş boyutları var mıdır?

Cevap: Kıbrıs mes’elesi 1954’de Yunanistan’ın BM’e müracaatı ile gündeme gelmiştir. Talep, “Kıbrıs Halkı’nın kendi kaderini takdir hakkını kullanarak Enosis” idi. EOKA terörü başladı. Türkiye müdahil oldu. Kıbrıs’ta kan aktı. O günlerde ABD Kıbrıs mes’elesinin hallini Enosis’te görüyordu. İngiltere direniyordu. Neticede Türkiye’nin direnmesi sayesinde ortaklaşa garantilenmiş Cumhuriyete razı oldular. 1963’de Makarios bu Cumhuriyeti yıkınca ABD ve İngiltere, Makarios’u “Meşru hükûmet” olarak tanıdı. Bu tanıma Kıbrıs mes’elesinin bugüne kadar hallini engelleyen tek neden oldu. fiimdi, ABD ile İngiltere’nin ve AB’nin Kıbrıs üzerinde stratejik talepleri olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle de Türkiye’nin adadan çıkarılması öngörülüyor. Kıbrıs – belki de, Müslüman’dan, Türk’ten arınmış bir Hıristiyan adası olarak – petrol kuyularına ve “İslam terörü” (!) dedikleri gelişmelere karşı gözetleme ve saldırı postası olacak! Kıbrıslı Türklerin yasal hakları kimsenin umurunda değil!

Soru: Kıbrıs sorununda bugün gelinen nokta, sadece siyasî etkenlerle açıklanabilir mi?

Referandum üzerinde AB’nin ve ABD’nin etkileri olmuş mudur? KKTC ‘de “çözüm” isteğinde bulunan bazı çevrelerin Batı güç merkezlerinden para yardımı aldığı doğru mudur?

Cevap: Kıbrıs üzerinde 1955’lerden bu yana ABD ile İngiltere’nin (bunların karşısında o zamanki Sovyetlerin, şimdi Rusya’nın ve AB’nin kendi stratejik çıkarları vardır. Gözlerini kapayıp eli kanlı Makarios’u “Meşru Hükûmet” addetmeleri bundandır. Bunların halkımız arasında aldıkları tedbirlerle kendilerinden yana olan kişi ve kurumlara kılıfına göre bol bol para verdiler. Seçimlere, referanduma boy boy katılıp istedikleri tarafı desteklediler. Gençleri gruplar hâlinde dış ülkelere götürerek Rum gençleri ile buluşturup siyasî ortamın dışında, bir arada yaşama kursları düzenlediler. Annan Plânı ilk ortaya konduğu gün (ben New York’ta hastanedeyken) zemin zaten hazırlanmıştı. Plânı sözde “anlatan” broşürlerle direk temaslarla “plan çok güzel, Türklerin her istediği verildi; büyük başarı” diyerek öyle bir hava yarattılar ki ben New York’ta bu “başarım”! için tebrik almaya başladım. Bunun arkasından “ya imzala, ya istifa” mitingleri başladı; fiimdi basında, bu paralar nedeniyle Rum tarafında da bizde de yazılar, yorumlar yapılıyor, fakat Allah’a şükür “bana mı?” diyen yok! Oylamadan sonra, bazılarının parası kesilmiş olmalı ki, saf değiştirmeye başladılar. Allah para karşılığında kalemini satanlardan Türk ulusunu korusun!

Hem de nasıl? Dünyanın hiçbir yerinde bir halkın, hayatî bir iç sorununda bu kadar müdahale kabul edilemezdi! Ancak, ayrı referandumların bir yararı olmuştur. Kıbrıs’ta, Kıbrıs’ın kaderini tayin konusunda iki HALK’ın varlığı gözler önüne serilmiştir. Böylelikle Rum idaresinin bizi temsil edemeyeceği, bize hükmedemeyeceği, dolayısı ile bizim hükûmetimiz olamayacağı inkâr edilemez siyasî ve hukukî bir gerçek olarak aşikâr olmuştur. Buna rağmen AB’nin Rum idaresine “Meşru Kıbrıs Hükûmeti” muamelesi yapması hukuk açısından geçersiz, siyasî açıdan kabul edilemez bir olaydır. Bu konuların altını çizerek AB ülkeleri nezdinde çok geniş ve etkili bir tanıtma kampanyası gerekmektedir. Bu iki HALK gerçeğini, yeniden iki toplumdan oluşan Tek Halk formülüne dönüştürmek gayreti başlamıştır. Bu oyuna gelmemek, Kıbrıs Rum İdaresinin hiçbir zaman “Meşru Kıbrıs Hükûmeti” olamayacağında sonuna kadar ısrarlı olmak gerekir.

Ne istediğimizi açıklamaktan ve bu ilkeler üzerinde ısrarla duracağımızı duyurmaktan çekinmemeliyiz. Kıbrıs’ı bir Rum adası, bizi de bunun içinde bir Türk azınlığı olarak algılayanların aydınlatılmaya ihtiyaçları vardır. İki HALK, iki AYRI İDARE, SİYASÎ EşİTLİK, mal-mülk sorununun siyasî açıdan takas ve tazminatlarla hâlli, Türkiye’nin haklarının korunması, Türk-Yunan dengesinin korunması, 1963-1974 yıllarında Türklere yapılanların tazminatı, üzerinde durulması gereken ilkelerdir. Rum liderliği 1963-1974 yıllarını unutup unutturarak “mesele 1974’de başlayan bir işgal ve göçmenlerin evlerine dönmesi meselesidir” yalanını dünyaya yutturmuştur. Bu nedenle 1960 andlaşmaları ve 1963-1974’e bize yapılanlar devamlı surette AB ülkelerine duyurulmalıdır.

Soru: Referandumda “hayır” oylarının yüzde 35’te kalmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Cevap: Halkın iradesi büyük, hudutsuz bir paralı, parasız propaganda kampanyası ile etkilenmiştir. 40 yıl hak ve hürriyeti için her sıkıntıya göğüs germiş olan insanlarımıza – özellikle 1974 öncesini yaşamamış, Rum’u bilmeyen kişilere – AB üyeliği ile “cennete giriş” vaad edilmiştir. Rumları bilmemiş olsaydım, uluslararasında geçmişte verilmiş olan sözlerin nasıl tutulmadığını bilmeseydim, Annan Plânı bizi Türkiye’den koparıp, iki kesimliliği sulandırarak, halkımızın yarısını yeniden göçmen yapmayacak olsaydı, bağımsızlığımızı tanıyıp bizi karmaşık, işlemesi zor bir idarî sisteme mahkûm etmeseydi EVET diyeceklerin sayısı daha da çoğalabilirdi; ben bile EVET kampanyasına katılabilirdim. Referandum, başlıbaşına olmayacak vaadler, tehditler ve parasal baskılarla yürütüldü. Rumlar EVET diyecekler inancı ile tüm baskı bize yapıldı. Bir uyuşmazlık belgesini (9000 sayfa) halkın önüne koyarak 4 soruyu içeren bir formüle EVET mi, HAYIR mı? dedirtmek zaten esaslı şekilde hukukî açıdan ele alınsa yasal geçerliliğini koruyamazdı. Böyle bir sistem dünyanın hiçbir yerinde uygulanmamıştır.

Soru: “EVET” oylarının yüzde 65’e ulaşmasındaki süreç nasıl gelişmiştir?

Cevap: Büyük organize, uzman kadrolarla faal, paralı ajanlarını ve bazı malûm kalemlerin (Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde) vaidleri, Annan Plânı’na HAYIR diyenlerin prestijlerini sıfırlama gayretleri, HAYIR derseniz Türkiye’ye zarar verirsiniz ikazları, “HAYIR derseniz sonucuna katlanırsınız” tehditleri, alınan sonucu etkilemiştir. En büyük etken Türkiye’nin Annan Plânı’nı kabul ettiğini duyurup EVET oyu için fiilen propagandaya katılmış olması, “EVET derseniz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tanınacaktır” vaadlerinden kaynaklanmıştır.

Soru: Referandumdan sonra AB Kuzey Kıbrıs için verdiği sözlerin hangilerini tuttu, hangilerini tutmadı?

Cevap: şimdilik elle tutulur bir şey yok. Uğraşıyoruz diyorlar, Rum idaresini meşru hükûmet olarak tanıyıp üye yapmalarından kaynaklanan yasal zorluklar var diyorlar. Ve bir de şart getirmişler: Yardımların devamı, egemenlik, tanınma istememenize bağlıdır diyorlar. Sonra da Rum’un bizimle eşit şartlarda ortaklık kurmasını bekliyorlar!

Soru: Türkiye’nin resmi tutumu, Kıbrıs konusunun çözümüne katkıda bulunmakta mıdır?

Cevap: Millî hedef nedir sorusunun cevabını biz TBMM’de oybirliği ile alınmış kararlarda buluyoruz. Annan Plânı’nın kabulü bu kararla uyum içindedir denemez. Dolayısı ile Türkiye’nin (Türk hükûmetinin) millî hedefi nedir sorusuna biz bilinçli bir şekilde cevap veremiyoruz. En son, 15 Kasım Cumhuriyet Bayramında yapılan açıklamalara bakarsak, millî hedef TBMM’de de kabul edilen hedeftir.

Önümde 1 Mayıs 2004’de Dışişleri Bakanlığının açıklaması var. Diplomatik bir lisanla “aslî kurucu yetkilerimizden, özgür ve demokratik, ayrı ayrı ifade edilmiş ortak irademizden, siyasî eşitliğimizden bahsediyor.” Ancak, Annan Plânındaki “Kurucu Devlet” adı verilen fakat esasta “karma bir eyalet” oluşturan kurumu tatminkâr buluyorlar mı bilmiyorum. AB’ne “Aslî Kurucu yetkisini kullanmış olan Kıbrıs Türk halkının gerçek ve özgür ifade beyanını kabul edip uygulama” çağrısı yapıyor. “Rum tarafı Türk tarafını temsil etmez; ada’nın tamamını tek bir otorite temsil edemez” diye vurguluyor. “AB’ne katılacak olan Rum idaresi yalnızca Rumları temsil eder, Rum tarafını temsil eder ve bunların Ada’nın tamamı üzerinde yetki veya egemenlikleri bulunmamaktadır” diye ekliyor. “Rumlar, Kıbrıs’ın tümünü temsil eden yasal hükûmet olarak kabul edilemez” diyor ve “Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaya devam edecektir” diyerek “Güney Kıbrıs’ın AB’ye girişi Türkiye’nin 1960 anlaşmalarına dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerini hiçbir şekilde haleldar etmez” sözleri ile açıklama noktalanıyor.

15 Kasım’daki açıklamalar da bunu teyid ediyor. Öyle olması gerekir. O hâlde, “ambargolar kalksın, tanınma istemeyiz” beyanları ve, Weston ile De Soto’nun ve AB’nin EVET oyumuza koydukları kabul edilemez yorumları reddeden sesler niye yok? Annan Plânı bu millî görüşü silip götürmekteydi. Canlandırılmaması gerekir. Rum’un niyeti meydanda. 40 yıldır değişmemiştir. Bizi hâlâ bunlara yamalamak isteyenler gerçekleri görmelidirler. Rum’a “Meşru Hükûmetsin” dendiği sürece bizimle birleşme ihtiyacı yoktur ve olmayacaktır.

Soru: TC-KKTC ilişkilerinde ideal uyum nasıl olmalıdır?

Cevap: Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin millî görüşleri ve millî siyaset, karşılıklı diyalog ile saptandıktan sonra, hiçbir problem kalmaz. Kıbrıs Türkleri Anavatan’a yük olmak istemezler, ancak Anavatan’ın yanlarında olduğunu devamlı surette hissetmek ihtiyacındadırlar.

Soru: Önümüzdeki yakın bir zaman diliminde Türkiye ve KKTC’nin takip etmesi gereken yollar nasıl olmalıdır?

Cevap: Türkiye’nin Kıbrıs dâvası TBMM’de alınan kararlarla belirlenmişti. Annan Plânı bunları ve 1960 anlaşmalarını kaale almıyor. Annan Plânı ortadan kalkmıştır. O hâlde, yeni bir değerlendirme gerekmektedir.

Soru: Kıbrıs sorununun âdil bir çözüme ulaşması için nasıl bir yol takip edilmelidir?

Cevap: Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti millî görüş ve millî siyasette, aynı yolda yürüyüp Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne sahip çıktıkları sürece hiçbir problem kalmaz. Kıbrıs Türkleri Anavatan’a yük olmak istemezler, ancak Anavatanın yanlarında olduğunu devamlı surette hissetmek ihtiyacındadırlar. Dünya da, bağımsızlığın, eşit egemenliğin, devletin pazarlık metası olmadığını ve Rum’un bizim hükûmetimiz olamayacağını teslim etmelidir. Ya etmezlerse? Dayatmalıyız. Teslim olmamalıyız. Rum’un niyetini bilerek hareket etmeliyiz.

Soru: KKTC’de hükûmet bunalımının aşılması için ne gibi tedbirler alınması gerekiyor?

Cevap: Anayasamıza göre, “iki ay içinde” hükûmet kurma deneyleri devam etmektedir. İki ay içinde hükûmet kurulamadığı takdirde yeni seçimlere gidilecektir. Bu da muhtemelen fiubat içinde olacaktır.

Soru: Buradan bakıldığında Denktaş Kıbrıs’ın tek kalesi gibi gözüküyor. Kıbrıs’ın başka kaleleri de var mı?

Cevap: Ben bir kitleyi temsil ediyorum. Referandumda % 35 HAYIR demişse bu büyük bir başarıdır. % 65’in içinde EVET dendiği takdirde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanıtılacağı vaidlerine inananlar da vardır. Dolayısı, ile devlete sahip çıkma konusunda % 65-70 bir kale kitlesi vardır.

Kıbrıs mes’elesini benimle özleştirerek ben ortadan kalkınca Kıbrıs’lı Türklere istedikleri gibi bir anlaşmayı empoze edebileceklerini zannedenler aldandıklarını görmüşlerdir. Daha da göreceklerdir.

Soru: Hayatınızın en sevinçli ve en hüzünlü anlarını belirtebilir misiniz?

Cevap: İnsan diploma aldığında, avukat olarak göreve başladığında, evlendiğinde, çocukları doğduğunda kuşkusuz sevinir ve en sevinçli günlerini yaşar, ancak uzun bir mücadeleden sonra bir devletin doğuşu, Anavatanın o’nu derhal tanıyışı başka bir duygu, başka bir sevinçtir. Bunu kaybetmek korkusu da o nisbette bir acıdır.

Evlat acısını üç kez yaşadım. Atatürk’ün ölümünde duyduğumuz acı da unutulmaz acılardandır. 23 Nisan 2004 gecesi “yarın EVET derlerse ne olur?” düşüncesinden kaynaklanan acı da, bir nevi evlât acısına benziyordu. Rum’un HAYIR’ı ferahlık getirdi. Hayat devam ediyor!

Soru: Büyük Türk birliğinin gerçekleşmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalıdır?

Cevap: Bunları sizler Sivil Örgüt Kuruluşları hâlinde zaten yapıyorsunuz. Hükûmetlerin de bu büyük dâvaya her yönü ile sahip çıkması gerekir sanırım.

Soru: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra hayatınıza nasıl bir yön vermeyi planlıyorsunuz?

Cevap: Benim temsilî bir fonksiyonum vardı. Yetkilerim çok kısıtlıdır. Ancak halk tarafından seçildiğim için herkes işler iyi gitmediğinde sorumluluğu bende buldu; iyi iş olmuşsa bunlara hükûmetler sahip çıktı. Görüşmecilik görevim Annan Plânı’nı ret etmemle sonuçlandı. İki devlet arasında bir anlaşma esas olmalıdır. Yani Rum’un “Meşru Hükûmet” olmadığı kabul edilmelidir. Aksi takdirde bir yere varılamaz. Dolayısı ile halkla birlikte mücadeleye devam esas görevim olacaktır. Duruma, zamana göre gerekeni yapmak, söylemek, yazmak vakit kalırsa, yapay bir yükten kurtulmuş olarak insanca yaşamak! 52 yıl hizmetten sonra halkın rahat ettiğini görmek isterdim. Ancak kiminle yaşadığımızı ve Kıbrıs’ta, Rum’un niyetini bildikten sonra rahat etmenin yolu devlet esasında ayrılıktır. Bu kabul edildikten sonra ortaklıktır. Halk bunda kararlı olursa Türkiye’nin üzerindeki baskı da azalır. Aksi hâlde çok zor durumda kalırız.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -