Ana Sayfa 1998-2012 Kısa Kısa Takıldıklarımız Türkiye’nin Pazarlanması Gayretler...

Kısa Kısa Takıldıklarımız Türkiye’nin Pazarlanması Gayretler…

Herhalde merak edenler vardır; koca bir ülkenin deneyimli insanlardan oluşmuş gözüken siyasal kadrosu nasıl oldu da bu oyuna geldi diye.

- Reklam -

İçte, dışta, çok uzaklarda gelişmeleri yakınen bilenler ve de tezgâhlayanlar şu anda bıyık altından hâlimize gülmektedirler.

Derviş’in Washington temasları, Mesut Yılmaz’ın Brüksel seferleri, Özkan’la Cem’in ihanet plânları yanı sıra Erdoğan’ın iktidar sabırsızlığı ve de millî bacımız Çiller’in başkomutanlık edasıyla başbakanlığa talip olma sevdası, özellikle coğrafya bilgisini Irak’ta kullanma hevesi müsait ortamı yarattı.

Kullanılmaya hazır bu kişilerin yarattığı uygun ortamın oluşmasında aynı siyasî kadro haricinde bu oluşuma eşlik eden medyanın ve de Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusunda gösterilen teslimiyetçi davranışın da büyük rolü olmuştur.

“Türkiye’nin pazarlanması için yeni oluşumlardan” bahsetmiştik (Orkun Ağustos 2002); bir kez daha hatırlamanın tam zamanı.

Tezgâh, bir kıytırık tesis açılışı sırasında Almanya’nın Frankfurt kentinde kuruldu. Açılış bahane, maksat farklıydı. Ecevit’in hastalığı bahanesiyle köşeye sakıştırılması sağlanacak, bir takım oldu bittiler ile vekâlet müessesesi çalıştırılıp meselâ başbakanlık koltuğuna Hüsamettin Özkan oturtulacaktı.

Tabiî bu arada “AB hükûmeti” maskesi altında MHP de hükûmetten dışlanacaktı. Yerine DYP veya AKP veya her ikisi monte edilecekti.

- Reklam -

MHP’nin, özellikle Devlet Bahçeli’nin (iktidar döneminde özlediğimiz ve görmeyi arzuladığımız) kesin ve kararlı tavrıyla uyanıklığı sayesinde oyun bozuldu, erken seçim çağrısıyla hamle boşa çıkarıldı.

Eloğlu boş durur mu? Bu kere, bir başka oyun sergilendi. Türkiye’deki “elit”, dış uzantılarından aldığı talimat ve destekle kontrolundaki medyanın pompalamasıyla DSP’yi bölmeyi başardı. Ayrılanlar Yeni Türkiye Partisi’ni (YTP) kurdular. İsmail Cem Genel Başkan, Hüsamettin Özkan “Büyük Başkan” oldu.

Bu oyunu da MHP lideri Bahçeli kararlı ve istikrarlı tavrı ile bozdu. Hükûmet azınlığa düşmesine, DSP’nin sandalye sayısı yarı yarıya azalmasına rağmen Başbakan Ecevit’e tam destek verdi.

DSP’den ayrılan YTP’nin lider kadrosunun iki ası İ. Cem ve H. Özkan Türk siyasetinde sac ayağı oluşturma hevesi içerisinde üçüncü ayak olarak aziz ve muhterem dostları Derviş’in kendilerine katılmasını beklerken; bu tezgâha son darbeyi ABD seyahati sonucu esen ters rüzgârların etkisindeki Kemal Derviş indirdi.

Tüm umutlar Derviş rüzgârındaydı. IMF destekli Dervişli YTP, ANAP, DTP kol kola seçime girecek ve yeniden milletvekili seçilebileceklerdi.

- Reklam -

Derviş’in IMF destekli entellektüel solcu-liberal kimliği ile CHP’de saf tutması sonucu zat-ı muhteremler iyot gibi açıkta kaldılar.

Artık ayrı ayrı veya bir çatı altında seçime gitmek de onları kurtaracak gibi görünmüyordu. Halbuki bu arada Amerika’dan ithal bir değerli siyasetçi de (M. Ali Bayar) Demokrat Parti’nin (DTP) başına dağınık sağı toparlamak amacıyla getirilmişti.

Cem’in sol partisi YTP ile sağı toparlamak iddiasıyla ortalarda gezinen Mehmet Ali Bayar’ın DTP’si seçim ittifakı kararı da almış; Bayar ve otuz partili arkadaşı YTP listesinden milletvekili adayı olmak için kolları sıvamıştı.

Bu tatlı rüy adan uyanış acı oldu.

Bu durumda umduğunu bulamayan Türkiye’deki “elit” bir deneme daha yapmaya karar verdi. Piyonlarını devreye soktu. Bir takım kararları gözlerden uzak ama daha yakın bir mekânda gözden geçirmeye karar verdi. Seçilen mekân Yunanistan’ın Rodos adasıydı.

Türk medyasının muteber (!) şahsiyetlerinden Aydın Doğan, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz bermudalarını çekmiş tatile gitmişlerdi güya. DYP lideri Tansu Çiller’in eşi Özer Çiller’i de bir yıl önceki sözlerini hatırlayıp bu birlikteliğe davet etmişlerdi ve muhterem de bu davete icabet etmekte gecikmemişti.

Frankfurt toplantısı manşetlere geçer de aynı zat-ı muhteremlerin Rodos toplantısı manşetlere geçmez mi?

Tabiî dönen dolaplar çabuk yayıldı.

Tansu Çiller’in başbakanlığında yeni bir hükûmet kurulması tezgâhı çok çabuk duyuldu. Tansu Çiller’in “– Ben istemedim, teklif ettiler” beyanı yanı sıra, ANAP’lıların “-Çiller başbakanlık talep etti” karşılıklı suçlamalarının gazetelere intikal etmesi gündemi oluşturdu. Çiller ANAP’ı tarihe gömme fırsatının zuhur etmesini iyi değerlendirdi, oyuna gelmedi ve tezgâh bozuldu.

•••

Gerek Frankfurt gerekse Rodos temasları sonucu yaratılmak istenen tablonun arkasında saklanan bütün formüllerin ortak noktası baraj altına düşeceği kesin olan ANAP’ı ve yüce divana gideceği kesin gözüken lider kadrosu ile destekçilerini korumak, kurtarmakta yatmaktadır.

•••

Türk medyasının Aydın Doğan kontrolündeki gazetelerinde yapılan anketlerde MHP ve DYP’nin baraj altında olduğuna dair anketler yayınlanmıştır. Taraflı yapılan bu anketlerin anlamı: MHP ve DYP’nin baraj altında olduğuna halk çoğunluğunu inandırmak, kitleleri kontrol altında tutabilmek, oluşan bu kontrollu havanın etkisine girebilecek siyasî kadroları yönlendirerek Frankfurt ve Rodos’ta plânladıkları formüllerin hayata geçirilmesini sağlamaktan başka bir şey değildi.

•••

Doların fırlaması, bono faizlerinin tahammül edilemez boyutlara çıkması, borsanın çökmüş olması bu Türkiye’deki “elit” için hiç de önemli değil. Yeter ki siyasî tezâhları yürüsün, yeter ki destekledikleri siyasîler ilelebet muktedir olsunlar. İktidarı ellerinde tutabilsinler…

•••

Hükûmeti bozma tehdidi yanı sıra, MHP’nin iktidar ortaklığından dışlanması talebi ile başbakanı “algılama zorluğu” çekmekle itham edebilen zat-ı muhterem, kısa bir Brüksel ziyaretinin ardından AB’nin desteğinin kesin kendilerinde olduğu havası ve kasılmasıyla oyunun son perdesini araladı.

Güçlü gözükme gayretine rağmen ANAP lideri Yılmaz ve ANAP kan kaybetmeye başlamıştır…

•••

Bu gerçeğin farkında oluşu Mesut Yılmaz ve destekçilerini yeni arayışlara itiyor. Hükûmeti bozma tehdidinin etkili olmadığının (Başbakan Ecevit ve MHP Lideri Bahçeli istemedikçe hükûmeti düşüremeyeceğinin) farkında. Bu gelişmelerin ortasında hedefi YSK’ya verilecek listelerden sonra ortaya çıkacak küskün milletvekillerinin de desteğini alarak seçimleri olabildiğinde ileri bir tarihe erteletmekti. Bu düşünceden yola çıkarak 15 Aralık 2002 tarihine erteletme beyan ve talepleriyle YTP-ANAP küskünler destekli atraksiyon sergilenmiştir.

•••

Birkaç ay daha milletvekili kalmak, birkaç ay daha dokunulmazlık zırhına sahip olabilmek bu gözü karaların daha henüz işlerini tamamlayamadıklarını göstermektedir.

Gerek Frankfurt gerekse Rodos toplantılarındaki oluşumlarda, gerekse de Brüksel seyahati sonrası AB (yetkililerinin pek de iç açıcı olmayan beyanlarına rağmen) dayatmalarını aslı astarı olmayan bir vaade dönüştürüp milletin geleceği konusunda yalan söyleyenlerin suratına seçim sandığında şamarı indirmek gerekmektedir.

•••

Gerek eski ve yeni genelkurmay başkanlarının, gerekse Cumhurbaşkanı Sayın Sezer’in seçimi erteletme yolundaki baraj düşürme ve benzeri konudaki görüşlerini kamuoyuna açıklamaları neticesinde küskünler hareketi destekli, ANAP-YTP mimarlığında oluşturulmak istenen seçimi erteletme çalışmaları akamete uğramıştır.

Bir ihtimal ABD’nin önümüzdeki günlerde yapabileceği bir Irak operasyonu bahane edilerek karışıklıktan istifade, fırsat bu fırsat diye seçimi erteletmek için yeni bir teşebbüs gerçekleşebilir…

•••

3 Kasım 2002 seçim günü yaklaşırken, AB’den umut verici olmayan, takvim ve tarih belirtmeyen ve de resmî olmayan, buna mukabil (Türkiye’de oluşabilecek AB karşıtı havanın seçimlere yansımasından endişe ediliyor olsa gerek ki kendi kontrolundaki siyasîlerin yolunu açmak amacıyla) övgü dolu mesajlar “AB’den iyi haber” diye manşetlere geçmeye başlamıştır.

Özellikle Brüksel dolaylarından sorumlu ve de sorunlu siyasîlerin değerlendirebileceği bir zemin hazırlanmaktadır…

•••

Geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Avusturya’nın Salzburg kentinde toplanan “Dünya Ekonomik Forumunda”, AB kapılarının Türkiye’ye açılması amacıyla ikili temaslar yapıyordu.

Bu temaslar sırasında AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen’in söylediklerine kulak vermek, dikkatinizi çekmek zarureti hasıl olmuştur.

Paneldeki konuşması için kürsüye davet edilen Deniz Baykal’ın tanıtımı sırasında kullanılan ifade: “Bir süre önce devrimsel nitelikte düzenlemeler yapan Türkiye’den bir siyaset adamı”.

Bu ifade ve devamı, Türkiye Büyük Milllet Meclisi seyir defterinde yerini almalıdır.

Dünya Ekonomik Forumu, denilen kuruluş AB lobisi üzerinde etkili bir örgüttür. Ve bu örgüt 3 Ağustos 2002 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen, şu anda MHP tarafından Anayasa Mahkemesine iptal için gönderilmiş bulunan AB dayatma yasalarını devrim niteliğinde bir düzenleme olarak değerlendirmektedir.

Konuşmasına “– Umarım AB de devrimsel bir karar alır ve Türkiye’ye Kopenhag zirvesinde bir müzakere tarihi verir” diye başlayan Baykal’ın temennisine cevap bilahare AB komiseri Verheugen tarafından veriliyor.

“– Söyledikleriniz beni aşar” ve devam ediyor; “– Yanınıza Kemal Derviş’i de alarak, bu sözlerinizi Schröder, Blair ve Chirac’a hemen anlatmanız gerekiyor. Bizim komisyon olarak bu yolda katkı yapmamız çok zor. Ancak yukarıdan talimat gelirse bu iş olur…”

Verheugen’in bu sözleri AB’de ipleri Almanya, İngiltere ve Fransa başbakanlarının tuttuğunu göstermektedir. Karar bu üçlüden çıkmaktadır. Bu üçlü ne derse AB kararı odur itirafından başka bir şey değildir bu sözler.

AB’nin Türkiye hakkındaki kanaatini evelemeden gevelemeden bu liderlerin geçmişteki şahsî beyanlarında da görebiliriz!..

•••

Verheugen’ın bu üç AB patronuyla görüşmeye giderken Kemal Derviş’i yanına almasını tavsiye edişini de, Türkiye’de köklü bir partinin lideri olan Baykal’a “– Sana değil Kemal Derviş’e itibar edip dinlerler”, diye yorumlamak zorundayız…

•••

Kemal Derviş’in Şubat 2001 krizinden sonra, başkan yardımcılığı yaptığı Dünya Bankası ve IMF’nin tavsiyesi ile teknokrat kimliği ile Türkiye’ye gönderildiğini zannedenler Kemal Derviş’in yüzündeki maskenin sıyrıldığını acaba görebiliyorlar mı?..

•••

Bir yıl geçmiştir, Kemal Derviş’in sayesinde ekonomi dibe vurmakta geçikmemiştir. Ekonomiyle uğraşmaktan ziyade Türkiye’nin iç politikasındaki dengeleri değiştirmekte bir ajan provakatör olarak başarılı icraatlar sergilemiştir.

İlâç paralarının SSK’ya aktarılmasını bile çok görüp, bakanlar kurulunda olay yaratan zat-ı muhterem; sosyal-liberal kimliği, yüzündeki yeni CHP’li maskesiyle ve kolundaki işçi istismarcısı sendika ağasıyla sendika kampında denize girip kameralara poz verebilmektedir. Görmeyen, görmek istemeyen gözler; anlamayan, anlamak istemeyen kafasız kafalar hâlâ uyanamadınız mı?…

•••

Türkiye Cumhuriyeti millî kimliğinin ve ulus devlet yapısının olduğu gibi korunmasını isteyenler, bunun AB üyeliği ile bağdaşmayacağını bilmektedirler. Ve bilenler, bilmeyenlere de anlatmak zorundadırlar. Hattâ daha ilerisi, yalnız AB üyeliği değil küreselleşmenin getirdiği sonuçları da izah etmek zarureti hasıl olmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti AB’ye üye olsa da olmasa da millî kimliğinden, ulus devletinin bazı temel taşlarından vaz geçmek zorundadır. Ve vaz geçmiştir de.

Küreselleşmenin ve AB dayatmalarının getirdiği bir sonuçtur bu!..

Türkiye’de tarımın küreselleşmeye uydurulması, tütün yasası, şeker yasası, sanayi bölgeleri yasaları, uluslararası tahkimin kabulü vb. bu yönde atılmış ve atılmakta olan adımlardır.

Millî devletin tabiî hakkı olan gümrük kotaları, gümrük resimleri üzerinde oynamak hakkına da maalesef sahip değiliz artık.

Bu yüzden dayatanlar (gerek AB gerekse küreselleşmenin patronu ÇUŞ’lar) için en büyük tehlike milliyetçiliktir.

Türkiye’de azınlık grupları yaratma arzusuna dayanan talep ve istekler alt kimliklerin millî kimliği yok etmesini sağlama gayretini bu ortak amaca yöneltmişlerdir. Ne yazık ki Türkiye’nin küreselleşmeye dayatması söz konusu olamamıştır. Milliyetçiler görevini lâyıkıyla yapamamıştır.

Türk insanı kendine karşı değil yabancıya karşı milliyetçiliğini geliştirmelidir…

Türk milliyetçileri, millî kimliğini, Türklüğünü ne bahasına olursa olsun korumalıdır…

Bazı acı gerçekleri saklamadan itiraf etmek, yaşananlardan bir ders çıkarmak, bundan böyle gereğini yapmak için toparlanmak zarureti hasıl olmaktadır.

Türkçülerin, Türk milliyetçilerinin başka vatanı yoktur. Bu vatana sahip çıkmak zorundayız!..

Yüreğimizin sesini dinleyip bizi temsil edecek kişileri TBMM’ne göndermek için Türk milliyetçileri, Türkçüler görev başına!..

DİL BİR; BAYRAK BİR; MİLLET BİR; VATAN BİRDİR.

CİHAN DURDUKÇA, TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -