Bütün imparatorluklar en zirvede, en güçlü ve en büyük olduğu andan itibaren çöküşe geçmişlerdir. Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin ordusunun ABD’den sonra en güçlü ordu, tarımının da dünyada kendini beslemeğe yeten on nadir ülkeden biri olduğu belirtiliyordu. Askerî ve ziraî durumlar bir tarafa bırakılırsa memleketimiz siyasi ve hukuki bakımdan gerilemeyi, çöküşü hatırlatan büyük buhran ve çalkantılar içindedir, dememek elde değildir. Bu anda hatıra üç kıtayı kaplayan Osmanlı Sultanlığı’nın cihan devleti olarak birinci, büyük süper devlet mevkii işgal ettiği Yükselme Devri, Kanuni yılları ve hemen sonrasındaki gerileme ve çöküş sebepleri hatırlanmaktadır. İşte bu noktada biz İzmirlileri ve Egelileri yakından ilgilendiren bir ada ve Kadıkalesi tarihi belgeleri ve hatıraları bu günlere ışık tutması bakımından anımsamayı gerektirmektedir.
KUŞADASI ülkemizde Antalya’dan sonra en çok turist çeken bir ilçemizdir. Buradaki liman ve yat limanı her yıl onbinlerce turisti ağırlar. Ama birçok Yunan gemisi de Sisam’dan günü bitlik gelerek, almamız gereken dövizin Sisam(Samos)’da kalmasına sebep olur.
Kuşadası çok yakınındaki Selçuk, Efes, Milet, Prien, Magnesia, Didim antik kentlerine çeyrek, yarım ve en çok üç çeyrek saat uzaklıktadır. Şimdiki bu değerini Kuşadası tarih içinde de korumuştur. Buralardaki tarihi kalıntılar Helenistik, Roma devirleri kadar Selçuklu ve Osmanlı devirlerine de aittir. Bunlardan biri uzun yıllar çökmüş, toprak altında bir kümülüs yığını olarak kalmış, yüksek duvarları bile toprakla örtülmüş Kadıkalesi’dir.
Kadıkalesi bugün Kuşadası’na 5 Km uzaklıktaki en eski kooperatifleşme alanı olan Yavansu mevkiinde bir tepe üzerindedir. En yaşlı ve eski Nazilli Sitesi’ne ait yazlık evlerin hemen bitişiğindeki bu tarihi ören yeri ve kale iki yıldır Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Tarih ve Arkeoloji öğrencilerinin emek ve katkılarıyla ortaya çıkarılmaya başlanmıştır. İki yıl içinde güneydoğu duvarları gömülü olduğu topraktan sıyrılmış, ortaya çıkarılmaya başlamıştır. Bugün yüksekliği beş altı metreyi aşan bu heybetli taş örgü kale duvarları denizden ve sahilden heybetle görülebilmektedir.
Bu tarihi keleye “Kadıkalesi” adını veren, Kuşadası limanı yanına 1618 de büyük bir Kervansaray yaptıran Öküz Mehmet Paşa’dır. Onun zamanında tamir edilen bu kaleye kadı Ahmet Efendi muhafız olarak vazifelendirilmiş ve o tarihten sonra adı Kadıkalesi olarak anılmıştır. Fakat bu kalenin varlığı Bizans devirlerine kadar uzar. Kale 1801, 1851 depremlerinde kısmen yıkılmış ve istifade edilemez duruma gelmişti.
Kadıkalesi’ni ilk defa Bizans tekfurlarından l090 yılında Çaka Bey almış, buradan karşısındaki Sisam Adası’nı gözetleyip fetih için müsait zamanı kolladıktan sonra, 1091 de ele geçirmişti. Burayı daha sonra Rumeli’ye yaptığı kadırgalı akınlarda üs olarak kullandı. Çaka Bey Rumeli’deki Peçenek Türkleri ile anlaşıp Selanik ve Trakya’da Bizanslıları yenip hâkimiyet kurunca(1096) Bizans İmparatoru onu Selçuklu Sultanı ile cezalandı rmak istedi. O da zorda kalınca Bizans hizmetine girdi. Böylece Kadıkalesi de Bizans hâkimiyetine geçmiş oldu.
1170’lerde Sultan Mesut ve Sultan Kılıçaslan Anadolu’ya gelen Türkmenleri Aydın ve Söke ovalarına yerleştirmek istedi. Bizans buna karşı çıktı. Bu sebeple 1176’da Çivril’de Anadolu’nun Türkleşmesinin Malazgirt’ten sonra en büyük savaşı olan Miryokefalon Savaşı yapıldı ve Kılıçaslan kazandı. Bu tarihten sonra Batı Anadolu’ya kesif bir Yörük, Türkmen göçü oldu ve Anadolu’nun Türkleşmesi tamamlandı.
1317 de Aydınoğlu Mehmet Bey ve oğlu Umur Bey İzmir’e, Batı Anadolu’ya hâkim olunca Kuşadası ve Kadıkalesi’ni karşıdaki Hristiyan adalarına karşı üs olarak kullandılar.
Umur Bey(1308–1348) Kadıkalesi’nin önüne denizi ve güneşin batışını en güzel seyretme yeri olarak ahşap bir köşk yaptırdı. Kuşadası İzmir’le birlikte 1390’da Osmanlı Devleti’ne bağlandı.
1402 de Timur bir ara Hristiyanların eline geçen İzmir’i tekrar aldı. Kaleyi tekrar bir kadının eline verdi. İkinci olarak “Kadıkalesi” isminin burdan da geldiği rivayet edilir.
Bugün yerli ve yabancı gezicilerin en çok rağbet ettiği tabii güzellik, orman, kaplıca ve tarihi eserleri olan bu beldede Kadıkalesi özellikle karşısındaki Sisam Adası ve günü birlik getirdiği yabancı turistler sayesinde büyük ilgi çekmektedir.
Ada, Kuşadası, Kadıkalesi diye küçük birimleri yabana atmayın bazen millet hayatında çok büyük roller oynar; bazen zaferin, bazen de çöküntünün tohumları oralarda verilen tavizlerle atılır.
Son günlerde AB Parlamenterler Meclisi’nde alınan bir kararla, (Maalesef AKP’li mebuslarda oradaydı) Lozan Antlaşmasına göre her bakımdan Türk hâkimiyetinde ve tasarrufunda olması gereken Gökçeada ve Bozcaada’mız hakkında Yunanca isimleri kullanılıp (İmroz), (Tasos), adaların Rumca adla tescilini ve Hrıstiyanlara daha çok hak ve toprak verilmesini karara bağladılar. Taviz verdi mi arkası gelir; Gökçeada’yı “İmroz”, Bozcaada’yı “Tasos” yapan zihniyet, zaten Patrik yazışmalarında 555 yıllık Türk ve İslam şehri İstanbul’dan da “Konstantinopl” diye bahsedebilmektedir.. Bütün bunlar Yunanistan’ın Ermeni soykırımını kabul etmesi, Pontus soykırımından söz etmesi, PKK’yı desteklemesi en yakın olay olarak ta Hristofyas-Talat’ın “Tek egemenlik, tek vatandaşlıklı, yabancı güçlerden(Türk ordusu) arındırılmış Bağımsız Tek bir Kıbrıs devleti” anlaşmasının yapıldığı günlerde oluyor.. Ilımlı İslam siyaseti ve BOB başkanlığı mesafe almaya devam ediyor.
Akdeniz’de, Ege de Gökçeada ve Bozcaada’dan başka sadece Kıbrıs Adası’nda söz sahibiyiz. Bu hak tarihi olduğu kadar Londra ve Zürih antlaşmalarıyla da garanti altına alınmıştır. Öyleyse bu saf aklı, milli siyaseti, milli hisleri çıldırtan, donduran tasarruf nedir.. Tayyip-Talat antlaşması mı yoksa Hristofyas-Talat pazarlığı(Ermeni soykırımını kabul etmiş bir devletle) mı? Bu konunun ehli Sayın Denktaş yıllardır anlatıyor. Biz sadece bir ada ve kalenin önemini anlatıyoruz. Türk alayının Kıbrıs’tan çıkması demek aynı Kerkük’te 2,5 milyon Türkmen’in azınlığa, Kosova’da Türkçeleri resmi dil olmaktan çıkarılan Türk’ün Romanlar seviyesine düşürülmesi ve Kıbrıs’taki son adımla da Kıbrıs Türkü’nün Rum’un emrine girmesi demektir.. Güzel bir yaz tatilinde Kadıkalesi’nin püfür püfür esen bir burcundaki taşa oturup kötü şeyler düşünmek bir Türk’e yakışır mı?. Ama ne yazıktır ki son altı yedi yıldır bu karamsarlık kara bir bulut gibi Türk milletinin üzerine çökmüş durumda.
Kıbrıs’ta AB, ABD ve AKP eliyle Tek Rum hâkimiyetli bir devlete doğru gidilirken, Türk devleti yok edilmek istenip Türk alayı çıkarılmak istenirken Dilek Yarımadası’ndan kopmuş sekizyüz metre uzaklıkta olan Sisam’ı öksüz ve garip duygular içinde seyretmek her Türk vatandaşına dokunmaktadır. Öyleyse Ada’nın tarihine bir göz atalım..
Sisam 1090’daki Çaka Bey hâkimiyetinden sonra,1479 da Fatih tarafından ele geçirilmiş ve bundan sonra birkaç kere Venediklilerle el değiştirmişti. Osmanlı hâkimiyeti yıllarında bu ada halkı devamlı isyan ettirildi. Avrupalı devletlerin tahriki bunda büyük rol oynadı.1771 de bir süre Ruslar ele geçirdi. 1825’de Mora’daki Yunan isyanı ile Sisam Rumları da baş kaldırdı. Adaya yerleşmiş olan Türklere saldırdı. Gökçeada, Bozcaada misalinde olduğu gibi o yıllarda da sorunu kaşıyan, tahrik eden Avrupalılardı. Fransız ve Rus baskısı ile 1832 de Osmanlı Devleti bir ferman çıkarıp Ada Rumlarına muhtariyet verdi. Fakat Türk hâkimiyeti Türk mutasarrıflarla Balkan Harbi’ne kadar devam etti. 1912 de Rumeli’de hıyanetler sebebiyle Yunanlılara yenilmemiz sonucu Sisam, Londra antlaşması ile Yunanistan’a terk edildi. Bugün Kadıkalesi’nden denize bakıp akşam güneşini Sisam dağları ve ötesindeki mavi denizde batıranlar melal içinde, bir taş atımı bir kuş uçumu uzaktaki adayı Meis ve Oniki Ada ihmallerini de hatırlayarak efkârlanıyor, şiirler yazıyorlar. Tabii hafızalarında da hep tarih..
II. Selim’in bankeri ve dostu Yahudi Yesef Nassi de bu güzel adayı istemiş fakat kendisine Mora’ya yakın Garytosi, Andros, Tenos, Delos ve Naksos adaları verilmişti. O günlerde bu Yahudi bankerin adı “Naksos Dükü”ne çıkmıştı. Osmanlı bol keseden prenslikler ve adalar dağıtıyordu. Hem de ne zaman en büyük. En zirvedeki, en Kanuni olduğu zaman.. Bu Nassi, o kadar saraya hakim olmuştu ki Kıbrıs’a talip olmuş; onun teşvik ve tahriki ile 1571-75 te Kıbrıs adası fetholunmuştu.. Girit’in ne kadar zor alınıp ne kolay terk edildiği hatırımızda..Şimdi Kıbrıs’ın Türkiye’nin Akdeniz’deki nefes borusu olduğunu unutup binlerce kan ve göz yaşı ile kurulmuş KKTC hakimiyetine kendi ellerimizle son vermek mümkün mü..Siyasi oyunlar, bu gibi yabancı tasarrufları perdelemeye matuf tutuklama ve siyasi oyunlarla Türkiye nereye götürülmek isteniyor? Bu hali her Atatürkçü düşünmeli ve yıllarca önce yazılmış şu şiire kulak vermelidir.
Kuşadası’nda, Kadıkalesi burçlarına oturmuş
Atburgazı dağları’ndan gelen yelle, deniz meltemine karşı
Bir Efe gibi cepkenimi çıkarmış
Seyretmekteyim karşımdaki masmavi arşı.
Yanık Yörük gibi yanık bağrım
Bir maşrapa ayran yok şu yaz gününde, yanımda
Bu değil bütün yanıklığım ve kalp ağrım
Barbaros, Turgut Reis dolaşıyor kanımda
Bizim de bir zamanlar iyi günlerimiz varmış
Engin denizlere ihtirasla bakıyorum
Aman bizim yerimiz ne kadar da darmış
Kardak adalarına doğru akıyorum
Yunan Boğaz’ımı sıkıyor, boğazımı bırakmıyor
Adalar Denizi Ege olmuş
Çanakkale Boğazı Girit’e doğru akmıyor
Yunanlı Türk’ten toprak kapa kapa
Gırtlağına kadar dolmuş.
Kıbrıs da caba
Sıra İstanbul’a, Trabzon’a mı gelecek acaba?
Ağzından yel alsın diyor Kadıkalesi’ndeki ses
Bir engindeki mavi denize
Bir Ankara’ya bakıyorum
Yetmiş milyon yaka silkiyor: Pes!. Pes!..
Ama ne kadar sakin şu önünde güneşin battığı ada
Sisam dağlarında Çaka Bey, Umur Bey geliyor ya da
Atatürk gibi onlar da bir şeyler söylüyor bize
Dalıyorum
Onların ışıttığı bütün tatlı hayallerime karşı
İçimi kaplıyor kapkaranlık bir gam
Kadıkalesi burcundan kopmuş bir taş alıyorum
Plajlardaki kalabalıklara doğru fırlatıyorum
Taş sekerek denize düşüyor
Elinde fenerle Diyojen geziyor çarşı çarşı
Nerde bir adam, nerde bir adam ?
Yaz sıcağında kale taşları bile üşüyor
Kadıkalesi’nden kıpkızıl top gibi güneşe bakıyorum
Güneşle birlikte ben de denize batıyorum
Serinliyor kendime geliyorum
Rahatım, hayret; ne gam ne keder
Denizde yüzmüyorum. Kimseyi üzmüyorum
“Atatürk!. Atatürk” diye adımlarımı atıyorum
Kadıkalesi’ndeki al bayrak gibi dalgalanıyor her yer.