Ana Sayfa 1998-2012 Izdırabı paylaşmak

Izdırabı paylaşmak

GAZİ Mustafa Kemal’in, Samsun’a çıktıktan sonra İstanbul’da sadaret makamına yazdığı rapor, Millî Kurtuluş hareketimizin ilk fikrî hazırlığının belgesidir. 22 Mayıs 1919 tarihli bu raporda, “Türklüğün yabancı idaresine tahammülü olmadığını, İzmir’in Türklerce önemli vilâyetlerden biri olduğu, hiç bir yabancının memleketimizin işgaline razı olamayacağını, askerî kuvvetle yapılan bu işgalin geçici” olduğunu ifade ettikten sonra, şu program cümleyi yazmaktadır: “Millet birlik (yekvücud) olup hâkimiyet esasını ve Türk duygusunu hedef tutmuştur.”1

- Reklam -

Atatürk’ün o yıllarda fikri çerçevesini çizmiş olduğu millî devlet olgusunun, bugün niçin iç ve dış tehditlere maruz kaldığını irdelemek yerinde olacaktır. Bilindiği gibi geçen son iki yüzyıl, bütün dünyada millet kavramının ete kemiğe bürünmüş bir hâl alarak, devletleşme süreçlerinin tamamlanması ve dünyanın yeniden şekillenmesine sahne olmuştur. Bu süreç asırlarca ayakta kalan imparatorlukları ve mutlakıyetle idare edilen toplulukları parçalayarak, ırk, kültür ve sosyal dinamiklere dayanan millî devletlerin oluşumuna imkân vermiştir. 1789 Fransız İhtilâli ile başlayarak dalga dalga yayılan bu hareket 1. Dünya Savaşı’na kadar sürmüş ve dünyanın seyrine yön veren güç odaklarının değişmesiyle neticelenmiştir. Avrupa’da hız kazanan milletleşme olgusunun en yıkıcı etkisi, şüphesiz Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıdır. Kuruluş v e yükseliş devrelerinde, devletin hâkim unsuru Türk iken; sonraları millet esasından ümmet ve hattâ tebaa anlayışına geçilmesiyle devlet millîlik vasfını maalesef yitirmiştir. Osmanlı Devleti’nin temellerinde varolan millî anlayışın terk edilmesiyle, bozgunların yaşanmaya başlaması aynı tarihlere denk gelmektedir. Tarih boyunca nesilden nesile, millî ruhun genleriyle aktarılan millî devlet anlayışının terk edilmesinin nelere mâl olduğunu, yaşlı tarihin genç sesine kulak vermek suretiyle görebiliriz.

Tarihin tekerrür edişinden bihaber olanlar için bu söylemlerin elbette bir kıymeti harbiyesi yoktur. Lâkin bu tekerrür edişi bizzat yaşamakta olduğumuz bir dönemi, Türk milliyetçileri olarak keder içerisinde izlemekteyiz. İzlemekteyiz deyimi yerinde olsa gerek!.. Türk kamuoyuna hiçbir şekilde yön veremeyen bir fikir akımının, idrak ettiğimiz durum karşısındaki tavrını izleyicilik olarak tanımlamakta bir beis yoktur. İzleyicilik konumunu, Türk milliyetçiliğinin güçsüzlük isteği olarak da izah etmek mümkündür. Çünkü lokomotif vazifesi görmesi gereken kadroların, idealizmden uzaklaşarak, oportünist ve makyavelist bir rüzgâra kapılması, siyasî erk kullanımını şahsîleştirmeleri; his ve millî refleksleriyle Türkçülük saflarında yer alan bireylerin inancını zedelemiştir. İdeallerin, bir buz misâli tavizlerin kavurucu sıcağında eritilmesi, gelişme taleplerinin fiiliyatta arzu edilmeyen değişimler olarak yürürlüğe konması Türk milliyetçiliği kubbesini ayakta tutan sütunların sarsılmasına sebep olmuştur. Bu sarsıntı sadece Türk milliyetçiliğini değil, bütün dünya Türklüğünü etkileyecek ve hattâ II.Viyana Kuşatmasıyla başlayan ricatın devamını getirebilecek kadar vahim bir durumdur.

Türkçülük, âmâdesi olduğu Türk milletine ulaşamamaktadır. Ulaşmaya başlaması da iç ve dış hareketlerle engellenmiştir, engellenmektedir. Türk millîyetçileri hâlâ dokuz başlı bir ejderhayı andırmakta, tek ses ve tek yürek olarak memleket meselelerinde belirleyici bir güce dönüşememektedir. Son aylarda tartışılan; yerel yönetimler yasa tasarısı ile millî devlet yapısının federalleştirilmesinin önünün açılması2, AB’nin psikolojik harekâtı ile BM plânı doğrultusunda KKTC’nin Yunan diplomasisinin ellerine terk edilmesi, Irak Türkmenlerinin ABD tarafından yok sayılarak, Barzanî ve Talabanî çapulcularının tehdidi karşısında sahipsiz bırakılması ve daha neler neler… Hepsi Türk millîyetçilerinin hassasiyetlerinin ayyuka çıktığı hususlar değil midir? Peki nerededir bu Türk millîyetçileri? Bu birkaç hususta bile yer yerinden oynaması gerekirken, bu teslimiyetçilik de neyin nesidir?

Eski tüfek komünistlerin bile daha millî bir duruş sergiledikleri şu günlerde, Türk millîyetçilerinin suskunluğu ne anlama gelmektedir? Milletin ümidi ve yegâne dayanağı olan Türkçüler artık kamuoyunu aydınlatmak zorundadırlar. Cılız ve paramparça bir görüntü sergileyen Türk milliyetçileri tez vakitte birleşerek, milletinin huzuruna çıkmak ve Türk milleti üzerinde oynanan oyunların, oynayıcı ve oynatıcılarının başına hain plânlarını yıkmak mecburiyetindedir. Bu hem tarihin hem de idrak etmekte olduğumuz anın durdurulmaz buyruğudur.

Geçmişte yapılan hatalara takılıp kalmanın kimseye faydası yoktur. Bütün Türk millîyetçileri bir ışık beklemektedir. Birlik olmanın önündeki engel her ne ise tespit edilerek, Türk ülküsüne kaybettirilen zaman, geri kazanılmalıdır. İdealist yaklaşımların iş başına gelmesi, ya da iş başındakilerin idealizmi tekrar yaşaması kaçınılmazdır. Olmak yada olmamak noktasına sürüklenen bir yapıyı andıran Türk milliyetçiliği, yine biz Türkçülerin omuzlarında yükselecektir. Böyle düşünen her Türk milliuyetçisi taşın altına elini koymalıdır. Bugün olanlara susmanın bedeli, yarın torunlarımızın bizi en acı ifadelerle zikretmesinden daha ağır ne olabilir? Izdırabın paylaşılmasından öte bir maksadı olmayan yazımı Murad Hüdâvendigâr’ın bir sözü ile bitirmek istiyorum:

Ya taht ola, ya baht ola!..

- Reklam -

DİPNOTLAR:

1. Prof. Dr. Afet İNAN, M. Kemal ATATÜRK’ün Karlsbad Hatıraları, Sayfa:18, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991.

2. Türkiye Kamu-Sen Mersin Şubesi Bildirisi, “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tespit ve Görüşler” Aralık 2003.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -