Ana Sayfa 1998-2012 Islavlaşan Bulgarların Milli Bilinçlerini Kazanmada Rusya Fa...

Islavlaşan Bulgarların Milli Bilinçlerini Kazanmada Rusya Fa…

1. GİRİŞ

- Reklam -

Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkiler her iki ülke açısından da büyük önem arz etmektedir. Türkiye söz konusu olunca Bulgaristan’ın Avrupa ve Balkan politikası açısından jeopolitik ve jeostratejik önemi tartışılmaz bir konumdadır.

İlişkilerin tarihsel geri plânı incelendiğinde Bulgaristan’ın Türkiye ile ilişkilerinde bir oyuncu olmaktan çok bir piyon olduğu görülebilir. Dış politika yaklaşımları dikkate alınacak olursa bu bir dereceye kadar anlaşılabilir. Özellikle Bulgaristan ile olan ilişkilerimiz söz konusu olunca Rusya önemli bir aktör konumundadır. Osmanlı egemenliği altında yaşayan ve İslâvlaşmış olan Bulgarların millî bilinçlerine kavuşmalarında Rusya’nın etkisi olduğu görülmektedir. Bu tarihten sonra da Bulgar-Rus ilişkileri devam etmiş ve Rusya faktörü Türk-Bulgar ilişkilerinde hissedilmiştir.

Bu araştırmada İslâvlaşan Bulgarlar kelimesinin seçilmesinin ana nedeni onların İslâv olmayıp sonradan İslâvlaştırıldığına dikkati çekmektir. Zira Bulgarların kökeni bilim çevrelerinde tartışılma konusu yapılmış olmakla beraber artık bir uzlaşma noktasına ulaşılmaya başlanmıştır. Bulgarların kökeni ile ilgili çeşitli iddialar ileri sürülmekle beraber bunların Türk soyundan geldiklerine, ilim âleminin artık şüphesi kalmamıştır.1 Bulgarların Türk aslından geldiğini ileri süren ilk araştırmacı 1882’de A. Vambery olmuştur. Bu iddia Géza Feher, Gy. Németh ve Rasonyi’nin Bulgaristan’da yaptıkları kazılar ve dil incelemeleri sonunda gerçeğe çok yakın bir biçimde ispatlanmıştır.2 Bu araştırmalarda Orta Asya heykel ananesinin 7. asırda Türk Bulgarları vasıtasıyla Balkanlara geldiği ortaya çıkmıştır. Böylece Kuman heykellerinin Türklere ait olmadığına dair Radloff’un iddiası da Barthold’un delilleri ile ve “heykellerin menşeinin Türk olduğundan zerre kadar şüphe yoktur” ifadesiyle bertaraf edilmiştir.3

- Reklam -

Bulgarların kökeni konusunda başlangıçta İslâvlar ile bir birleştirme yapılmışsa da bu görüş son yıllarda tamamen terkedilmiştir ve Birinci Bulgar Devleti’ni kuran Bulgarların Türk olduğu bütün bilim çevreleri tarafından kabul olunmuştur. Bu kabulde Bulgar bilgini Profesör İvan Şismanov’un katkısı büyük olmuştur. Zira Şişmanov eski Bulgarlar ile ilgili tüm bilgileri gözden geçirmiş ve 1900’lü yıllarda yayınlanan çalışmasından bu yana tüm Avrupa’da olduğu gibi Bulgaristan’da da bilimsel geçerliliğini kazanmıştır. Hattâ Sofya Devlet Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Profesör Angelov 1971’de yayınlanmış olan eserinde Bulgar devletini kuran Bulgarların Türk olduğunun ve Türkçe konuştuklarının tartışılamayacak şekilde doğru olduğunu belirtmiş, ayrıca Bulgar dili ile Çuvaş Türklerinin dili arasında yakın bağlar bulunduğunun anlaşıldığını dile getirmiştir.4

Ayrıca dil açısından da Feher; Macarların, Bulgar Türklerinden pek çok kelime aldıklarını, bunları Bulgar Türklerinin dil kaynaklarında, Volga Bulgarlarının yazıtlarında görmenin, Bulgar Türklerinin dil kalıntılarına Arap, Yunan, Lâtin ve birçok İslâv dilinin yazılı kaynaklarında açık bir biçimde rastlamanın mümkün olduğunu ileri sürmektedir. Bugüne kadar birçok araştırmacı eski Bulgarca’yı Türk dili grubuna dahil etmiştir.5

Ancak Bulgar Türkleri Hristiyanlığı kabul ettikten sonra benliklerini kaybetmişler ve kalabalık İslâv topluluğu içinde zamanla İslâvlaşmışlardır. Bugün Balkanlarda yaşayan bir İslâv topluluğun, kendisine kavim adı olarak Bulgar kelimesini seçmiş olması ve oturduğu topraklara Bulgarya (Bulgaristan) demesi bizi aldatmamalıdır. Bulgar Türklüğünden kala kala bir isim kalmış ve bazı maddî ve mânevî kültür unsurları varlığını devam ettirebilmiştir.6 Burada dikkat etmemiz gereken husus, Bulgar Türkleri, Bulgarlar ve Bulgaristan’daki Türkler kavramları arasındaki farktır.

- Reklam -

2. BULGARLARIN KÖKENİ

Bulgarların kökeni M.Ö. ki asırlarda Oğuzlardan ayrılarak Güney Rusya’ya giden Ogur Türklerine ve Ogurların en kalabalığı olan Onogurlar’a dayanmaktadır.7 Bulgar Türkçesinde bulunan Ogur (kabile) kelimesi Oğuz adından çıkmıştır ve Bulgar Türkçesindeki fonetik bir olgu olan rotatizm yani başka Türk dillerinin kelimelerinde görülen z’nin r’ye dönüşmesi çok önemlidir.8

Burada konumuz açısından Bulgar kelimesinin kökeni üzerinde durmamızın faydalı olacağını düşünüyorum. Onogurlar, milâdın başlarında Sibirya’ya yerleşerek İdil boylarına kadar yayıldılar. Daha sonra 2. ve 3. asırlarda Hunlarla karşılaştılar. Catal aunum savaşı ve Attila’nın 453’te ölümü ile birlikte Hun İmparatorluğu dağıldı ve Hunların geri kalanları Maeotis yani Azak Denizi arkasına çekilerek bu kitleye katıldılar. Burada çoğunluğunu Onogurlardan oluşan geçici bir imparatorluk kurdular. Bu karışımdan ötürü, Onogurlar’a karışık mânâsında Bulgar denilmiştir. Ancak dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Bulgar kelimesi sayı bakımından z’li dili konuşan Hunların değil, r’li konuşan Ogur Türklerinin çoğunlukta bulunduğu bir kavime işaret etmektedir.9

Esperik (Asparuh ya da İsperih de denmektedir) liderliğindeki Bulgar Türklerinin büyük kitleleri, 378’den itibaren yeniden Tuna’nın güneyine sarkmaya başladılar. Bizans İmparatoru 4. Konstantin Bulgarlarla 679 yılında karşı karşıya geldi, ancak savaşı kaybetti ve 681 yılında imzalanan anlaşmayla Bulgarlara yıllık vergi vermeyi, Tuna ile Balkan Dağları arasındaki bölgeyi (Dobruca) ve üzerindeki halkı onlara terk etmeyi kabul etti. Bu çerçevede Türk Bulgarları Tuna Devleti, Bizans tarafından resmen tanınmış oluyordu.10

852 yılında Bulgarların başına geçen Boris Han (Bogoris Han) 864’te Ortodoks Hristiyanlığı kabul etti. Bu da Bulgarların Türklüklerini kaybetmeleri neticesini vermiştir.11 Hattâ Bogoris Han, adını Mihail olarak değiştirdi ve atalarından gelen Han unvanını atarak İslâvlarda olduğu gibi Knez (Knuz) unvanını benimsedi.12 Bundan sonra Bulgar halkı, bir asır içinde islâvca konuşan Hristiyan bir millet hâline geldi.13 Böylece Bulgar Türklerinin tarihi, Türk tarihinden farklı bir yöne doğru gitmeye başladı.14

1018’den 1185’e değin eski Bulgaristan toprakları Bizans egemenliği altına girdi ve Bizans’ın Bulgaristan üzerindeki egemenliği 1186’ya kadar sürdü. On birinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bulgaristan Türk soyundan olan Peçenek, Uz ve Kumanların istilâsı altında kaldı. Bunların içinde en etkili olanı Kumanlar (Kıpçak)dır. Zira Bizans’a karşı ayaklanmada ve İkinci Bulgar Krallığı’nın kurulmasında asıl rolü oynamışlardır.

Bizans’ın zayıflığından yararlanan Kuman asıllı Asen ve Peter kardeşler 1185’de bağımsızlık hareketine giriştiler ve ayaklanmanın başına geçtiler. Bulgar tarih yazarı Zlatarski de Asen ve Peter kardeşlerin Kuman asıllı olduğunu belirtmiştir.15

Osmanlı’nın Balkanlarda fetih hareketlerine başladığı yıllarda Bulgarlar arasında yaşanan taht kavgaları Osmanlı’nın lehine sonuç doğurmuştur. Osmanlılar bu Bulgar devletleri arasındaki rekabetten yararlanmasını bilmişlerdir. 1340’a doğru tüm Meriç Vadisi’ne akınlar düzenleyen Osmanlı ordusu 1362’de Filibe’yi ele geçirdi. 1371’de Birinci Murat’ın Balkan fethi plânında kuzeybatı cephesi komutanı olan Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Bulgar kralı Şişman ve Sırp karalı Uyliyeşa’nın birleşik ordusunu Samaku’da müthiş bir bozguna uğrattı. Bu savaş sonrası karşı koyma imkânı kalmadığını anlamakta gecikmeyen Köstendil Bulgar prensi de mevkiinde kalmak ve vergiden muaf tutulmak şartıyla 1373’te teslim oldu ve bir Türk valisi olarak mevkiinde kaldı. 1388’de Bulgaristan üzerine yürüyen Osmanlı ordusu Pravadı, Şumnu ve Tırnova şehirlerini almış ve Bulgaristan’ın Osmanlılar tarafından fethi 1396 tarihinde tamamlanmıştır.

3. BULGAR-RUS İLİŞKİLERİ

Bulgaristan üzerinde beş yüz yıl kadar hâkimiyet süren Osmanlılara karşı, genelde birtakım karışıklıklara rağmen uzun süre fazla bir baş kaldırı eylemi görülmemiştir. Bunda Osmanlının onlara inanç özgürlüğü vermesi ve halkın yerel yönetime yönelik olan taleplerini göz önünde bulundurması etkilidir.

Bazı çeteleri saymazsak Bulgarlar genel olarak Osmanlı hâkimiyeti altında millî istiklâle dayanan isyan hareketlerine 17. ve 18. yüzyıllarda girişmemişlerdir. 19. yüzyılın ortalarına doğru ise çete hareketleri başta Rusya olmak üzere bazı devletlerin teşviki ile de milliyetçi komitecilerle iş birliğine gitmeye başlamışlardır. Esasen 18. yüzyılın sonlarına doğru dünya Bulgar adı ile tanınan bir milletin varlığından habersiz bir hâldeydi. Bulgar adını hatırlayan pek kalmamıştı. Ayrıca bu devirde millî duyguları ve istiklâl ruhunu canlandıracak bir teşkilâtları ya da kadroları yoktu. Zaten bunların oluşabilmesi için öncelikle Rum Helenizminin aşılması gerekmekteydi. Şöyle ki Yunan klâsiklerinin okutulmuş olduğu Rum okullarında öğrenim gören Bulgarlar, Bulgar olmaktan utanmaya ve kimliklerini gizlemeye başlamışlardır. Rumların ağır mânevî baskıları altında benliklerini kaybetmeye başlamış olan Bulgarların yeniden kendilerine gelmelerini sağlayan kişi Otests Paisiy adındaki bir Bulgar keşişi olmuştur. Bulgarların içine düştükleri bu olumsuz durum Paisiy’i etkilemiştir. Zaten kendi gibi diğer Bulgar keşişleri de manastırdaki diğer Bulgar olmayan keşişler tarafından Bulgar olmaları dolayısıyla alaya alınmakta ve aşağılanmaktaydılar. Bu durumu hazmedemeyen Paisiy milletinin geçmişine yönelik yoğun araştırmalara girişmiştir. Bu araştırmaları sırasında gittiği Karlofça’da Rus misyonerlerden yeni fikirler de almıştı. Bu incelemeleri sonucunda “İslâv-Bulgar Halkının, Çarlarının ve Azizlerinin Tarihi” adlı bir kitap yazdı. Bulgar tarihçilerince ilmî bir değeri olmayan kitabın önemli olan kısmı mukaddimesidir.16 Gerçekten çok çarpıcı ifadelere yer verilmiş olan mukaddimedeki bir bölümü özellikle Bulgarları nasıl etkilemiş olabileceğini göstermek maksadıyla aynen sunmak istiyorum:

“Bulgar, kendi soyunu ve dilini öğren. Vatanını sev. Milletinin geçmişlerini öğrenmeye çalış. Bir zamanlar senin de çarların, patriklerin ve azizlerin vardı. Diğer milletler kendi tarihlerini biliyor ve öğreniyorlar. Onlar kendi tarihlerini, pek sevdikleri kendi ana dilleri ile yazıp okuyorlar. Yunanlılar, Sırplar bizi hakir görüp bizimle eğleniyorlar; bizi hükümdarsız, patriksiz, azizsiz, tarihsiz sayıyorlar. İşte ben bunun için tarih yazmaya uğraştım. Ta ki hiçbir Bulgar, bizim hükümdarlarımız, vaktiyle Bizans hükümdarlarından vergi almışlar; bizim patriklerimiz ise başka milletlere yazı ve kitap vermişler.

Ben öyle şaşkın Bulgarlar tanırım ki, kendi soylarını bilmezler ve tanımazlar. Ancak Rumca okuyup yazarlar ve kendilerine Bulgar denmesinden utanırlar. Acaba neden? Ey akılsız, sana Bulgar denmesinden niçin utanıyorsun? Niçin Bulgar gibi düşünüp Bulgar gibi yaşamıyorsun? Diyorsun ki: Rumlar daha okumuş, daha nazik; Bulgarlar ise kaba ve cahil, güzel sözler söyleyemiyorlar. Bunun için Rum olmak daha iyi. Bil ki, Rumlardan daha nazik, daha malûmatlı milletler de vardır. Rumlar milliyetlerini, dillerini bırakıyorlar mı? Allah, fakirleri, mazlum çobanları, sabancı Bulgarları daha çok sever. İşte ben, böyle Bulgarlığı, Bulgar dilini hakir gören, yabancı dillere, yabancı âdetlere meyleden Bulgarları gördüm de bu kitabı yazdım ve herkesi bu kitabı okumaya, Bulgar milletinin mazisini öğrenmeye davet ediyorum.”17

Bu belgeyi biraz yorumlarsak Yunanlıların, Sırpların ve Rumların Bulgarları aşağıladığını ve küçük gördüğünü söyleyebiliriz. Bu da bizim Bulgar milliyetçiliğinin ilk hareketlerinin neden Osmanlılara değil de Rumlara karşı olduğunu anlamamızı sağlar. Paisiy’in bu çalışması çok etkili olmuş ve Bulgarlarda müthiş bir uyanış meydana getirmiştir. Burada değinmemiz gereken önemli bir isim de Paisiy’in halefi olan Kazanlı Sofroniy’dir. Sofroniy de Bulgaristan’ın kurtulması için çaba harcamış ve bu doğrultuda Rusya’dan yardım almıştır. Hattâ Sofroniy daha ileri giderek 1811 yılında Osmanlı’dan kurtulmak için Rus Çarına baş vurmuştur. Daha sonra ortaya çıkan belgelerden de anlaşıldığı gibi kendisi Bükreş’te Rum parasıyla yaşamış, Rus hariciye memurları ve genelkurmay yetkilileri ile sıkı münasebetlere girmiştir. Daha bir çok isim Rusya’dan yardım almış ve Panislâvizm fikrinden etkilenmiştir. Daha sonra Osmanlıya karşı oluşan Bulgar hareketlerinin arkasında Rusya ve Panislâvizm olmuştur. Çar Petro zamanında ideoloji hâline getirilen Panislâvizm’in en büyük hedefi Osmanlı üzerinde yoğunlaşmıştır. Özellikle 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı, Panislâvizm’in ilk gelişme yıllarına rastlamaktadır. Bu yıldan sonra Rus Panislâvistleri ile Bulgarlar arasındaki ilişkiler gittikçe gelişmiş ve Bulgarların yaşadığı topraklara çok sayıda Rus ajanı gönderilmiştir.

Yoğun propaganda faaliyetleri ve Rus kışkırtmaları sonuçlarını vermiş ve Osmanlı’ya karşı Bulgar isyanları şiddetini artırarak yoğunlaşmıştır. İlk başta bazı isyanlar hemen haber alınarak bastırılabilirken sonraki aşamalarda bu isyanların sonuçları çok kanlı olmuştur. Rusya’nın amaçları malûm olmakla beraber Panislâvizm hareketleri Bulgar millî bilincinin oluşmasına yol açmıştır. Bulgarların İslâv birliğine sıcak bakıp bakmadıkları sorusuna farklı cevaplar da alınabilmektedir. Zira Balkanlar üzerine çalışan tarihçilerin dediği gibi, 19. yüzyılda Rusya’nın teşvik ettiği İslâvlar birliği hareketi Bulgaristan’da kabul görmemiştir.18 Bulgarlar millî bilinçlerini kazanma aşamasında Ruslardan büyük destek almışlar ve yararlanmışlardır, buna karşılık İslâv birliğinden uzak durmayı tercih etmişlerdir. Bulgar bilincinin uyanması ile birlikte Patrikhaneye ve Rumlara karşı mücadele başlatan Bulgarlar sonunda Rum din görevlilerini topraklarından uzaklaştırmışlar ve padişah fermanı ile kendi kiliselerine kavuşmuşlardır. Bulgarların millî hareketleri Rusların artan yardımı ile daha kuvvetlenmiş ve Bükreş’te Bulgar Merkezî İhtilâl Komitesi kurulmuştur. Bu komitenin başta gelen amacı büyük isyan hareketleri başlatmaktır. Komite amacına ulaşmış ve büyük isyanlar çıkarmaya muvaffak olmuştur. Ancak Osmanlı bu isyanları büyük bir şiddetle bastırabilmiştir. Daha sonra büyük devletler İstanbul’da konu ile ilgili yaptıkları görüşmede iki muhtar bölge teklif etmişlerdir. Bu kabul edilmeyince Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmiştir. Rusya ile yapılan 1877-1878 Savaşı sonucunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması ardından yapılan Berlin Kongresi’nden sonra bağımsız Bulgaristan’a giden yolda bir adım olan Bulgaristan Prensliği kurulmuştur.

Bilindiği üzere gerek Bulgarların millî bilinçlerini kazanması (buna kazandırılması da denilebilir) gerekse bağımsızlıklarını elde etmelerinde Bulgarlara ellerinden gelen her türlü yardımı esirgemeyen Ruslar ileriki zamanlarda da onları kendi hükümranlıkları altına almaktan ve üzerlerinde demir bir yumruk gibi durmaktan geri kalmamışlardır. Uzun yıllar boyunca devam eden bu durum soğuk savaşın sona ermesi ile birlikte şekil değiştirmiş ve Bulgaristan’a yavaş yavaş kendi dış politikasını ve diğer ülkelerle olan ilişkilerini geliştirme şansı vermiştir. Hattâ Bulgaristan’da uzun yıllar boyunca yaşanan Rus etkisi yerini bir antipatiye bırakmıştır diyebiliriz. Ülkede Rus antipatisinin artması sebebiyle Rusya’ya da yanaşmayan Bulgaristan bir yalnızlığa itilmiş ve bunun sonucunda da çeşitli nedenler dolayısıyla Türkiye’ye yanaşmıştır. Bu fırsat iyi değerlendirilmelidir. Ayrıca güvenlik ağırlıklı dış politikası sebebiyle Avroatlantik yapılara girme çabası içinde olan Bulgaristan bu açıdan Türkiye’nin yardımını istemektedir. Türk karar vericiler eldeki verileri iyi değerlendirmişler ve Bulgaristan’a gerekli dostane yaklaşım içerisinde girmişlerdir.

4. SONUÇ

Balkanlar, Avrupa sahnesinin çapraz rüzgârlarının daima estiği bir köşesi durumundadır. İşin aslında daima demek bile doğru değildir, zira tarihte “daima” yoktur.19 Bulgaristan’ın ve Bulgar halkının geleceğe yönelik tercihleri çok önemlidir ama gelecek için büyük jeostratejik ve politik önemi haiz bulunan Bulgaristan konusuna öncelik verilmeli ve ileride kurulabilecek bir Hristiyan Türk Birliği’ni göz önüne alarak da kökene yönelik araştırmalar desteklenmelidir.

DİPNOTLARI

1. ERÖZ, Mehmet, Hristiyanlaşan Türkler (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü 1983), s.5

2. ÇAVUŞOĞLU, Halim, Balkanlarda Pomak Türkleri (Ankara: KÖKSAV 1993), s. 12

3. Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Tarihi Ve Türk İslâm Medeniyeti (İstanbul: Turan Neşriyat Yurdu 1969), s. 317

4. EREN, Hasan, Bulgarlar Ve Türk Dili, Bulgaristan’da Türk Varlığı (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi 1992), s. 1-2

5. Çavuşoğlu, a.g.e., s. 120

6. Eröz, a.g.e., s. 5-6

7. ERGENE, H. Halil: Neden Hedef Türkiye (Ankara: Kiyap Yayın Dağıtım 1993), s. 72

8. RASONYI, Laszlo; Tuna Köprüleri, Çeviren: Hicran Akın (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü 1984), s. 16

9. Aynı eser, s. 6

10. Bu tarih Tuna Bulgar Devleti’nin kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir. (681)

11. Kafesoğlu, a.g.e., s. 104

12. Çavuşoğlu, a.g.e., s. 48

13. Eröz, a.g.e., s. 9

14. BAKTIR, Yeşim; Bulgaristan Ülke Raporu (T.C. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı Ankara 2001), s. 5

15. Rasonyi, a.g.e, s. 111

16. ŞENTÜRK, H. Hüdai; Osmanlı Devletinde Bulgar Meselesi, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi 1992), s. 44-53

17. Aynı eser, s. 53-54

18. ÜNAL, Hasan; Balkan Diplomasisinden Bir Kesit Bulgaristan’ın Bağımsızlık İlânı ve Osmanlı Dış Politikası, 1908-1909, Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, (İstanbul: Bağlam Yayıncılık Mart 1997), s. 54

19. PEITCHEV, Velitchko; Çatışma ve Müşterek Menfaat Zıtlıkları Arasındaki Balkanlar, Yeni Forum, Nisan 1994, sayı: 299, s. 13.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -