Ana Sayfa 1998-2012 Kıbrıs laboratuvarı (2)

Kıbrıs laboratuvarı (2)

KIBRIS’ta, 24 Nisan 2004 “Annan Plânı Referandumu” öncesi Akdeniz TV adlı bir televizyonun canlı yayın programına katılıyoruz. Konu, Kıbrıs ve yaklaşan referandum.

- Reklam -

Program konukları arasında kendisiyle Kıbrıs’ta tanıştığımız, yaklaşık 20 yılını İngiltere’de geçirmiş, Kıbrıs sevdalısı değerli bir bilim adamı olan Süleyman Selçuk Bey var.

Kıbrıs konusunun bütün yönleriyle ele alındığı programda Sayın Selçuk, olaya çok farklı bir boyutuyla zenginlik getiriyor. Anlattığı konu ve/veya verdiği örnek, oldukça etkileyici. Öyle ki, Sayın Selçuk’un sunduğu teori, isabetli bir yaklaşımla Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durumu, oldukça öğretici ve düşündürücü bir şekilde ortaya koyuyordu.

Program sonrası, söz konusu teorinin içeriğinin teknik açıklamasını yazılı olarak kendisinden rica ettim.

Teorinin ismi “Toplamın Yarısı Teorisi” veya diğer adıyla “T _ Testi”.

“T – Testi” ilâç olarak kullanılan kimyasalların fareler üzerinde kullanılan ve yüzde 50’sini öldüren dozdur. Söz konusu teoriyi hemen her eczacı bilir. Miktar belirlendikten sonradır ki, insanlar üzerinde daha düşük dozlarda denenerek ilâcın kullanım şekli ve ölçüsü saptanmaktadır. Yani ilâcın en yüksek tolere edilebilecek; en az yan etkisi olan dozu, bu yöntemle saptanmaktadır.

Aynı teori, hematolojide de kullanılmaktadır. Radyoaktif Kromiumla işaretlenen kişinin kendi kanı, vücudunda kaç günde yarı sayısına (T – ‘ye) düştüğü ölçümlerle saptanır. Radyoaktivite Kromium’un “T – Testi”ndeki süresi 28 gündür. Daha az bir zamanda erişilen T – kan kaybına delâlet oluyormuş.

- Reklam -

İnsan psikolojisinde de “T – Testi” uygulanır. Harward Üniversitesi Türkologlarından Profesör Chamberlain, bu teorinin uygulanmasını tarif etmeden önce şöyle bir açıklamada bulunuyor: “Bu, deney tıbbî araştırmalarda, fareler üzerinde uygulanan bir testtir. İnsanlar üzerinde uygulanması durumu, bir insan hakları ihlâli; yani bir insanlık suçu ve ayıbıdır.”

Teorinin genelde Orta Doğu özelde ise, Türkiye ve KKTC halkı üzerinde yıllardan beri uygulandığı tezi derinlemesine incelendiğinde; Orta Doğu’nun nasıl kaynayan bir kazan hâline getirildiği, Türkiye’de iktidarların nasıl belirlendiği, ABD ve AB hayranlığının nasıl öz benliği inkâr etme noktasına getirildiği ve Kıbrıs’ta 24 Nisan 2004 referandumu sonucunda yüzde 65/35 oranının oluşumunda yaratılan durumun nasıl ve ne şekilde olduğunun izahı, hattâ daha geniş bir anlatımla, Orta Doğu,Türkiye ve Kıbrıs halkının nasıl bir psikoza itildiğinin ispatı ortaya çıkmaktadır.

Toplamın Yarısı (T – Testi)

Teorisi

100 adet fare, cinsiyet ayrımı yapılmadan bir tel kafes içerisine konur. Kafes 10 metre yükseklikteki içi su dolu bir yüzme havuzunun dalma köprüsünün uç kenarına yerleştirilir. Farelere, su ve yiyecek eksiksiz ve düzenli aralıklarla verilir.

- Reklam -

İlk 10 gün kafesin kapağı açık bırakılır. Fareler, çok meraklı hayvanlar olduğundan devamlı surette açık kafes kapağından etrafta keşif yaparlar. Bu yükseklikten suya atlamanın “ölümle” sonuçlanacağını saptar ve hafızalarına kaydederler. Ayrıca, katiyetle aşağıya yani suya atlamazlar.

10 gün boyunca bu sistematik içerisinde uygulama devam eder. 10. günün sonunda şartlar değiştirilir:

1- Kafesin kapağı kapatılır ve siyah bir bezle kafes tamamen örtülür. Böylece, karanlık bir ortam yaratılır.

2- Su ve yiyecek düzensizleştirilerek, yani bazen çok bazen az verilerek yaşamsal problemler yaratılır.

3- Değişik aralıklarla kafese bir hoparlörle ‘tehditkar kedi sesleri’ verilir.

Bu uygulama, 15 gün devam ettirilir. 15 gün sonra kafesin örtüsü kaldırılır ve fareler 2 saat “normalleşmeye” bırakılır. 2 saatten sonra kafesin kapağı açılır ve deneyin sonunda iki sonuç fonksiyonu ortaya çıkar:

1. Farelerin yarısından azı, önce “uyum sorunu” yaşar; ancak bir süre sonra “yeni” duruma uyum sağlamaya başlarlar.

2. Farelerin diğer yarısı, hattâ daha fazlası hiç tereddüt etmeden sür’atle kapaktan dışarıya fırlar ve intihar ederler.

Bu deney hiç şaşmaz. Kaç defa tekrarlanırsa tekrarlansın, hep a aynı netice alınır. Farelerin en az yüzde 50’sinden fazlası, kapaktan dışarıya fırlamanın ölümle sonuçlanacağını bilmelerine rağmen dışarıya fırlarlar. Buna “İntihar Sendromu”da denilmektedir.

Peki, fareler bu tür bir davranışa neden girerler?

Profesörün deyişine göre: “Çünkü psikolojileri bozulmuştur. Ne yaptıklarını bilmemekte; hafızaları silinmiş, neticeyi de düşünememekte ve umursamamaktadırlar. Kurtuluş vadeden ne olursa olsun, ona doğru gözleri kapalı hiç düşünmeden öne atılmaktadırlar”. Başka bir ifade ile algıların sınırlarının kalktığı bu durumda “kaybedecek hiçbir şeyi olmadığı” hissine kapılan, ölümle yaşam arasındaki nirengi noktalarını tümüyle yitirmiş olan denekler, intiharı bir kurtuluş olarak görmekte ve hiç tereddüt etmeden ölüme atlamaktadırlar.

T – Testi’nin insanlar, daha geniş bir açılımla, toplumlar üzerinde uygulanmasının ise daha karmaşık sorunlara ve sonuçlara yol açtığı görülür.

Yukarıda incelenen şartlar göreli bir şekilde, kurgulanmış bir sistematik içerisinde, Orta Doğu, Türkiye ve KKTC halkı üzerinde “başarıyla” uygulanmaktadır. Düpedüz bir “bilinç kontrolü” olmasa da, ortaya çıkan ve çıkacak olan sonuçlar, Orta Doğu ve Türk toplumları üzerinde psikolojik bir savaş yürütüldüğünü gözler önüne sermektedir.

Yürütülen bu savaş, örtülü bir biçimde farklı alanlardan topluma nüfuz ettirilen, hattâ doğrudan damardan enjekte edilen “arada kalmışlık” paranoyasının yaratılmasında ne yazıktır ki – özellikle son dönemlerde- oldukça başarılı olmuştur.

Bu örtülü savaşta oluşturulan şartlar, sözü edilen “arada kalmışlık” hissini, doğal bir süreç gibi yansıtmış ve bu koşullar üzerinde kurulan döngü ile “intihar sendromu”na gidilen yol haritası çizilmiştir. Bu noktada oluşturulan şartlar şu şekilde oluşmuştur:

1- Kapalı Kafes: Hapis olma hissi, ilişkilerin kesilmesi tehdidi, (kapalı mekan) izolasyon, yalnız kalma korkusu…

2- Su Problemi: Bazen var bazen yok veya her bireye yetecek kadar değil (IMF)…

3- Yiyecek Problemi: Bazen var bazen yok veya her bireye yetecek kadar değil (IMF)…

4- Kedi Tehdidi: Süleymaniye’de kafalara torba geçirilmesi, yani “güç bizde, siz zayıfsınız, sizi mahvedeceğiz, yok olacaksınız. Bakın! sizi de Irak gibi yaparız…”

5- Ambargolar: Küçük düşürücü uygulamalar, ekonomik izolasyon, (Batı’nın Türkiye’ye uyguladığı 1974 ambargosu) yok sayılma, tanınmama (KKTC örneği) ve vize uygulamaları…

6- Kafes Kapağının Açılışı: Bunalımdan çıkış yolu, tek çare ABD’nin söylediklerini yapmak, Annan Plânı’nı kabul etmek ve/veya tek kurtuluş yolu AB’ye giriş vs…

T – Testi’nin genelde Orta Doğu halkları (Irak – Filistin gibi) özelde ise, Türkiye ve KKTC üzerindeki uygulama şekli ve sayılan şartlar, son dönem Kıbrıs ve AB konularında açıkça görülmektedir.

Akılcı düşünme yetisini kaybeden bireylerin, hem iç hem de dış kitle iletişim araçları tarafından bulandırılan, hattâ işgal edilen zihinleri uygulanmakta olan psikolojik savaşın zeminini oluşturmaktadır. Yani KKTC halkı üzerinde olduğu gibi, oluşturulan “araf” (Cennet ile Cehennem arasında sıkışmak) duygusu ile sıkıştırılarak ikileme düşürülen bireylere, “’Bu trene atla kurtul’, ‘bu kamburdan kurtul’, veya ‘AB’ye gir kurtul’” mesajları örtülü ya da açık bir şekilde verilmektedir. Başka bir ifade ile T – Testi, dar anlamda “birey” genel anlamda “toplum” üzerinde sıcak savaştan çok daha yüksek tahrip gücü olan psikolojik savaşın silâhı olarak batı tarafından Türkiye’ye karşı kullanılmaktadır.

Bu noktada Profesöre şu sorular yöneltiliyor:

Soru: Bu psikolojisi bozulmuş bireyleri tedavi edemez miyiz?

Cevap: Tedavileri neredeyse imkansız gibidir. Biz, bu deneyde kobay olarak kullandığımız farelerin intihar etmeyip hayatta kalanlarını imha ederiz.

Soru: Ama bu kişiler fare değil ki imha edip kurtulalım. Bu durumda ne yapmalıyız?

Cevap: Yorum yok.

Soru: Peki psikolojisi bozulan bu kişileri telkinle yani psikoterapi ile ikna yoluna gidebilir miyiz?

Cevap: Hayır. Onlar artık hiç kimseyi dinlemezler. Dinleme ve algılama özelliklerini yitirmişlerdir. Akıllarında yalnız korktukları, tehdit unsuru olarak nitelendirdikleri, zihinlerinde kurdukları var olan ya da var saydıkları olay ve olgular vardır. Bu paranoyalarını tekrarlayıp durmakla meşguldürler. Meselâ, “mahvolacağız”, “treni kaçıracağız”, “geri kalacağız”, “çağ dışı olacağız”, “aç-susuz kalacağız” gibi korkularla paniklerler ve intihar sendromuna girerler. Sizi dinlemelerini çok ısrarla isterseniz, “statükocu”, “globalleşme karşıtı”, “geçmişte değil, gelecekte yaşayalım”, “çağdaşlaşalım, Avrupalılaşalım”, “Batılı gibi düşünüp Batılı gibi yaşayalım” gibi bilinçlerine yerleş(tiril)miş sloganları, programlanmış bir bilgisayar gibi tekrar tekrar dile getirirler ve daha ileri giderseniz saldırgan da olabilirler. Saldırganlaşan birey kendisi ile birlikte, düşman olarak addettiği “öteki”sini de yok etme eğilimine girecektir. Direnmek ile dilenmek arasında kalan kişi, artık canlı bir “bomba” hâline gelmiştir.

Bu teori, 19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’na karşı girişilen “böl-parçala-yönet” siyasetinin en önemli silâhı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nu sıcak savaşla bertaraf edemeyeceğini anlayan Batı, bu dönemde taktik değiştirerek insan psikolojisi üzerinde oynanan oyunlarla, önce zihinsel olarak daha sonra da coğrafî olarak Osmanlı’yı parçalamayı başarmıştır. Değişen bu strateji doğrultusunda, İngiltere’nin başını çektiği Avrupalı devletler, “Doğu Sorunu” adı ile formüle ettikleri “hasta adam” sendromunu, Osmanlı topraklarına yaymışlardır. Özellikle Türklerin “İslâm Âleminin Lideri” konumunda olduğu, bereketli Orta Doğu topraklarında izlenmeye başlanan bu siyaset, etkisini kısa sürede göstermiştir. Bu bilinç değiş(tiril)mesi ile Türk milletinin, Orta Doğu’daki hâkim konumundan uzaklaştırılması sağlanmış ve bölge, önce büyük isyanlara akabinde de bugün bile hâlâ içinden çıkılamaz durumda olan bir buhrana sürüklenmiştir.

Klâsik savaş teknikleri ile yıllardır kazanılamayan zafer, psikolojik harp ile kısa sürede kazanılmış ve Müslümanlar –özellikle Türkler– “yok edilebilir” duruma getirilmiştir. Bu süreçte Osmanlı tebaasına aşılanan sözler ise, T – Testi’nin ne denli sistemli bir şekilde uygulandığını gözler önüne sermektedir.

Âdeta slogana dönüşen ve orijinal teorideki “tehditkâr kedi seslerini” anımsatan ifadeler ise aynen şöyledir: “Türkler sizi esaret altında tutuyor”, “Türkler sizi isteyerek cahil bırakıyor”, “Türkler, Müslümanların geri kalmasına sebep oluyorlar”, “Fakir kalmanızın sebebi Türklerdir”. Özellikle Arap halklarına aşılanan bu sözler ile Türkler, psikolojik baskıyla dışarıdan Batı’nın içeriden ise Batı’nın söz konusu psikolojik etkisi altına giren Araplar tarafından Orta Doğu coğrafyasından sürülmüşlerdir.

Bu psikolojik harekât, yine aynı dönemde farklı argümanlarla aynı yöntemler kullanılarak Balkanlarda da uygulanmıştır. Bölgede zaten hassas olan dengeler, bir anda yerle bir edilerek isyanlarla ve ardından da savaşlarla tetiklenmiştir. Benzer durum, yakın tarihte ve hattâ bugün de uygulanmaktadır. Öyle ki, sırasıyla Filistin’de, Bosna Hersek’te, Kosova’da, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Irak’ta ve Türkiye’de hâlen devam etmektedir.

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere’nin yerini alan ABD, özellikle Orta Doğu’da bu yöntemi uygulamaya devam etmiştir/etmektedir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise ABD, “psikolojik savaş” silâhlarını sahip olduğu üstün teknoloji ile âdeta mükemmelleştirmiştir. Özellikle Amerikan emperyalizminin miğferi olan “Hollywood”, zihin kontrolünü, farkına bile varılmadan gerçekleştirmektedir. ABD, tüm dünyada gişe rekorları kıran Hollywood filmleriyle tarihi, bilim-dışı kurgular ile önceden yazmaya çalışmaktadır.

Soğuk savaş dönemi, Amerikan filmlerinin etkilerinin açıkça görüldüğü bir dönem olmuştur. Afganistan’ı Sovyet işgalinden kurtaran, kahraman(!) “Rambo” ve SSCB’ye barış götüren(!), Ivan Dragon’u en zor şartlar altında bile nakavt eden “Rocky” öykülerinin filimleştirildiği psikolojik savaş endüstrisi ile dünyaya adalet ve barış bahşeden, Pax-Amerikana’nın akla ilk gelen, en açık örnekleridir.

Bugün, Irak özelinde Orta Doğu’da yaşananlar ve yaşanacak olanlar da, yine T – Testi’nin uygulandığı, söz konusu psikolojik savaşın ürünleridir.

Yüzyıldan fazla bir geçmişe sahip bu psikolojik harbin sacayaklarından yalnızca ikisi olan, Afganistan ve Irak müdahalelerinden sonra, zaman zaman hedef olarak gösterilen Suriye’de de “sıra bende” psikozu başlamıştır/başlatılmıştır. Bilinçli olarak yaratılan bu korku ve tehdit algılamaları ile T – Testi’ne tabi tutulan Suriye, ya tamamen sinecektir ya da Saddam’ın yaptığı gibi saldırganlaşacaktır. Her iki durum da göreli olarak ABD’nin plânladığı “müdahale”ye meşruiyet kazandırmaya yetecektir. Bu arada halk, panik içerisine çekilecek, ne yapacağını bilmez bir hâle getirilecek ve T – Testi deneyindeki farelerin âkıbetine uğrayacaklardır. Yani ya intihar sendromuna girecekler ya da Irak’ta olduğu üzere sistemli bir şekilde imha edileceklerdir.

T – Testi, 19. yüzyılın sonundan beri değişen ağırlık katsayıları ile Türk milleti üzerinde de uygulanmaktadır. Son 30 yıldır Türkiye’de ve Kıbrıs’ta oynanan oyunlar, aslında T – Testi’nin uygulamasından başka bir şey değildir.

Tanzimat’tan bu yana bir nakış gibi beyinlere işlenen “Batılılaşma”, artık Türk toplumunun beyninde aşağılık kompleksine dönüşmüş durumdadır. Toplumun bu zihin kontrolüne maruz kalan kesimi, içinde bulunulan krizlerin, bunalımların aşılmasının tek yolunun “AB” olduğuna şartlan(dırıl)mıştır. Aynı şekilde KKTC halkının da çoğunluğu, içine düşürüldükleri “kimlik bunalımı”ndan kurtuluşun yegâne yolunun “Avrupa Birliği’ne giriş” olduğuna inanmış/inandırılmış ve bunun sonucu olarak Annan Plânı’nı, ne olduğunu bile bilmeden gözleri kapalı bir şekilde kabul etmek durumunda bırakılmışlardır.

Peki, Orta Doğu halkları ve Türkler bu duruma kimler tarafından, nasıl ve neden getirilmişlerdir?

Hedef bellidir. ABD önderliğindeki Batı, yeni bir “Doğu Sorunu” yaratmış ve kolonicilik/yeni sömürgecilik anlayışını geri getirerek Orta Doğu’nun paha biçilemeyen kaynaklarını, yeniden tekeline alma hevesi içerisine girmiştir. Daha açık bir ifade ile Batı –özellikle ABD- kendi çıkarları doğrultusunda Orta Doğu’yu yeniden “dizayn” etme çabası içerisindedir. Yani T – Testi’nin izafî bir biçimde uygulanmasına devam edilmektedir. Bu noktada sorulması ve cevaplanması gereken asıl soru şudur:

“Bu ayak oyunlarını ve yürütülen psikolojik savaşları durduracak bir güç var mıdır?”

Ne yazık ki, bu şartlarda bu ulusal ve uluslar arası sistem içerisinde böyle bir güç “şimdilik” yokmuş gibi görünmektedir. Tarihin her döneminde iç bütünlüğünü bile sağlayamayan Arap halkları için söylenecek pek fazla söz bulunmamaktadır, ancak 5 bin yıllık Türk tarihi iyi okunduğunda, gittikleri her yere medeniyet götüren Türklerin, yaklaşık iki yüzyıllık uykudan uyanıp titremeleri ve üzerlerine serpilmiş bu ölü toprağını atmaları, kendi benliklerine dönmeleri belki durumu kurtarmaya yetecektir. Bunun içinse Türkiye, öncelikle komplekslerinden arınarak kendi iç bünyesindeki dinamikleri güçlendirmeli; akılcı stratejiler geliştirmeli ve bu stratejileri doğru zamanda, doğru bir şekilde uygulamaya koymalıdır.

DİPNOTLAR

1-http://www.motivasyon.org/index3.php?act=muhanhoca , Erişim Tarihi: 30. 04. 2004.

2- “Las Meninas”, felsefecilerin, sanat tarihçilerinin, zihniyet arkeologlarının, eleştirmenlerin ciddî kafa yorduğu nadide resimlerden biridir. Örneğin, Fransız düşünür ve zihniyet tarihçisi Michel Foucault, ‘kelimeler ve şeyler’ adlı muhteşem kitabına bu resmi yorumlayarak başlar. Ayrıca Enis Batur’un aynanın resimdeki yerini irdelediği ‘Ayna’ (Ada Yay.) adlı kitabında da uzun uzun ‘Las Meninas’tan söz edilir. Emre Aköz, “‘Las Meninas’ın gizemi”, Sabah Gazetesi, 22.02.2004.

3- Fatih Bayhan, Kıbrıs Gerçeği, İstanbul, 2003, s. 213.

4- O günlerde özellikle Kıbrıs gazetelerine göz atılırsa Türkiye’de hangi etkili ve yetkililerin Kıbrıs halkını referandumda “Evet” demeye yönlendirdiği gayet iyi anlaşılır.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -