Ana Sayfa 1998-2012 “Mefkûremiz yok, millî heyecan kalmadı”

“Mefkûremiz yok, millî heyecan kalmadı”

Amerika Türkiye’yi gözden çıkardı. Eskiden Amerika’nın Ortadoğu stratejisinde İsrail artı Türkiye vardı. Türkiye’nin Amerika’daki kodu aşağı yukarı Ingiltere ile eşit seviyede idi.

- Reklam -

1 Mart 2003 vakasından sonra Amerika’nın Ortadoğu stratejisi Israil artı Büyük Kürdistan oldu, Türkiye devre dışı bırakıldı. Yani Irak’taki gelişmeler ve bütün bunlar gayet tabii Türkiye’yi gelecekte, ileride etkileyecektir.

Yalnız bir noktada dikkat etmek lâzım. Bu konuda yapılan münakaşalarda bir dışardan işletilen, kullanılan bu meseleyi içerdeki kendi öz evlâtlarımıza, bu devletin kuruluşunda büyük harcı olan kimselere de şaşı bakmamak lazım.

Bu Türkiye’yi çok büyük yanlışa ve hataya götürür. Çünkü bizim memleketimizin unvan sahibi olan üç ili gazi, kahraman şanlı bölgelerdir. Üçü de Fransız ve Ingilizlere burası Türkiye’dir demiştir.

Daha yukarıda Ruslara burası Türkiye demiştir..13 defa savaşmıştır. Bu münakaşalar ışığında Türkiye’de bu maalesef oluyor. Kendi insanımıza siz şaşı bakmak eğilimine girerseniz dış tuzaklara düşmüş olursunuz.

Burada çok dikkatli olmak lâzım. Gelişmeler maalesef bir taraftan AB bizi bölme yolunda büyük plânlar geliştiriyor. Hatta bunu 6.10.2004 raporunda beyan ederken, bir taraftan ABD’ye yaptığımız muamele karşılığını ABD bunu bize ödetmek eğilimindeyken Türkiye’nin çok dikkatli ve ihtiyatlı olması lâzım.

Aslında milletçe ayağa kalkıp bütünleşmek lâzım. Dikkat ederseniz Türkiye’nin içinde işlemeye başladılar. Büyük şehirlerimiz barut fıçısı halinde. Son derece tehlikeli işaretler, alâmetler veriyor. Güllük gülistanlık medyamıza bakın pembe başlıklardan, ,gözlüklerden geçilmiyor. Hükümet ve iktidar mensupları tabii dünyayı görmedikleri, olup bitenlerin belki de bilerek farkında olmak istemedikleri için bir başka tablo güllük gülistanlık vaziyet. Keşke böyle olsaydı. Bundan en çok ben sevinirim. Güllük gülistanlık olmasından.

- Reklam -

Ama maalesef etrafımız tehlike ve ateş çemberiyle çevrilmekte ve Türkiye bir köşeye sıkıştırılmaktadır. Taviz üstüne taviz. Tavizin de sonu yok.

Başımızı bir yerde kaldırıp kararlılıkla yok beyler, bu iş burada durur. Eğer bunu 6 Ekim raporu üzerine deseydi, hükümet büyürdü, yükselirdi. Avrupa düşünmek durumunda kalırdı.

Ama tam bir teslimiyet. Çünkü bu teslimiyet ve politikaların arkasında başka hesaplar var.

1995 TBMM tutanaklarına bakın, bugünkü Dışişleri Bakanının beyanı var. Diyor ki: “AB bir hiristiyan kulübüdür. Bizi almaları mümkün değildir. Bizi hiçbirisi almaz ve hem sevmiyor.” Aynı şahıs bugün AB sevdalısı. Kusura bakmayın ya o gün yanlıştı ya bugün yanlış?. Bu ikisi beraber gitmez, bir taraftan AB’ye oynuyorsunuz, bir taraftan üçüncü dünyacılık oynuyorsunuz.

İslâm Konferansı Teşkilâtı Genel Sekreteri. Bu iki tren aynı gara gitmez. İki trene binmeye kalkarsanız ikisinden de düşersiniz.. İşiniz zor.

- Reklam -

MG- Kırmızı çizgilerimiz vardı.

Kİ- Mürekkep tükendi.

MG- Orada Türkmenler var, hiçbir haklarını koruyacak imkânları yok, orada Türklerin perişan durumları var.

Kİ- Onlar tamamıyla sahipsiz kaldıktan başka, çok ciddi bir başka konu var. Dikkati de çekiyor. Altını defalarca çizmemize rağmen iki yıldır Kafkaslar ve Orta Asya’dan söz edilmiyor. Güney Afrika’ya gidiyor, Etyopiya’ya gidiyor. Orta Asya kardeş Cumhuriyetler, bizim güç kaynağımız orası. Hiç biri gitmiyor. Tunus’a, Fas’a güzel gidin. Ama bunlar var. Bizim önceliğimiz. Orta Asya bizim güç kaynağımız. İki yıldır Kafkasya, Türk Cumhuriyetleri Sayın Hükümetin tamamıyla gündemi dışında. Bunlar bilinçli yapılıyorsa dehşet verici, bilinçsiz yapılıyorsa o da çok gariptir. Ya cahilane ârif gösteriyorlar, ya ârifane cehalet içinde bulunuyorlar.

MG- Türk Cumhuriyetleri Rusya’nın arka bahçeleri deniyor. Zaten Rus Hükümetinin kontrolu altında 15 tane federasyon var. Bir de ABD üstelik onları dinlemeyerek Özbekistan ve Gürcistan’da bir çok üs kurdu. Bu ihtilâli yaptıran, yeni seçimlere müdahale eden SOROS himayesinde Amerikan müdahalesidir.

Kİ- ABD, Afganistan operasyonu dolayısıyla bütün Orta Asya’ya yerleşti. Gürcistan’a yerleşti. Hiç şüphe yok ki, Amerika şimdi dünyanın bir numaralı gücü . Bir devletin kendi gücünü millî menfaatleri uğruna kullanmasından şikâyet edemezsiniz.

Biz de güçlüyken gücümüzü kullanıyorduk, Osmanlı İmparatorluğunda. Amerika enerjinin bulunduğu her yerde menfaatını koruyacaktır, Bu 1.. inci. 1970 enerji bunalımında %8 dışa bağımlı, bugün %55 yakın gelecekte, %70 candamarı. 2.cisi Amerika Ortadoğu ve Avrasya’yı yeniden şekillendirmek kararlılığı içinde.

Orta Asya’daki mevcudiyetiyle bir taraftan ÇİN’e karşı vaziyet alıyor, bir taraftan RUSYA Federasyonu’na karşı. Her ikisine karşı da ben buradayım mesajını veriyor.. Bu kendi tabii hakkıdır. Bizim için açılmış imkânı biz kullanamadık. Bize aslında son 20 yılda bir tarihin iki büyük imkânı ayağımıza geldi. Birisi Sovyetler Birliği’nin 21 Aralık dağılmasıyla, Türk Dünyasının bağımsızlığına kavuşması. Türkiye etrafında Türk Dünyası bağımsız Devletler Topluluğunu kurmak mümkündü. Fakat o zamanki Hükümetin maaşallahı var. Ne yaptı, Dışişleri Bakanımız orayı yeni bir şark hizmeti telâkki etti, tecrübesiz arkadaşlarla. Bakanlıklar Ankara’da masa vermediklerini müşavir olarak yolladı. Her giden heyetler, anlaşmalar yüzü aştı, yalnız Azerbeycan’la yapılan. Arkasından Ermenistan’ın Kardeş Azerbaycan’ı işgali, Ankara’nın seyirci kalması.

Elçibey’in deyimiyle 2 helikopter bile vermemesiyle o dünya ve rüyası kayboldu. Bana Nursultan NAZARBAYEV mecliste söyledi . Biz size bakıyorduk, ama sahip çıkmadınız. Doğrudur. Bunu kaybettik. Şimdi bizim tek mevcudiyetimiz özel sektörün varlığı ve onların gösterdiği çalışmalar. Şahsî ilişkiler. Devlet olarak bizden ümidi kestiler.

2. inci kaçırdığımız büyük fırsat ABD’nin Irak operasyonu, Ortadoğu’yu şekillendirmede, Avrasya’yı şekillendirmed çok güvendiği bir müttefik olması itibarı ile Türkiye’yi yanına almayı istemesi. Daha sonra çekilmesi halinde Türkiye’yi güvenilir bakımdan bir bölge güç merkezi konumuna getirmek. Amerika’ya son gittiğimde yılın devlet adamı nişanını verdiler. Çok temaslarım oldu. Savunma Bakan Yardımcısıyla, senatörle, idarenin üst kademeleriyle. Bize çok sıcak bakıyorlardı. Bundan dolayı da bizi bir nevi İngilizlerle aynı kefede görüp böyle bir proje ile geldiler. Birden Ankara’da bilmedikleri bir ayak oyunu. Ne yazdı NEWYORK TIMES? En çok güvendiğimizden en büyük ihaneti gördük! Arkasından yazdı. Bugün en güvendiğimiz müttefikimiz Kuzey Irak’taki KÜRTLERDİR. Ve nitekim Kürtlerin bugün oradaki varlığı, malûm Devlet Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, 80 bin askerleri vardı. 100 bine çıkarmayı kabul ettiler.

ABD Irak ordusundan aldığı askerî malzemeyi bunlara devretti. Peki bunların hepsinin müsebbibi kim? Ankara’dır.

MG- Son günlerde ivme gösteren bölücü kıpırdanışlar ve hareketleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kİ- Bunları aşağı yukarı işledik. Bunların hepsi dış kaynaklıdır. Çok da kurnazca bir şekilde bunu işlemektedirler. Türkiye’yi yeniden iç ihtilâflara götürmeye, TERÖRÜ yükseltmeye ve TERÖRÜ dağdan şehirlere indirmeye çalışmaktadırlar. Bu Türkiye’ye yönelik hem Ortadoğu kaynaklı hem batı destekli bir harekettir. Bunu yapmak suretiyle içerden sizi daha güçsüz hale getirip, dışardan baskı yoluyla kendi taleplerini daha fazla kabul ettirmek. Çünkü bu normaldir, milletlerarası ilişkilerde her zaman görülen bir stratejidir. Maalesef bu stratejiler karşısında da Türkiye tam bir âcizlik içerisindedir.

MG- Dünyadaki Ermeni iddiaları ve destekleri hakkında düşüncelerinizi açıklayabilir misiniz?

Ki- Ermeni konusunu tekrar alevlendirenler, Yunanlılar ve Rumlardır. Kıbrıs olayları, bunlarla olan ilişkiler. Binaenaleyh Türkiye’ye karşı yeni bir cephe açmak. Henüz Ermenistan doğmamıştı. Türkiye’nin bir muhatap bulamayacağı bir terör hareketi, ASALA ve dünyayla bunu paylaştılar. Daha sonra bu yayılarak geldi. Bütün parlâmentolar kararlar aldılar. Türkiye maalesef hep savunmada kaldı. Üstüne gelenlere karşı mukabil bir çıkış yapmadı. Tecavüzde bulunmadı. Bu defa bu sene işte onların iddiasıyla 90 ıncı yıl hikâyesi dünyada bir nevi HAÇLI İTTİFAKINA dönüştü. Bu ittifakın başını çeken Ermeni Diyasporası, Amerika’da çok güçlüdür. Fransa’da çok güçlüdür. Arkasında Rum ve Yunan lobisi, Hükûmetin durup dururken İsrail’i bu sefer kızdırıp bizden uzaklaştırmasıyla İsrail lobisinin de artık bunlara göz yumması veya yardımcı olması.

ABD’de İsrail lobisi sizi desteklemezse yaşama hakkınız yoktur. Kabul etmek gerekir, bu bir gerçek. Son senelerde 1999 CLİNTON döneminde kongreye sunulan karar tasarısını önleyen İsrail lobisidir. Başkan Clinton çok karşı çıktı. Doğru. İsrail lobisi de şiddetle karşı koydu.

Bizi tutuyorlardı. Sayın Hükümet durup dururken kraldan ziyade kralcı gözükerek İsrail hakkında çok acı beyanlar, ifadeler kullandı.

Tabiatıyla İsrail bize karşı bir çekinmeye, soğuk davranmaya başladı. Manavgat suyu anlaşması tamamlanmış bulunmasına rağmen suyu almaya başlamadı. Çünkü Türkiye ile olan ilişkilerini yeniden değerlendirme noktasında. Türkiye buraya durumu kendi eliyle getirdi. Şimdi geçenlerde Sn. Başbakan İsrail lobisi ve Amerika’daki gelişmeler dolayısı ile Başbakan ŞARON’a telefon ediyor. Bunu önceden düşünmeniz lâzımdı. Bu adamlara bir gün ihtiyacımız olacak. Garip bir durum. Amerika’yı evvela uzaklaştırdı, şimdi de en üst düzeyde ilişkilerimiz sürecek deniliyor. Okşamaya kalkıyor. Böyle devlet politikası olmaz. Milletlerarası ilişkiler günümüzde fertlerin ilişkilerine dönüştü. Güven olmazsa iki insan arası, siz iş yapamazsınız.

Milletler, devletler arasında bir güven olmazsa iş birliği yapmanız mümkün değil. Türkiye ile ABD arasında 60 yıla yakın işbirliği süreci içinde en büyük güven bunalımını, mevcut Sn. hükümet doğurdu.

Kendileri daha Başbakan olmadan, Türkiye’nin Amerika’daki yüksek itibarı dolayısıyla Genel Başkan olarak Beyaz Saray’a girdi ki, bu görülmüş iş değil, kendilerinin iki Bakanı Beyaz Saray’da Başkan Bush’la müzakereler etti ki, Amerika Devlet Başkanı’nın, Cumhurbaşkanının Bakanlarla müzakeresi hiç görülmemiş şeydir.

Bunu da yaptılar. Siz bütün bunlara rağmen 1 Mart manevrasıyla ABD’nin yüzüne son dakikada, kapıyı kapatırsanız, Dünyanın bir numaralı gücünün dünya çapındaki prestijini, onurunu kırmaya kalkarsanız, bugün bu muameleyi görürsünüz. Kendi ektiğinizi biçmek durumunda kalırsınız. Bu faturayı sadece iktidar ödese, dersiniz kendi hatasıdır ödüyor. Devlet ödüyor, millet ödüyor.

MG- Haçlı seferleri ve misyoner faaliyetlerinin etkileri neler olmuştur?

Ki- Haçlı seferleri olalı 800 yıl oldu. 800 yıl sonra Avrupa’da yeniden bir haçlı ruhu uyanıyor. Neden? Çünkü, Katolik Kilisesi sıkıntıda, Amerika’da inananların oranı %70, Avrupa’da %40. Kiliseler boş, papaz bulamıyor. Binaenaleyh yeni bir haçlı ruhu, yeni bir gerginlik aranıyor. Dikkat ederseniz PAPA’ nın ölümüne, cenaze törenine milyonu aşkın insan geldi. Onu bir hareket haline getirdiler. Yeni Papa’nın taç giymesi . Yeni Papa İslâm Dünyasıyla dialoğa karşı . Neden? Çünkü gerginlik yaratırsanız kendi kuvvetlerinizi bir nevi seferber edersiniz, arkanıza alırsınız. Bir nevi düşman kalktı. Bugün komünizm ortadan kalktığı için Avrupa’nın en büyük sıkıntısı düşman yokluğu. Çünkü dış tehdit Avrupa’nın dayanışmasının harcıydı. Yeni harç olarak İslâm Dünyasıyla kavga zemini arıyor. Yeni bir HAÇLI RUHUNU harekete getiriyor. Düşünün 16. yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman halife olmasına rağmen Avrupa’ya çağrıda bulunuyor. Avrupa’da barış ve istikrarın temini uğruna gelin birlikte, din ve mezhep engellerini aşarak işbirliği yapalım.

500 yıl sonra daha Avrupa bu seviyeye gelmiş değil. Bizimle ilişkilerinde hâlâ din faktörlerini ön plâna geçiriyor. Bu çok düşündürücüdür. Gerçekten bugün Türkiye’ye yönelik başta İstanbul semalarında artık haçlı bulutları dolaşmaya başladı. Bir HAÇLI RUHUNUN harekete geçirilmesi hadisesiyle karşı karşıyayız.

Aslında medeniyetler çatışması, İslâm Dünyasıyla çatışmanın bir nevi boy hedefi haline Türkiye’yi getirdiler. Türkiye de bu alanda kendini savunmada yeterli değil. Neden? Çünkü maalesef millî heyecan kalmadı, mefkûremiz yok.

Daha önceleri Kıbrıs davası uğruna yüz binler bir araya geldiği halde, canımızı veririz, dendiği halde, bugün Kıbrıs’tan kurtulalım diyenlerin sesi yükselmeye başladı. Bu da bizim içerden dış propagandalarla ve baskılarla, manevralarla nasıl zayıflatıldığımız, bizim millî birlik ve bütünlüğümüze nasıl kimyasal madde atıldığının çok acı bir işaretidir.

Buna da eğilip bakmak lâzım. Bir millet kendisini savunma hakkını kullanmazsa , o ihtiyaca cevap vermezse orada tehlike işareti vardır. AB’de sokaklarda altın akıyor, yağmura elek tutarsanız altın tozları ile dolar rüyasıyla insanlarımızı mobilize edip de kendi vatanından dışarı kaçmayı bir marifet halinde görmeye başlarsa burada tehlike çanları çalıyor demektir. Ama bunlara kimse dikkat etmiyor. Bir başbakan çıktı, tabii mafyanın desteğiyle ve tesadüflerin garip tecellisiyle başbakan olmuş biri AB olmazsa ben bu kadar insana nasıl iş bulurum? dedi .

Japonya 124 milyon insana nasıl iş buldu? Üstelik Japonya toprakları bizimkinin yarısı, işlenebilir kısmı %16 sı, enerjide %95 dışa bağımlı, bir Japonya üstelik 2 atom bombası yemiş bir Japonya, 1950 lerde bizden daha fakir, millî geliri bizden daha geride olan Japonya, bugün 2. ekonomik güç. Amerika’ya 700 milyon Dolar yatırımı olan Japonya bunu nasıl yaptı?

Buna mukabil biz üretmeden tüketince, borçla yaşamayı marifet bilince, 325 milyon Doları aştı iç ve dış borç. Son dört senede borç faizi olarak ödediğimiz sadece 180 milyon dolar. Üstelik Dünyanın en çalışmayan, 152 gün tatili olan Dünya tatil cenneti. Sabah 10.30’dan önce bürokrasi çarkı işlemeyen, ısınmayan bir memleket. Sabah 9.00 da ancak uyanabilen bir Türkiye. Siz bununla gidemezsiniz. Bir Türk işçisi Almanya’da 5.30 da iş başı yapıyor. Aynı işçi Türkiye’de 9.00 da. Almanya’da ürettiği ile Türkiye’de ürettiği arasında 7 misli fark var. Orada üretiyor, kendi memleketinde değil. Ben Hükümetteyken Başbakanlıkta temizlik işçisi 8.30 da başlardı. Kardeşim sen Almanya’dayken bunu 5.30 da yapıyorsun. Neden? Orada müeyyide var. Burada yok, keyif. Mecliste 9.30 da temizlikçi başlıyor. Orada bir fark var, yürüyüşe çıkıyorum. Oradaki işçi de öyle. Siz bunlarla teknolojik yarışacaksınız. Bütün kavga nedir dünyada: zaman ve emek. Emeğin zaman içinde sermayeye dönüşmesi. Türkiye henüz bunları kavramış değildir.

Emeği değerlendirmeyen, zamanı anlamayan bir memleketiz. Eğitimimiz tam bir iflas, 10 000 köyümüzde içme suyu yok. Bu kimseyi rahatsız etmiyor. Ama Mercedes filoları bakımından Almanya ile boy ölçüşüyorsunuz. 350 000 resmî lojman var. ÇİN’de bile yok. 100 000 Devletin finanse ettiği yatağımız var. Dolayısı ile nedir?

Türkiye, aslında bürokrasinin ve yönetenlerin kolonisi durumunda. Her şey onların refahı ve onlar için. Ama bir milyon çocuk okul bulamıyor. Hiç kimse ondan gam duymuyor. Böyle devlet idaresi dünyada görülmemiş, 125 bin makam arabası var. Devlet kendi kanununu çiğniyor. Kanun var, diyor ki resmî arabaların üzerinde plâka şöyle olacak.

Resmî arabaların %80 ni özel plâkalı. Devlet kendi kanununu çiğniyor ve kendisini aldatıyor. Böyle devlet idaresi olmaz. Devlet ciddiyettir. Biz devletten ciddiyeti kovduk. Bugün aslında yönetim şekline bakarsak tam bir bakkal zihniyetiyle devlet yönetiliyor. Devletin bütün yönetim birimleri milletiyle yabancılaşıyor, gettolaşıyor. Hepsinin lojmanları devletten, siteler, özel pazarlar, özel alışveriş merkezleri, okullar, özel yazlık dinlenme tesisleri, makam veya servis arabaları, toplum tamamen dışarıda. İsmi bunun Demokrasi. Halk idaresi. Bizim yaptığımız komedi. Bu halde bu tablomuz, bu kafamız, bu yönetim tarzımızla 21. Yüzyılda hayat hakkı sürdüremezsiniz.

Şimdi Türkiye bir tasarrufa gitse, bir çırpıda ben şu borçtan kurtulacağım dese, bunu 5 senede yapar. Ama görülmemiş şey. Yani bugünkü Türkiye’de her insanımız kendi imkânının çok üzerinde yaşıyor. Kazanmadan, üretmeden tüketim toplumu haline geldik.

Ödenmeyen kredi kartı borcu 700 trilyonu geçti. Devlet borçla yaşıyor, vatandaş borçla yaşıyor. Ondan sonra da harika bir ekonomi deniyor. Biraz lâkaytlık oluyor. Aslında Türkiye’nin demeye çalıştığı , idarenin denemek istediği bir intihar. İNTİHAR DENENEMEZ!!!

MG- ABD ve AB ilişkilerimiz ne durumdadır? Bunların düzelmesi için neler tavsiye edersiniz?

Ki- Benim kesin kanaatım mevcut iktidarla ABD’nin yeniden güvenini kazanmak mümkün değildir. ABD’ni haksız göremezsiniz. Türkiye’nin kendisine oynadığı oyunu Türkiye’ye ödetmeye kararlı. Bunun da mesajını beyanlarla verdi. Bunun en acı mesajı da Robert PALLOK’un WallStreet Journal’de 16 Şubat 2005 de çıkan Yeniden Avrupa’nın Hasta Adamı makalesi. Çok ağır ve sert bir makaledir. O makale diyor ki: Türkiye bugünkü haliyle bir iki sene dünyada sözü edilmez , itibarı bulunmaz, küçük bir devlete dönüşmeye mahkûmdur. Bu makale bile çevrelerimizin gözünü açmadı.

Amerika’ya bir zat göndermişler . O makaleyi yazan zatla kavga etmiş, bir toplantıda. Kavgayla çözüm getiremezsin. ABD’nin yeniden Türkiye’ye güven beslemesi, ilişkilerimizi sağlıklı götürmesi, yeni bir iktidar gerektirir. Bunu hep söyledik, geçmişte.

Türkiye’nin zaafları çok, düşmanı çok, dosyaları çok. ABD bunların çıkmasına müsaade etmiyordu. Ondan dolayı Türkiye uzun süre rahat bir dönem yaşadı. Amerika devre dışı çıkınca, herkes dosyaları açmaya, hesapları ödetmeye başladı. Birkaç sene önce Avrupa’daki toplantılarda, Budapeşte’deki Parlamentolar toplantısında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Avrupalılara dedi ki, Türkiye bizim müttefikimizdir,güvendiğimizdir, Türkiye’yi rahat bırakın ,size Türkiye’yi ezdirmeyiz! Münih’de yıllık güvenlik konferansları var. Dünyanın 200-250 tanınmış isimleri gelir. Ben hep katıldım. Oraya gelen Amerikan Savunma Bakanı, Bakan Yardımcısı, Senato, Temsilciler meclisi heyetinin hepsinin konuşmasında, Amerikan Senatör o kadar sıcak konuştu ki, ayağa kalktım, salona döndüm, dedim ki, Sizin bu mesajınızı AB almıştır? Bu halde olan bir Amerika, bugün bizi terk etti, bizi terk edince, tabiatı ile Avrupa bizim üzerimizdeki tarihî hesaplarını, birikmiş kinini yeniden yumuşak bir üslûpla gündeme getirdi. Bugün Türkiye kendi hataları ile bir taraftan Yunanistan, bir taraftan Güney Kıbrıs, VETO kıskacı içerisinde Avrupa ilişkilerinde iki tane giyotin altında ilişkileri sürdürmeye çalışıyor.

Bu mümkün değil, işin garibi KARDAK’ta 6 ihlâl oluyor. Başbakan, bunu konuşmanın zamanı değil, başka işlere bakalım diyor. Adam size mesaj veriyor, hem de kendi Dışişleri Bakanı Türkiye’deyken.

Kardak’ta ihlâl yapıyor, ondan sonra tam o dönemde sizin meclis Sn. Başkanınız kalkıyor Ege meselesini açıyor, Yunanlıları uyandırıyor, o suları da bulandıralım diye. İşin garibi Yunanistan’dan hâlâ dostluk bekleyen insanlarımız var. Hiç tarih okumamışlar.

Mora yarımadasında 1821 de isyan başladığında Prof. Stiyakis diye bir şahıs diyor: Ne Mora’da ne dünyada bir tek Türk kalmamalıdır. 20 000 kişiyi bir günde öldürdüler. Girit’te öldürdüler. 1964 te Papandreu Başbakan olarak diyor ki: Kıbrıs Büyük İskender’in doğu rüyasının bir atlama, sıçrama tahtası rolünü görecektir. Yunan gazetesi diyor ki: Trakya’nın tümünün ve Anadolu’nun bir gün Yunanistan’ın eline geçmeyeceğine inanan bir Yunanlı varsa o, delidir, hastadır. Bundan daha açık nasıl konuşsun adamlar? Bunu tarihte ispat etmişler. Bugün her sene Yunanistan’da PONTUS anma günü vardır. Yeni bir marifet daha çıkardılar. Rumlara, Yunanlılara soykırım günü. Meselâ bir kitap yayınladılar. 318 sayfa, tarih boyunca, Türk katliâmları diye. Oradaki iddialara göre 1922 de Türkler İzmir’i yaktı, Rumları yok etmek için. Yakan sensin. Türkiye bunlar karşısında sessiz sedasız.

Türkiye’de hâlâ beraber sirtakiler oynanıyor. Yunanistan dünya terörizmini desteklediği durumunda suçüstü yakalanmıştır. Ankara gitti, elinden tuttu, yakınlaşma işbirliği. Aslında Yunanistan’ın tebessümleri olunca Ankara’nın tamamıyla suları gevşiyor. Her şeyi ver. Ondan sonra iş hafifliyor. Motorlarla git gel heyetleri.

Yunanistan senin bütün kanını içse, dünyada bir Türk kalmasa mutlu olacak. Nitekim vakti ile bir Yunan gazetesinde, Türk ırkının dünyadan silinmesiyle medeniyet, insanlık hiçbir şey kaybetmiş olmaz diyen insanlar bunlar. Ben ambargo yıllarında ABD’deki mücadelemde 15 Temmuz 1975 de temsilciler Meclisi Dışilişkiler Komisyonunda sabah 10 dan Akşam 8’e kadar onların insanlığın doğuşundan o güne kadar dünyanın bütün kötülüklerini nasıl Türkiye’nin hesabına yazdıklarını, binlerce insan vardı orada, Amerikalı Rumların nasıl bir kin nehri akıttıklarına şahit olmuş bir kimseyim.

Ondan sonra seneler boyu Avrupa toplantılarında, Parlâmenterleri bunu sürdürmüştür. Ankara hâlâ yakınlaşma çabasında. Tamam anladık savaş değil. Ama Yunan her gün senden alıyor.

Bağımsızlığına kavuştuğu 1839 dan bu yana topraklarını 4 misli büyütmüş, Türkiye’nin aleyhine 3042 Ege adasına hakim olmuş, son halkası Kıbrıs’ı onu da şimdi alıyor. Senin Akdeniz çıkış yolunu kesip, orta ve doğu Anadolu’ya stratejik bakımdan ulaşma yolunu açıyor. Hükümet bunu başarı olarak ilân ediyor.

Doğrusu benim artık havsalam bunları takip edemez oldu.

MG- Fatih İstanbul’u zaptettikten sonra gösterdiği o hoşgörü, anlayış, dinler için bıraktığı serbestliği bugün Birleşmiş Milletlerin insan hakları, Amerikalıların İnsan haklarını maalesef yerine getiremiyor. Şimdi hedef olarak bir Amerikan felsefeci HANTİNGTON kitabının adını MEDENİYETLER savaşı koyuyor. Bu MEDENİYETLER SAVAŞI denince muhakkak ki Türk ve islâm alemini hedef alıyor. Komünizm den sonra bu. Bunun da Başkomutanı Bush oluyor. O kitapta belirtiliyor.

Kİ- O kitap hakkında Türkiye’de pek üzerinde durulmadı. Bir paragraf var. Medeniyet çatışmasında en zor durumda olan medeniyetlerin buluşma noktasında olan Türkiye’dir diyor.

Hatta bir başka yerinde diyor ki, Türkiye bugün AB’ye girmeye çalışa dursun, bazı çevreler Türkiye’yi NATO dan çıkarma plânlarını hazırlamaktadırlar. Adamlar herşeyi gizli yapıyorlar. Bu Harward Üniversitesinde Prof. dür. 1993 de ilk bu teoriyi ortaya attı. 25 sayfalık bir makale olarak dergide yayınladı. Sonra kitap haline getirdi. Başta çok red edildi. Ama bugün adamın söyledikleri teker teker önümüze çıkıyor. Avrupalı bana bunu yapıyor da, İslâm, Arap dünyası çok mu iyiliğimi istiyor? Güney Kıbrıs’ı en çok silahlandıran Enver SEDAT oldu. Makariyos’un cenaze törenine giden Sedat olmadı mı? Bizim 40 bin insanımızın ölümüne sebebiyet veren terörizmin harekâtının kaynağı Suriye ve onun arkasındaki bazı Ortadoğu memleketleri değil miydi?

Bunlar Türkiye’nin her yükselişini Osmanlı tohumunun bir nevi yeşermesi olarak görüp telâşa kapılan, Atina’yla ekonomik, askerî işbirlikleri bizimle yaptıklarından 10 misli olan, Güney Kıbrıs’taki yatırımları Türkiye’den daha fazla olan memleketler.

Ama Türkiye’de hâlâ SADDAMcılar var. 1 Mart 2005 de bir heyet dönüşümde dedim ki, öldürülenlerimizin, şehitlerimizin mezarına götürüp toprak öptürülmeli, Suriye kaynaklı şehitlerimizin. Biz bir garip olduk, kusura bakmasın insanlarımız. Bizim 40 bine yakın insanımızın kanına girmiş hareketin sahibi olan bir memlekete Türkiye şimdi yakınlaşma gösteriyor.

Devamı var

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -