Ana Sayfa 1998-2012 İstanbul gecekondu kimliği-2

İstanbul gecekondu kimliği-2

GENAR, Habitat II Deklârasyonu, Kemal Karpat ve Şerif Mardin gibi kişi ve kuruluşlar tarafından ileri sürülen kent yoksulluğu, yoksulluk kültürü değil, bizzat yoksulluk olgusunun kendisidir. Oysa, yoksulluk kültürü, yoksulluktan farklıdır. Yoksulluk kültürü bir bakış açısı, gecekondu insanının kazandığı bir hayat tarzı ve dünya görüşüdür. Başlıca özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

- Reklam -

1) Fertlerin içinde yaşadıkları millî kurumlarla bütünleşme olanaklarının kopukluğu;

2) Aşağı düzeyde örgütlenme;

3) İnsanların sürekli geçim kavgası içinde bulunmaları;

4) Geleceğe dönük yükselme ve beklentilerinin son derece zayıf kalması..

Dikkatle incelendiğinde, yoksulluk kültürü, ekonomik temele dayandığı kadar sosyo-psikolojik bir niteliğe de sahiptir.. Bu nedenle, toplum yaşantısında yoksulluktan farklı olarak, ortak kültür ve değerleri taşımasından ötürü kuşaktan kuşağa niteliklerini sürdürür. Çünkü, gecekondulara taşınanlar, gökten inmiş veya bir başka dünyadan gelmiş kimseler değildirler. Yüzyıllarca marjinale itilmiş, horlanmış, reaya (taşralı) kimliğini taşıyan insanlarımızdır. Merkezden uzak, tarihsel çevrelerinde yaşayanlarımızdır. Bu nedenle, Batılı slum ve ghetto tipi yapılaşmalardan farklı, kendine özgü bir konumu vardır. Kültür tarihi ve toplum dinamiklerimizin bir ürünüdür.

Anakentlerimizin yüzde 60-70’ine ulaşan gecekondu kuşaklarının yarım yüz yılı aşmasına rağmen hâlâ kentlerle bütünleşememeleri, ikili yapılarını sürdürmeleri önemli bir sosyolojik sorunu da gündeme taşımaktadır. Bu da, ulus-devlet oluşumunu temsil eden standart kültür veya egemen toplumdan bir sapmayı ortaya koyar. Bilindiği üzere antropolojik anlamda standart kültür veya egemen toplum, aynı dili konuşan, aynı kültür ve duyguları paylaşan insanların meydana getirdiği ortak paydadır. Gecekondu insanı, standart kültürü belirleyen bu tür bir ortak payda birleşemiyorsa bir yan-kültür alanı oluşturabilir. Ralph Linton, her ne kadar “bir toplumun tüm kültürü, gerçek anlamda yan-kültürlerin bir toplamı dır” diyorsa da, zaman zaman bu yan-kültür alanlarının karşıt-kültür alanlarına dönüştükleri de bir gerçektir. Bu olguya, 1960’lı ve 1980’li yıllarda tüm boyutları ile gecekondu yörelerinde tanık olduk. Özellikle Ümraniye 1 Mayıs (Mustafa Kemal Paşa) mahallesi, Gazi mahallesi, Armutlu Mehmet Âkif Mahallesi Marksist-Leninist kökenli terör odak noktaları ile mezhep ve etnik bölünmelerin sıçrama noktalarını teşkil etmiştir. Bu mahallelerde sokaklar kişilerin geldikleri bölgelere veya örgüt adlarına göre âdeta kodlanmıştır: Sivaslılar, Tokatlılar, Tuncelililer, Diyarbakırlılar veya DHKP-C, TİKKO, MSPB, PKK ve benzerleri gibi.. Şu anda Armutlu’da giremediğimiz örgüt mahalleleri vardır. Tuncelili’ler ve Sivaslı’ların oluşturduğu Sarıgazi (Sarıkadı), Küçük Armutlu ve Gazi Mahallesi ideolojik tayfın ve etnik kimliğin âdeta örgütlenmiş kaleleri gibidir. Dergileri, bültenleri ve halk meclisleriyle kimliklerini sürdürmektedirler. Kurtarılmış mahallelerde, terör örgütlerinin amblemleri tüm duvarları damgalamıştır.

- Reklam -

Gözlendiği üzere, gecekondulaşma olgusunun meydana getirdiği alt-kültür alanları, sağlıklı veya sağlıksız diyebileceğimiz önemli gelişmelere de sahne olabilmektedir. Bir diğer gerçek de, nerede ‘standart kültür’le uyum sağlamayan bir uc varsa, orada muhakkak karşıt ucun da olabileceği göz önüne alınmalıdır. Dinamik bir yapılaşma olarak yoksulluk kültürü, karşıt uc olarak zenginlik kültürü ile toplumsal korelasyon durumundadır. Böylece, yoksulluk kültürü, bir karşıt-kültür alanı olarak, zenginlik kültürü ile bir zıt kardeş olarak, ayni ana rahmi paylaşmaktadırlar.

Sosyal bilimcilerimiz, zenginlik kültürü üzerinde durmak suretiyle, bu karşıt kültür yapılaşmalarının fonksiyonel bağlantılarını yakından araştırmalıdırlar. Bir varsayım olarak bizim burada ileri süreceğimiz önerme, “eğer bir toplumda yoksulluk kültürü varsa orada ayni zamanda zenginlik kültürünün varlığı da kaçınılmazdır”.

Araştırma süresince karşılaştığımız gerçek o dur ki, gecekondularımız şu anda sanıldığı kadarıyla sakin, aş ve iş peşinde koşan “gariban” kişilerin oluşturduğu bir yerleşim alanı değildir. Yer yer mezhep hareketleri, yer altı örgütleşmeleri, ideolojik kutuplaşmaların ötesinde kaçakçılık, ilâç iptilası, cinayet şebekelerinin de yuvalandığı adacıklar durumundadır.

Radikal ideoloji örgütleşmelerinin dışında, günümüz gecekonduları aynı zamanda Alevî-Sünnî kolonileşmeleri, hemşehri dostluk grupları, cemaatlaşma ve etnisiti kutuplaşmalarına kadar uzanan hemen her renk ve dokuda ayrışıma sahne olmaktadır. Kente ilk gelen ve bir gelenek oluşturan gruplar, kırsal alanlarda yaşayan yakınları için bir tampon fonksiyon (Buffalo Function) rolünü oynamak suretiyle âdeta bir cazibe merkezi hâline gelmekte, onları şartlandırmaktadır. Özellikle, 1984 PKK eylemleri, Doğu ve Güneydoğu yörelerinde mezra, yaylak ve kışlaklar yanında, köylerin de boşalmasına yol açmıştır. 1984-1995 yılları arası, sürüp giden terör eylemlerinin neden olduğu göçler sonucu, anakent varoşlarında gecekondu kuruluşlarının yoğunlaştığına ve yeni gecekondu kuşaklarının oluştuğuna tanık olmaktayız. Böylece, kırsal alanlar 1970-1980’li yıllardan sonra âdeta boşalmıştır.

SONUÇ

- Reklam -

Gecekondu-kent bütünleşmesi veya dar anlamda “İstanbullu olma bilinci”, yeniden gözden geçirilmeli ve Türk toplum dinamiklerine göre analiz edilmelidir. Zira Batıda, Lâtin Amerika ülkeleri ve ABD’ de tanık olduğumuz kent-slum veya shanty town türü oluşumları aynen ülkemize de aktararak, benzeri yöntemlere dayalı kent-gecekondu bütünleşmelerini aynen sergilenmenin bir anlamı olmasa gerek. Zira, gelenekli ikili toplum yapımız, Batıda gözlendiği türde teknolojik gelişme ve sanayileşme süreci sonucu ortaya çıkan oluşumun bir benzeri veya eşdeğeri değildir. Türk gecekondu olgusu, Türk toplum yapısının tarihsel gelişimi, kültür değerleri ve inanç sisteminin bir ürünüdür.

Sosyolojik anlamda, kentlileşme, kent gerçeğinin bir yansıması olması nedeniyle iki yönlü bir işlevi yürütür. Bir yanda heterojen bir yapılaşma ve nüfus yoğunluğunu oluştururken öte yanda kentlileşme dinamiğinden ötürü, doğal yaşantılarını terk eden yığınları içine çekmek suretiyle onları âdeta metâlaştırır. Murray Bookchin’in yerinde tespiti ile günümüzde kent gerçeği kutsal ve püritan bir oluşum değildir. Kente de bir biçim vermek, kültür yaratıcı bir konuma getirerek, etik ve ekolojik bir kimlik kazandırmak zorunluluğu vardır.. Aynı şekilde, kırsal alanları,taşra unsurlarını kentlere taşıyan yeni kentlilerin de kendilerine özgü değerler sistemini kente kazandırmak için eğitimli, beklentisi-empatisi- yüksek ve toplumsal hareketlilik yeteneği güçlü olması gerekir. Bir başka deyimle, kente önce gelenler sonra gelenler için bir tampon fonksiyon rolünü oynamalıdır. Oysa, tarihsel ikili toplum yapımız nedeniyle, bu iki başlı sürecin-kent ve gecekondu bütünleşmesinin- sağlıklı bir biçimde gerçekleşebilmesi için yeniden örgütleşme sürecinin gündeme gelmesi gerekmektedir. “İstanbullu olma bilincinin” veya kent-gecekondu bütünleşmesinin temel alt yapısı, ancak bu tür bir felsefe ve anlayışın sivil toplum örgütlerinde belirmesi sonucu yeni bir kimlik kazanabilecektir. Bu hususu, “Gecekondu: Kültür ve İnsan” (2003) adlı beş yıl süren yayınımızda ayrıntılı bir biçimde ele almış bulunuyoruz.

İstanbul’un belirli gecekondu yörelerinde (1200) denek üzerinde uygulanan anket çalışması yanında, (32) gecekondu bölgesinden seçilen (119) hane üzerinde aylarca süren katılımcı gözlem ve görüşme yöntemlerinin uygulandığı alan araştırması (field work) sonucu gerçekleştirilen bu araştırmamızda, kent ve gecekondu kuşakları arası bütünleşmenin son derece güç olacağı gerçeği vurgulanmıştır.

Gözlendiği üzere,”İstanbullu olma bilinci” kültür tarihimiz, toplum yapımız ve değerler sistemimizle yakından bağlantılıdır. İstanbul’un yalılar ve bazı semtlerinde yüzyıllarca birlikte yaşayan ve kendine özgü bir kültür dokusunu oluşturanlar ile kırsal alanlardan gelerek varoş kültürünü sürdürenlerin kucaklaşması olgusu bu çerçeve içinde ele alınmalıdır.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -