Ana Sayfa 1998-2012 Kısa Kısa Takıldıklarımız : "Güçlü"nün Dünya Nizamı Adına D...

Kısa Kısa Takıldıklarımız : “Güçlü”nün Dünya Nizamı Adına D…

11 Eylülü müteakiben küresel dünyanın getiri ve götürülerini herkes kendi açısından doğru hesaplamak zorundadır. Hiçbirimiz bugünden geleceği tam olarak görebilecek durumda değiliz. Böyle olmakla beraber görünen bazı ip uçlarını değerlendirmek zorundayız.

- Reklam -

Türkiye’nin yeni düzene ve Afganistan’a yapılacak operasyonlara ABD güdümünde fiilen katılmasının, gözü kapalı her desteği vermesinin büyük kazançlar sağlayacağına iman etmiş olanların, ileri sürdüğü fikirleri destekleyecek delilleri olmadığını biliyoruz.

Ve gene biliyoruz ki bu satılık mütareke basını, sahibinin sesi medya kuruluşları kendilerinin de inanmadıkları bu fikirleri sahiplenmedeki başarılarını Türk milletine bir gerçekmiş gibi yutturma gayreti içerisindeler. Şu anda dünyanın en zengin ve güçlü ülkesi ABD, dünyanın en fakir ülkesi Afganistan’ı bombalarıyla dövmektedir. O, ABD ki düne kadar beslediği Taleban’ı düşman ilân etmekte tereddüt etmemektedir. New York’taki ikiz kuleleri ve Pentagon’u tahrip eden saldırılardan sonra ABD başkanının hemen Afganistan’ı hedef alması, uluslararası siyasetin ne denli oynak bir zeminde hareket ettiğini göstermektedir. Amerikan halkının büyük çoğunluğu gerçeklerin ve izlenen iki yüzlü siyasetin farkında olup olmadığı anlaşılamamakla beraber savaş çığlıklarını destekliyor.

ABD’deki bu zigzagları normal karşılamalıyız. Dünya hâkimiyetini hedefleyen girişimlerde büyük devletler için herşey geçerlidir. Hele o devlet ABD ise bu tartışılamaz bile.

- Reklam -

ooo

ABD enteresan bir ülke. 11 Eylül 2001 öncesi sanki dünya üzerinde herşey yolundaydı ve dünyanın hiçbir yerinde terör yoktu. İkiz kuleler ve Pentagon’un vurulmasıyla birlikte terör başladı.

El insaf!..

- Reklam -

Geçmişte PKK’lılara yardım malzemesi atan ABD çekiç güç helikopterleri ile ilgili tepkilerimize yapılan tek açıklama “yanlışlık oldu” idi.

Bugün kendi canları yanınca adı terör oldu.

Yaşananlardan çıkarılması gereken en büyük ders, dış güçlere bel bağlayarak bir yere varılamayacağı, ne kadar iyi niyetli olunursa olunsun sonunda ülkeye zarar verileceğidir.

Afganistan’da böyle olmuştur. Başka ülkelerde de böyle olacaktır. Birtakım yanlışlıklarda devam edilirse Türkiye de bu tehlikeyle yüzyüzedir.

Büyük Atatürk: “-Savaş zorunlu ve kaçınılmaz olmalıdır, ulusun hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir.” demiş.

ABD’ye yapılan bu menfur terörist saldırıya gerçek teröristleri bulup, yok edip cevap vermek varken; açlık, yokluk ve insanlıkdışı bir muameleyle karşı karşıya kalan, Taleban’dan çektiği zulümden bizar Afgan halkını yok etme gayretlerine terörizmi yok etme veya savaş denilebilir mi?

Bu resmen bir cinayettir. Ve faili o meşhur, medeniyet denilen tek dişi kalmış canavardır.

Mary Rinehart “-Ekonomik durumu iyi olan ülkeler, ekonomiyi canlandırmak için zaman zaman savaşa başvuruyorlar” diyor.

Petrol tröstleri ve silâh tüccarlarının müştereken yazdığı son Afganistan senaryosunda bu ifadeyi iyice değerlendirmek gerekmez mi?

ABD, savaşı “sıfır ölümle” yürütmek istemektedir. Teknolojik bütün imkânlarını ve yeniliklerini kullanırken kara harekâtı için NATO ittifakı adına (sözde) müşterek hareket edeceği, daha doğrusu kullanacağı piyonlara kısaca ABD için ölecek insanlara ihtiyaç duymaktadır.

ABD, çıkarları için kara harekâtında ölecek insanlar aramaktadır. Yeter ki “sıfır ölümle” savaş ABD için gerçekleşsin.

Cephede ABD yerine ölecek başka ülkelerin askerleri sayesinde “sıfır ölümle savaşı” kazansa bile, Amerikalı cephe gerisinde rahat edebilecek mi?

Terörle karşı karşıya kalmayacak mı?

Zayiat vermeden “sıfır ölümle savaş” cephe gerisinde gerçekleşebilecek mi?

Bekleyelim ve görelim!..

ABD, NATO destekli yapacağı operasyonlara katılımı temin yolunda “gizli kanıtlara”, “açık yanıtlar” almıştır.

BM’in: “- Her ülke terörle mücadele etmelidir, bu konuda üzerine düşen sorumluluğu da yerine getirmelidir,” kararının ardından; NATO’nun “-ABD’nin sunduğu kanıtlar yeterlidir, gereği yapılmalıdır” yaklaşımı kanıtların ne olduğunu bilmememize rağmen ABD’ye tanınan “terörle mücadele yetkisinin” ucu nereye kadar uzanacaktır, düşünmemiz gerekmektedir.

Bush yönetiminin kamuoyunu yönlendirme gayretlerini yakınen izliyoruz. Birtakım sorumlu elemanların gerekli bilgileri gerekli yerlere ustaca sızdırdığına şahit oluyoruz. Harekâtın Afganistan’la sınırlı kalmayarak körfez savaşında yarım kalan hesabı kapatmak amacıyla Kuzey Irak’ta bir alt yapı oluşturma gayretlerini de bu çerçevede değerlendiriyoruz.

Bu ustaca sızdırılan ve ABD’de gazete haberi olarak kullanılan; Kuzey Irak’ta kurulması özlenen ve gözlenen Kürt devletinin ortaklarından Talabanî’nin ve Barzanî’nin de ileri sürdüğü; bölgede Bin Ladin’in adamlarının ve El Kaide örgütünün varlığı yönündeki iddialar öne çıkıyor.

İddiaya göre: Kuzey Irak’ta Halepçe’yi denetimi altında tutan Kürdistan İslâmî Hareketi adlı örgütten son zamanlarda ayrılan bir grubun Afganistan’dan gelen bazı kişilerin etkisi altına girdiği ifade ediliyor. Grubun adı Cünd El İslâm (İslâm’ın askerleri). Kendisini İslâm’ın emiri olarak tanıtan örgüt lideri Ebu Abdullah El Şafi’nin Afganistan kökenli olduğu söyleniyor. Vahabîliği benimseyen bu grup geçen Şubat ayında Barzanî’nin Kürdistan Demokratik Partisi yöneticilerinden (İsrail bağlantılı) Fransuva Hariri’nin ölümünden sorumlu. Kuyruk acısı ve tezgâhlanan oyun gereği Barzanî ile Talabanî bölgede El Kaide ve Bin Ladin’in adamları var diye feryat ediyorlar.

Bu arada 1996 yazı sonunda bölgede suçüstü yapılan Amerikan yetiştirmesi peşmergelerin (peşmerconilerin); (alelacele Guam’a nakledildiği hepimizin malûmu) tekrar bölgeye avdet ettikleri, yeni görevlerinde hazır ve nazır olarak şimdi karşımıza Bin Ladin’in adamları diye tanıtıldıkları iddiasını da pek yabana atmamak gerekiyor.

Bizce amaç desinformasyon yoluyla bölgeye müdahale imkânı yaratılarak kukla bir Kürt devleti oldu bittisinin Türkiye’ye kabul ettirilmesinin sağlanmasıdır.

Türkiye istihbaratının, ABD kaynaklı “Ladin’in adamları Kuzey Irak’a yerleşti” haberlerine getirdiği yorum şudur:

“- Bölgede 10-12 kadar değişik grup var. Bunlardan bazıları ikiye bölünüyor yeni bir grup oluşuyor. Bazıları birleşiyor. İçlerinde İslâm motifleri kullananlar da var. 11 Eylül öncesinde ABD uzmanlarınca da “önemsiz” kabul edilen bazı grupların birden “çok önemli, çok tehlikeli” diye sunulması ilginç. Burada başka bir hesap yatıyor…”

Bu bilgiler ışığında Talabanî’nin Ankara’ya çağrılıp bu senaryoda kendisine ABD tarafından biçilen oyundaki rolü gereği ayağını denk alması hatırlatılıyor, kulağı çekiliyor!..

Terör, insanlık ve hukuk açısından kimsenin hakkı değildir. ABD’ye yönelen bu büyük terörist saldırının kınanması, cezalandırılması, tekrarlanmaması için ne kadar çaba gösterilmesi gerekiyorsa; ABD’nin de istihbarat örgütleri ve şirketleri vasıtasıyla son yarım asırdır istikrarsız bölgelerde ABD yanlısı iktidarlar tesisi için başvurduğu ve milyonlarca insanın katline neden olan terör eylemlerine son vermesi gerekir.

Yaşadığımız şu günlerde CIA’ye yabancı devlet başkanlarını suikastlarla öldürme yetkisinin de verilmesinin gündemde olduğunu ifade ediyorlarsa, dünyaya nizam verme gayretlerini saklamayan ABD’nin alışkanlıklarından vaz geçebileceğini düşünmek safdillik olur gibi geliyor bizlere!..

Terörden şikâyet eden sözde dostlara soralım: Bütün bunlar terör değil mi?

ABD’nin (Yeni Bir Yüzyıl İçin Ulusal Güvenlik Stratejisi) Mayıs 1997’de açıklandığında Washington’un “Dünya Hâkimiyetine” olan inancını şu cümlelerde görebiliriz:

“- Dünyanın ABD liderliğine ihtiyacı vardır. ABD liderlikte rakipsiz kalmıştır. Bu nedenle dünyanın her bölgesine ilgi duymaktadır. ABD millî güvenliğine yönelik tehditlere karşı, çeşitli politikalar üretmektedir. Bu politikalar, bölgeler ve bölgeler içindeki ülke sayısı kadar çeşitlidir.”

“… – ABD’ye savaş ilân edebilecek ülke yoktur, ancak ekonomik rakipleri vardır; küresel ekonomi uygulaması ile ABD bunu lehine değiştirecektir!**”.

Terörizm konusundaki görüşler ise:

“- ABD’nin terörizm karşıtı yaklaşımları; terörist faaliyetleri, meydana gelmeden önce önlemek, bozmak ve ortadan kaldırmak; eğer meydana gelmişlerse, suçluları adalet önüne çıkarmak için, kuvvetli ve kararlı bir şekilde müdahale etmek amacını taşımaktadır; uluslararası teröristlere karşı politikamız, aşağıda belirtilen ilkelere dayanmaktadır:

1- Teröristlere hiçbir imtiyaz vermemek!..

2- Terörizmi destekleyen ülkelere her türlü baskıyı yapmak; vb. uzayan giden birtakım maddeler.

ABD kendi çıkarları doğrultusunda ifadesini bulan dünya hâkimiyeti idealini ve devlet felsefesini, değişen şartlar muvacehesinde açıklamaktadır.

Ne var ki bize uyan yanları; çıkarlarımıza ters düşen uygulamaları ile bu ifadeler biraz gülünç olmakla beraber düşündürücü değil mi?

Hele terör ve terörizm konusunda ülkemize karşı 70’li yıllarda başlayan ASALA teröründe ABD’de dışışleri mensuplarımıza yönelik menfur cinayetlerde, canilere karşı gösterilen yakın ilgi unutulabilir mi?

Özellikle tazeliğini koruyan ABD’deki ASALA liderlerinden Murat Topalyan’a gösterilen ihtimam, Ermeni çıkarları doğrultusunda dostluğa sığmayan tutum ve davranışlar ile yapılan açıklamalar, beyanlar hiç unutulur mu?

Terörün gerçek yüzünü kendisine yönelen bir silâh olarak gören ABD şu anda Afganistan’a göndermek üzere Türkiye’den asker talep etmektedir.

Birtakım siyasetçilerimiz bu istek karşısında hemen şahin kesiliverdiler.

Asker göndermenin faturası Türkiye’nin bütçesinden çıkacaktır. Türkiye, ekonomik krizin en ağırını yaşıyor!..

Türkiye asker göndermezse, ertelenen dış kredinin musluğu fena hâlde kesilecek… Asker gönderme bu musluğun açılmasına bağlansa, berbat bir pazarlığın içine girilecek.

Akıllar hâlâ bir koyup üç almakta. Karşılaştığımız iki yüzlülükler nedense hatırlanmak istenmiyor.

“Devleti küçült” baskısı sürerken Mehmetçiği ön saflarda ateş hattına sürerek elde edilecek getirinin Türkiye’yi ihya edeceğini ileri süren “şahin demokrat siyasetçilerimiz”; Körfez Savaşı’nın Türkiye’ye 30-40 milyar dolara yaklaşan ekonomik kaybını nedense hatırlamak istemiyorlar.

Hatırlatılınca “- O kayıplar ve kazıklar zaten Türkiye’nin yanlış ve korkak politikalarından doğdu… O savaşın üzerinden çok yıllar geçti, dünya değişti… Şimdi yeni dengeler var, korkak davranırsak çok şey kaybederiz. Özal sendromuna kapılmamalıyız. Yerimiz demokrasinin (ABD’nin) yanı olmalıdır.”

…”- Eğer Türkiye asker vermezse Doğulu kimliğini kabul ettiğini ilân etmiş olur. Batılı dostlar bunu hiç unutmaz. Bunun acısını kat kat çıkartır. Türkiye yalnız kalır!..”

Gerek terörizmle mücadele konusunda, gerekse NATO’nun 5. maddesinin bu gelişmeleri savaş nedeni olarak değerlendirmesi taleplerinin dünya gündemini işgal ettiği 26-27 Eylül 2001 tarihinde Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon’un açıklamaları hassasiyetimizin dile getirilişi bakımından büyük önem taşımaktadır

.

Körfez bunalımı sırasında Özal’ın ABD yandaşı politikası nedeniyle ülke bir oldu bittiye sürüklenirken Genelkurmay Başkanının istifa olayıyla; 11 Eylül’de ABD’ye yönelen bu saldırı sonrası Genelkurmay 2. Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ve Ege Ordu Kom. Org. Hurşit Tolon’un çıkışları arasında benzerlik olduğu söylenebilir.

Her iki olayda da aşağı yukarı aynı gelişmeler yaşanmıştır. Hükûmet edenler her iki olayda da alınacak önlemler konusunda ciddî refleksler gösterememişlerdir.

Yaşanan son olayda iktidarın izlediği yol: “Amerika henüz bir adım atmadı ki biz tavrımızı belirleyelim. Amerika’nın ne yapacağını görelim, biz de onun dümen suyuna gireriz” anlamını taşıyan bir davranış biçimi sergilenmiştir

.

Hattâ biraz daha ileriye gidilerek tam destek, pazarlıksız destek yönünde açıklamalar dahi yapılabilmiştir.

Ekonomik zayıflık bahanesiyle Türkiye’nin jeopolitiği, stratejik üstünlüğü, toplumsal ve silâhlı gücü ile ABD ve Batı için hassas bölgelerinin önemi göz ardı edilmiştir.

Halbuki birçok ülkenin yöneticileri destek şartlarını ve desteğin sınırlarını belirlemede gecikmediler. Çünkü onlar iyi biliyorlardı ki “ülkeler arasındaki ilişkilerde dostluğun ötesinde devlet menfaatleri ön plândadır. Eğer şartları ve sınırları ülke menfaatiniz için siz koymazsanız, diğer ülkeler koyar ve onların peşinden sürüklenir gidersiniz!..”

Bu çerçeveden sayın Org. Yaşar Büyükanıt’ın ve sayın Org. Hurşit Tolon’un açıklamalarını yorumlarsak şu neticeyi çıkartabiliriz. “- Harekete geçmesi gerekenler harekete geçmeyince, yani siyasette boşluk oluşunca, olayların başından itibaren tam mesaiyle gelişmeleri yakından izleyen, refleks gösteren unsurlar harekete geçmiştir.”

Ulusal güvenliği tartışmaya açanların kulakları çınlasın.

Anayasa değişikliği ile AB normlarına uydurulmak için bypass edilmeye siyasîlerce çalışılan MGK’nın, Türkiye’nin güvenliği için elzem bir kuruluş olduğu bu refleksi ile bir kere daha kendini ispat etmedi mi?

Yetersiz, kalitesiz ve seviyesiz siyasetin bu gerçeği kavramasının oldukça güç olduğunu bilincindeyiz

.

“Ulusal güvenlik hususunda takıldıklarımız” başlıklı yazımızda (Orkun sayı 43-Eylül 2001) değinmiştik. ABD Hava Harp Akademisi Türkiye sorumlusu CIA uzmanı Alb. Mıchael Robert Hitckok millî askerî stratejik kavramımızı (MASK) değerlendirirken bölgedeki Amerikan çıkarlarının bu konsept ile çeliştiğini saklamadan ifade etmekteydi.

Hava Kuvvetleri Komutanlığını atanan sayın Org. Cumhur Asparuk’un; MGK Genel Sekreterliğini halefine devrederken yaptığı konuşmada açık ve seçik olarak Alb. Hitckok’un Türkiye’nin yeni güvenlik anlayışı konusundaki endişelerini doğrulayarak: “- Türkiye, bölgedeki öncelik haklarını, bundan böyle kullanmak niyetindedir; zira bölge dışındaki ülkeler, barışı ve istikrarı korumak bahanesi altında durumu daima kendilerine yontuyor;” ifadesinin yer aldığı konuşmasında dost ve müttefik dahi olsa Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda (MASK)’ı uygulamadaki kararlılığının; ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’e verilen cevapta olduğu gibi; sayın Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Çin gezisi ve Çin Cumhurbaşkanı Jiang Zemin tarafından kabulü konusundaki bir soruya “- Dünya yeniden biçimleniyor, stratejik dengeler yeniden oluşuyor” cevabı içerisinde aramak gerekiyor.

Çin-Türkiye ilişkileri, Türkiye’nin Irak politikasını Rusya ile ters düşmemesi, Kafkaslar konusunda Rusya ile aramızda birtakım ortak bakış, birtakım karşı gelişler olsa da orta yol bulunması, sayın Kıvrıkoğlu’nun Bakü ziyareti, Gürcistan’a yapılan askerî yardım ve verilen destekler Türkiye’nin MASK konusundaki kararlılığını göstermektedir.

NATO’nun 5. maddesi konusundaki sansasyonel haber ve dayatmalara cihet-i askeriyeden Genelkurmay 2. Başk. Org. Büyükanıt ile Ege Ordu Komutanı Org. Tolon’un verdiği cevapları da bu çerçevede değerlendirelim.

Tekrar ediyoruz Türkiye’de yıpranmamış bir kurum olarak TSK görevini gereğince yerine getirmektedir.

“AB değerlerini” savunduğu iddasıyla çıkan ve kapağına “ordu ne işe yarar?” diye başlık atan dergilerin ve ulusal güvenliği tartışma noktasına getirenlerin bu teslimiyetçi ortamda daha öğrenecekleri çok şey var!..

Terör, terör diyoruz. Türkiye ekonomisini dibe vurdurmak, Türk insanını altı ay içinde % 11 küçültülen Türkiye’de birtakım emrîvakilere muhatap kılmak terör değil mi?

Bir ülke “yalnız topla tüfekle değil, günlük, saat başı döviz ve borsa hareketleriyle” de teslim alınabilir. Şu anda Türkiye’nin geldiği nokta budur. Burnu sürtülmek istenen, IMF ve Dünya Bankası reçetelerinin uygulanmasına ses çıkaramayan, yer altı ve yer üstü kaynaklarını hesapsız kitapsız yabancıların kullanımına açmaya zorlanan, direniş noktaları yok edilmek istenen bir Türkiye yaratılmaya çalışılıyor.

Bu terör değil mi?

Bu teröristlere ne yapmak gerekir acaba?

Anayasa değişikliği sırasında milletvekili maaşları konusunda yaşananlar Türk milletini derinden yaralamıştır. Gelişmeler müesses nizama, TBMM’nin mânevî şahsiyetinin yara almasına yol açması açısından önem arz etmektedir.

“Komşusu açken, tok yakan bizden değildir” sözlerini yıllarca kullananların milletin tepkisinden alacağı bir hissesi mevcuttur.

Milletin iradesini kendi şahsî tasarruflarında kullanma gayreti Türk milletini, Türkçüleri derinden yaralamaktadır.

Türk olmak, olabilmek genetik temele, kan ve doku temeline dayandığı kadar bir şuur meselesidir.

Bu şuur kuvvetlendirilmeli, ön plâna çıkarılmalıdır.

Türk milleti kendisini yönetenlerden bunu beklemektedir.

Bütün olumsuzluklara rağmen Türk milleti düzlüğe çıkacaktır.

Truva atlarının oynadığı bu meydan Türkün şahlanışına şahit olacaktır…

DİL BİR; BAYRAK BİR; MİLLET BİR; VATAN BİRDİR

CİHAN DURDUKÇA, TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR.
 

Orkun'dan Seçmeler

NUTUK’U ANLAMAK

Vay benim Türkmenim

- Reklam -