Ana Sayfa 1998-2012 Kalıcı-işlevsel uzlaşma

Kalıcı-işlevsel uzlaşma

Yunanistan’dan Dışişleri Bakan Yardımcısı Stilyanidis ses veriyor. Dikkatle dinleyip söylediklerini incelemekte yarar vardır. Stilyanidis, Papadopullos’un söylediklerini tekrarlıyor: Kıbrıs konusunda başarısızlıkla sonuçlanabilecek yeni bir girişimin başlatılması doğru değildir; zira başka şansımız yok!

- Reklam -

Peki, görüşmelerin başarı ile sonuçlanmasını garantiye almak için ne yapılmalıdır? Stilyanidis cevap veriyor: Önemli olan ada’nın birleşmesi için yeni bir girişim başlatılması Annan Plânı’nın düzeltilmesine, ilâve yapılması gereken noktaların veya güçsüz olduğu yerlerin tesbitine bağlıdır. Bu yapılırsa her türlü çözüm, her zaman söylediğimiz gibi, Avrupa müktesebatı ile uyumlu, kalıcı ve işlevsel olur!

Evet, HAYIR oyları ile hakkı olmadığı hâlde Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkma hakkını ve pazarlık kozunu elinde tutarak Kıbrıslı Türklerin mahkûmiyetini sürdürme oyununu -ABD, İngiltere, AB ve Moskova’nın desteği ile- sürdüren Papadopullos da “kalıcı”(!) uzlaşmadan yanadır. Uzlaşmanın kalıcı olabilmesi için AB müktesebatına, BM kararlarına, insan haklarına uygun olmalıdır! Yani, AB muktesebatına göre, 1960 andlaşmaları ve anayasası çiğnenerek üye yapılan Kıbrıs Rum idaresine boyun eğilmelidir; 42 yıllık hırsızlık, kanlı soyguna dayalı düzene dokunulmamalı, Annan Plânında Türklere verilmiş görülen haklarla statü AB normlarıyla BM kararlarına uygun hâle getirilmeli, yani bunların içi “Kıbrıs Hükûmeti” dedikleri, idareyi ve o’nun EOKA lideri Başkanı’nı memnun edecek şekilde boşaltılmalıdır!

Bu da yetmedi. Aynı zamanda varılacak sonuç işlevsel de olmalıdır!. Bilindiği gibi 1960 anayasası da Türklere ortaklık statüsü, veto hakları verdiği için “İşlevsel değildir” mazereti ile yıkıma götürülmüştür. 42 yıldır da Türklere ortaklık hakkı ve statüsü verir görülen her öneri işlevsel olmadığı gerekçesiyle reddedilmişti. Stilyanidis’in açıklaması Yunanistan’ın Papadopullos ile işbirliği içinde 42 yıllık oyuna devam edileceğini gösteriyor, hem de bu kez AB üyesi olmanın verdiği rahatlık içinde!

Papadopullos’u uzlaşmaz diye eleştiren, ona karşı öfkeli rolünü oynayan ABD ve İngiltere de bilmektedir ki, Kıbrıs mes’elesinin 42 yıldır aynı noktada durması, yeni bir ortaklık anlaşmasına gidilememesi kendilerinden kaynaklanmaktadır. 42 yıl önce Miloseviç gibi insanlığa karşı suç işlemekten, soykırım plânlamaktan, anayasal düzeni toplu mezarlar açarak gömmekten suçlanması gereken Makarios’la şeriklerini cezalandıracaklarına “yaptıkl larımla meşru hükûmet ünvanını kazanmış oldum, bu Enosis’e en yakın noktadır” diye övünen eli kanlı Rum idaresini ödüllendirdikleri andan itibaren Makarios mücadeleyi başlatmakla öngördüğü hedefi elde etmiş olduğuna inandı. Bu hedeften ayrılmama, bundan ödün vermeme o’nun millî dâvâsıdır! Makarios’un “Enosis’e en yakın nokta” dediği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin adına sahip çıkma olgusu kalıcı anlaşmanın temelidir. “Bundan ancak Enosis için geri gidilir” vasiyetinin anlamı budur! Böyle bir ortamda Rum tarafına bir de AB üyeliği ödülü ihsan edilmiştir, hem de Türk tarafının tüm yasal ve siyasal itirazlarına, “insafa geliniz” yalvarmalarına rağmen!

O hâlde, işlevsel ve kalıcı bir anlaşmaya gidilebilmesi için Rum liderliğinin nazarında işlevselliği bozan her şeyi karma bir ortaklıktan çekip çekip ayırmak gerekmektedir. Üniter Rum Devleti esastır! Rum’a göre işlevselliği önleyen tek şey Kıbrıslı Türklerin ayrı HALK statüsü ve bu statüye dayalı olarak istekleridir. Bunu kabul edemeyeceğimize göre, Kıbrıs’ta uzlaşmanın temeli iki eşit egemen halkın varlığına dayanmalı, Türk halkını Rum’dan, Rum’un işlevinden, idaresinden çekip ayırmalıdır. Kan ve gözyaşı ancak iki kesimli hayatla sona ermiştir. İyi komşuluk, karşılıklı eşitliğe bağlı saygı, işbirliğinin kapısını açacaktır. Türk tarafına derhal katıksız eşit muamele başlatılmalıdır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti siyasî ve ekonomik açıdan Güney’deki Rum Cumhuriyeti’nin seviyesine getirilmeli, ondan sonra da, AB şemsiyesi altında iki eşit tarafın birleşme şartları ele alınmalıdır. Bu şartlar arasında Türk-Yunan dengesine özen gösterilmelidir. Türkiye AB’ne üye oluncaya kadar, Kıbrıs’la ilgili son söz (Yunanistan ve “Kıbrıs” üyedir diye) söylenmemelidir! Fikirler Dizisinde bu “

Uzlaşmaz Papadopulos bir değişse, yerine uzlaşmadan yana biri gelse, Kıbrıs meselesi halledilecek, Kıbrıs cennet olacak” düşüncesinde olanlara katılan birçok yabancı diplomat vardır. Bunlar “Kıbrıs meselesi nedir?” sorusunu soramadıkları için meselenin 42 yıl halledilmemesinin sorumluluğunu yükleyecekleri bir günah keçisini her safhada arayıp bulmuşlardır. İşaret parmakları ile suçluyu gösterirken diğer üç parmağın kendilerini gösterdiğinin farkında bile değildirler. Bu yanlışlarının altını çizerek Kıbrıs meselesinin 42 yıldır halledilememesindeki esas nedenin kendilerine ait olduğunu vurgulamak hepimize düşen bir görevdir. Eli kanlı Kıbrıs Rum idaresinin geçmişine ve ortaklık devletini yıkma nedenine bakmaksızın, Akritas Plânı’nı okumaksızın, toplu mezarları ziyaret edip 1963’ten 1974’e Türklere yapılanları kaale almaksızın terör örgütü Rum idaresine “sen meşrû hükûmetsin” dedikten sonra Türk tarafı teslim olmadıkça hangi meseleyi halledebilirler ki?

- Reklam -

Kıbrıs’a sahip çıkmak için silâhlanıp, Türkleri öldürmek için eğitilmiş Rum gençlerinin başarılı operasyonu (!) neticesinde Rum liderliğinin çalıp kaçtığı “Meşru Kıbrıs Hükûmeti” ünvanının, Rumlar açısından, başlattıkları meselenin halledilmiş olduğunu bu monşerler görmüyorlar mı? Türk tarafının bu çalınmış, sahte ünvan arkasına saklanan Rum liderliğine bedeninde can varken boyun eğmeyeceğini anlamıyorlar mı? Her şeyi görüyorlar ve biliyorlar. Ancak onların görevi meseleleri kökten halletmek değildir; halletmiş görünmektir; güzel nutuklarla, barışçı liderlere (Arafat’a verdikleri gibi) Barış ödülü de vermektir. Sonrası onları ilgilendirmez. Kan gövdeyi götürecekmiş? Zarar yok! O meseleyi de aynı metodla “hallederler” (!). Kıbrıs meselesinde Güvenlik Konseyi’nin kararları vardır. Kıbrıs, her iki toplumun vatanıdır; o hâlde, Rum idaresinin meşru Kıbrıs Hükûmeti addedilmesi nasıl oluyor? İki toplum arasındaki ilişki siyasî eşitliktir; azınlık çoğunluk değildir. O hâlde Rum hangi hakla Kıbrıs’ın tümünü temsilen AB üyesi olabiliyor? Bunlardan biri diğerini temsil edemez, biri Kıbrıs’ın tümü hakkında söz söyleyemez! O hâlde AB, nasıl olur da, Kıbrıs Türklerine “Hükûmeti yumuşatmak için asker çekin, Maraş’ı iade edin ki size yardım yapılmasına engel olmasın!” diyebiliyor?

Ve bu haksızlık, bu dengesizlik devam ederken, %75 oyla Papadopulos Annan Plânı’na HAYIR derken, “uzlaşmaz” Denktaş’tan kurtulur kurtulmaz günah keçisi olarak Papadopulos gösterilebiliyor!

Zamanında, 11 yılımızı çalan Kipriyanu günah keçisi yapılmıştı; sonra ben; şimdi Rum liderliği “Talat Denktaşlaştı” diyor. Niye? Çünkü Rum liderliği ve halkı Türkleri eşit bir taraf olarak görmüyor; Makarios’un vasiyetine sarılmış, “Meşru Kıbrıs Hükûmeti Enosis’e en yakın noktadır, bundan gerilemek yok” felsefesini yürütüyor. Siyaseti bu, hedefi bu, 1963 – 1974 yıllarını yaratmanın nedeni bu olduğuna göre Papadopulos’un “AB üyesi Kıbrıs” ünvanından vazgeçerek bizimle, eşitliğe ve iki kesimliliğe dayalı bir ortaklık anlaşması yapmasını beklemek saflık olmaz mı? Hele bu beklentiyi, Kıbrıs’ı bu hâle getiren BM Güvenlik Konseyi Kararlarını üretmiş olanlar sürdürürlerse buna sahtekârlık denmez de ne denir?

Şimdi Genel Sekreter Annan’ın, 3 Mayıs’ta “Uluslararası Kadınlar Forumu’nda sorulan bir soruya verdiği cevaba bakalım:

Soru: “Rumlar referandumda HAYIR, Türkler EVET dedi. Kıbrıs’ta ileride bir çözüme ulaşılacak mı?”

- Reklam -

Genel Sekreter, “Kıbrıs konusunda çözüme çok yaklaşılmıştı, ancak nihaî sonuç alınamadı… tarafların müzakereyi devam ettirmek için bir yol bulabileceğini düşünüyorum… Türk yönetimi anlaşma konusunda daha olumlu bir tutum izledi.. Rum tarafının da anlaşma sağlanmasına ikinci bir şans vereceğini ümit ediyorum!” diyor.

Demek ki Genel Sekreter de hâlâ Kıbrıs meselesine teşhis koyamamıştır! Hâlâ “AB üyesi Meşru Kıbrıs Hükûmeti” ile, bu sözde hükûmetin azınlık olarak gördüğü ve eşit egemenliğin, self-determinasyon hakkının varlığını kabul etmediği Kıbrıs Türk Cemaatı dengesizliği devam ettirilirken, meseleye hâl çaresi bulabileceği umudunu devam ettiriyor! Çok yazık!

Genel Sekreter’den beklenilen, yapıcı bir adım atarak, bu dengesizlik devam ettirildiği sürece hâl çaresinin dengeyi bulmak olduğunu Güvenlik Konseyi’ne duyurmasıdır; bunun da yolu KKTC’ne katıksız eşit muameledir; Rum liderine “hiçbir zaman Kıbrıs’ın tümüne sahip olamayacaksın, bu sevdadan vazgeç” demektir.

“Çözüme çok yaklaşılmıştı” dedikleri Annan Plânı, Kıbrıs’ı barışa değil, yeni çatışmalara götürecek bir plândır. Uyanma zamanı şimdidir.

Biz Kıbrıslı Türkler olarak “barış, uzlaşma, bütünleşme” diyerek alkış toplamaya devam ede duralım, TC Başbakan’ı Papadopulos’un “barış-uzlaşma” istediğini yayıyor! İki tarafın istediği barışın, uzlaşmanın aynı sonucu öngörmediğini dünyaya kim anlatacak? Biz Kıbrıslı Türkler anlatacağız. Nasıl? Uzlaşmanın ve barışın temelinde bağımsız devletimizin, egemenliğimizin var olacağını can pahasına kanıtlamakla. Rum’un öngördüğü barışta ve uzlaşmada bizim eşit egemenliğimiz, bağımsızlığımız, bizim anladığımız mânâda güvenliğimizi koruyan iki kesimlilik, Türkiye’nin fiilî ve etkin garantisi, müdahale hakkı yoktur. Ve, Türkiye’den sesler geliyor. Kıbrıslı Türkler bağımsızlıklarına, mâneviyatlarına sahip çıkmıyorlar diye!.. Bu yanlışı doğrultmak başta idarecilerimize ve hepimize düşer. Aksi takdirde “ver kurtul” takımı Kıbrıs’ı Rum’a hibe edecek ve “Ne yapalım, Kıbrıslı Türkler böyle istedi” diyecektir. Buna fırsat verilmemelidir. Kıbrıs dâvâsı Türklük dâvâsıdır. Namus, şeref dâvâsı olmanın ötesinde bizim için varoluş, hürriyet dâvâsıdır, Türkiye için geo-politik bir hak ve güvenlik dâvâsıdır!

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -