Ana Sayfa 1998-2012 Kılavuzumuz “Aydın”lar olursa...

Kılavuzumuz “Aydın”lar olursa…

Geçen ay içinde, on iki seçmece “aydın” Başbakan tarafından kabul edildi. Bunlar yüksek fikirlerini hükûmet başkanına sundular. Herhalde bu fikirler -kısmen de olsa- kabul gördü ki, Başbakan “Kürt sorunu”ndan bahseder oldu.

- Reklam -

Bu davetin, her şeyden önce zamanlaması yanlıştı. PKK terörünün yollara mayın döşediği, askerlerimizin şehit olduğu ve sivil vatandaşlarımızın canlarını kaybettiği bir ortamda, bir kısım “aydın”ların çözüm üretmeye kalkışmaları, terörle devlet arasında aracılık rolüne soyundukları izlenimi verdi. Bu, ağır bir durum. İkincisi, PKK terörünün istediğini elde ettiği gibi bir görünüm ortaya çıktı. Kaldı ki, bu örgüt, kısa süre önce, sorunun çözümü için aydınların devreye girmesini ileri sürmüştü. Bu isteğin karşılandığı intibaı herkeste yerleşti.

Aydınların dediği şu: Daha çok demokrasi olsun, terör kalmaz. Onların yanıldığı ise iki olayda hemen görüldü. Başbakanı, Diyarbakır’da ancak 600 (rakamla altı yüz) kişi karşılayıp dinledi. Orada Ak Parti’nin teşkilâtı var, milletvekilleri var, üstelik bir başbakan kendi beldelerine geliyor, dertlerine çare aradığını söylüyor, kimse itibar etmiyor. Belli ki, Diyarbakır’ın PKK ve Öcalan etkisindeki belediye başkanı tertibatını önceden almış, katılımı engellemiş. “Halk benim arkamda, konuşacaksan gelip benimle konuşursun” demeye getiriyor. Yani çözüm filân pek umurunda değil. İkinci olay ise, Diyarbakır ziyaretinin hemen ardından Elazığ valisine suikast yapıldı. Adam, ölümden kurtuldu. PKK diyor ki: “Ben bildiğimi okurum, Diyarbakır’da konuşulanları hiç dikkate almam”.

Peki, şimdi soralım: Bu kafayla neye çözüm bulunabilir ki?

Bizim teröre bakış açımızın demokrasiyle filân ilgisi yok. Çünkü, adamlara ne kadar hareket serbestisi verirsek verelim, terör alabildiğine devam ediyor. Ekonomik yatırımlarla, bölgeyi kalkındırmakla da terörün önüne geçmek mümkün değil. Zaten, Güneydoğu Anadolu bölgesi, tüketimi üretiminden çok fazla olan bir bölge. Türkiye’nin diğer bölgeleri buraya durmadan kaynak aktarıyor. Yani, diğer bölgelerdeki vatandaşlar, bu bölgede yaşayanları bir bakıma finanse ediyor. Bu hâlde bile sızlanmaların arkası kesilmiyor.

Demek ki, mesele demokrasi veya refah meselesi değil, kimlik meselesi. Bu de gide gide ayrılık, bölücülük ve dış güçlerle ittifak şekline bürünüyor. Şu hâlde biz bir terör ve âsâyiş meselesiyle karşı karşıyayız. Bunun çözümü lâfla değil, kuvvetle olur. Kim daha güçlüyse, meseleyi kendi lehine çözümler. Bunun için de, askerimizin elini kolunu bağlamak değil, bilakis ona hareket serbestliği tanımak lâzımdır. Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu’nun “Barış mitingleri, paneller düzenleyip demokratik çözümden bahsedenler, bu barışı ülkenin namusunu korumak uğruna hudutta nöbet tutan askere ateş ederek mi sağlayacaklar?” tarzındaki sözlerine kulak vermek gerekiyor. Askerî alanda olduğu gibi, siyaseten de mücadele azmimizi artıracak ve başarıya ulaşmamızı sağlayacak tedbirlerin alınması gerekir.

Terör sorununu “Kürt Sorunu” hâlinde algılamak, PKK’nın bir hedefine daha ulaştığı anlamına da gelmektedir. Çünkü, yıllardan beri iddia ettikleri husus budur. Mesele “Kürt Sorunu” hâline getirildiği zaman, konunun taraflarını da tanımak gerekecektir. Masanın öbür tarafına, kuzu postuna bürünmüş kurtlar oturacaktır. O zaman ”Biz terör örgütünü muhatap kabul etmiyoruz” sözleri de havada kalacaktır.

- Reklam -

Bir söz söylendiğinde, arkasından nelerin geleceğini hesap etmek sağduyunun emridir.

“Aydın” diye ortaya çıkanların kılavuzluğuna itibar etmemek de…

Bize önce bu lâzım.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -