Ana Sayfa 1998-2012 Güvenli "Güvensizlik"

Güvenli “Güvensizlik”

Türkiye’nin güneşi nereden doğuyor, nereden batıyor sorusu hep gündemde kalacak mı? Çünkü bu soru çokça insanımızı meşgul ediyor. Dahası Türkiye’de bir güvenli ortam var mı, yok mu, yoksa tüm hâkimiyet güvensizlik üzerine mi kurulu soruları hep gündemde mi kalacak?

- Reklam -

Sürekli birileri çıkıp ekonomik düzenin pamuk ipliği ile bir yerlerde bağlandığını söylüyor ve sonra da çıkıp iki haklı veya haksız söz ile bu bağı çözüveriyor. Dolar ve borsa allak bullak oluveriyor.

Nedenlerini gene birileri çıkıp araştırma gücünü göstermiyor. Herkes çıkarına nasıl geliyorsa öyle hareket ediyor. Türkiye ekonomisi sanki dışarıda kurulmuş bir pazar yeri gibi. O yerde her şey çözüm bekliyor.

Şimdi bizler ve de bizler gibi düşünen Türk insanı, kendine bir çeki düzen nasıl vermeli sorusuna hep cevap bulmaya çalışıyoruz. Tam cevabı bulduk derken bir başka sorun hemen hazır. Vallahi sorunlar ülkesi olduk. Bizler cesaretle bu sorunların, hep dışarıya bağımlı olmamızdan çoğaldığını söylüyoruz. Bağımlılığı bırakmak kabil mi değil mi sorularına ah bir cevap bulabilsek.

- Reklam -

Son günlerde Trakyalılar Vakfı Başkanı olarak bir Trakya gezisine çıktık. Türk insanının bu gezide nabzını yokladık. Siyasetin onlara öcü gibi geldiğini hemen fark ettik. İtibarlı, itibara insanımızı çekecek bir zeminin işin tam çözüm yolu olacağını da hemen algıladık. Neresi güvenli ise orada halkımızın sıcaklığını görmek mümkün.

Düşünce zemini, genelde; güvensizliğin getirdiği bir korkaklık, görevde ise güvensizliğin getirdiği bir çekingenlik, olgusunun hâkimi sanki… Sonra güvensizliğin nedeni içinde görevde özenle bir iş tutulmadığı dolayısıyla görevde her zaman aksamalara yol açtığı da gözlemler arasında…

- Reklam -

Olayları sıralarsak. Önce yargıda neler oluyor sorusuna bir cevap arayalım.

Yıllar önce yapılan bir talihsiz söz ile bir kesim memurumuz işinde ciddî ve kararlı ortamdan ayrıldığı için yanlışlar yaptığı ve oluşan hataların suçluluk çizgisine vardığ ı varsayımından hareketle her görevli acaba bize ne zaman sıra gelecek kuşkusu altında. Ama böyle bir tarz düşünce; atı alıp Üsküdar’ı geçen ve olumsuz eylemlerini görevine taşıyan memurdan ziyade, görevini yasalara uygun yapan başarılı memurumuzun kuşkusu olduğunu çekinmeden söyleyebiliriz.

Zira yargıda gerçeğe uzanmak güçlüğü var. Araştırmalar çoğu kez söylenilen sözler ile çözülmeye çalışılıyor. Maddî delil bulmak, hemen hemen imkânsızlaşıyor. Çünkü işlenen eylemler şeklî eylemler… dahası hemen suç üstü ile tespit edilecek eylemler olduğundan sonuçta iş varsayımdan hareketle karinelere dayandırılmak zorunda kalınıyor.

Yetki ve görev ihtilâflarının, işi bir başka çözümsüzlüğe getiren gözlemler olduğunu tecrübemize dayanarak söyleyebiliriz. Kesinlikle “GERÇEĞE UZANMIYORSANIZ, LÜTFEN DEDİKODUSUNU YAPMAYINIZ.” demek işin bir başka ilginç düşüncesi oluyor.

Cezaevlerimiz ise bir başka âlem…

Bir (F) tipi ceza evi tutturmuş gidiyoruz.Türkiye sanki suçlular ile boğuşuyor. Trakya gezimizde kanayacak bir yara oluşturulmaya çalışıldığını gözledik. Gözlem odur ki; Trakya’da tamamı tamamına tam 12 adet (F) tipi ceza evi yapılmak isteniyor. Nerelerde mi? Tahıl sahaları işgal edilerek bu iş bitirilmeye çalışılıyor. Bu tavır acaba devletin sürekli yanında olan bir bölge insanına neden reva görülüyor? Zaten Tekirdağ ve Edirne’ye iki adet (F) tipi ceza evi ilâvesi yapılmış, neden bununla iktifa edilmiyor da daha on adet (F) tipi ceza evi yapılmak isteniyor? Bu görüşler hiç akla hafızaya sığmayan şeyler. Devletin bu tasarrufuna Trakya halkı olumsuz bakıyor. İşaret etmek gerekirse bu hareket karşılığı siyasî ve ekonomik eylemler olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Ceza evlerinin bir yerde toplanmasından vaz geçilip ayrı ayrı yerlere yapılması ve seçilecek zeminin de yerleşim ve ticaret merkezlerinden uzak tutulmasının önemini kabul etmek zorunluluğu vardır. Ticaretin oluştuğu zeminin ve tahıl bölgesi zeminin seçilmesinin sakıncalarını görmezlikten gelemeyiz. Yanlış işin baştan çözülmesi yollarının araştırılması devlete ve millete faydalı olacağı açıktır.

Her resmî ünite ve özel ünitenin araştırmacıları işi varsayıma dayalı olarak sonuçta düzenledikleri tanımlamaları ile işlerin çözüleceğini düşünmek de yanlış oluyor. İşler mahkemeye intikal edip tecrübeli yargı mensuplarının vicdanî kanaatları ile tabiî sonucun her zaman kamu vicdanını rahatlatacağını düşünmek de çok zor.

Görünen odur ki; her şey yargı yolu ile bitirilmek isteniyor. Bu anlayış baştan sakıncalı… Neden mi? Nedeni açık; her işi bir cezaya bağlamak, her işin kendini engelleyenleri cezalandırmak ile bitirilmesinin çözüm getirmediği açık. İdarenin kendi yanlışlığını hemen fark edip işin doğru olanına yönelmesi yaşamı kolaylaştıracağını söylemek mümkündür. Ben yanlış yaptım yargı düzeltsin demek yargıyı işe boğmak oluyor. Yargının asıl görevi devlet düzenini bozucu, yıpratıcı, bölücü yasal olmayan eylemlerin önlenmesini sağlayacak yasal çerçeve içine çekecek kararlar vermektir. Yerli yersiz isnatlar ile yargının işinin çıkmaza sokulmasının devlet düzenimizi daha da yıpratacağını bilmeliyiz.

Ekonomik düzenimize gelince;

Uzun yıllar başkasının parasını kullanarak üretime girmeye çalışmışlığın getirdiği verimsizlik, harcamalarda har vurup harman savurganlığının getirdiği fakirlik, günümüzde bozuk düzeni açıkça gözler önüne sermeye yetmiştir.

Asılda kendi sermayemizle işe başlayıp üretimin çoğalma yollarını arasaydık, kendi malımızı kullanma özeninde ısrarlı olsaydık, dış sermaye en son baş vuracağımız sermaye olsaydı, dış malı kullanma alışkanlığından kendimizi kurtarabilseydik bu acı faturayı kesin kes görmezdik.

Dışa açılmak başka, dışa tabi olmak, teslim olmak apayrı şeylerdir. Türk lirası kaybolup yerini dış sermaye arsızlığının getirdiği dolar ve mark ile piyasa oluşturulması düzeni bozan eylemlerin önde gelenleridir. Arkadan kazanmadan yapılan harcamalar, üretmeden yapılan tüketimler, ekonomik zeminde enflâsyonu, para değerinin düşmesini getirmesi, işin kötü gidişinin işareti olmuştur. Bundan sonra da gel işi düzeltebilirsen düzelt bakalım.

Ekonomiyi düzeltici bir mimar arandı ve de bulundu. Ama bizim medyamız mensupları kişiyi hemen ekonomik düzeni düzeltme yolundan çekip politika içinde göstermeye koyuldular. İşin içinde bir de dış baskı kendini açık açık gösterince; bozuk düzen pek o kadar çabuk sona ermeyeceğe benziyor.

Siyasî düzenimize gelince;

Siyasî düzen de bir başka sergi. Seçim sisteminin bozukluğu milletin gerçek temsilcilerinin TBMM’ne girmesini imkânsız kıldığı düşüncesini oluşturuyor. Dahası Siyasî Parti liderlerinin sanki hâkimiyeti gözle görülür şekilde. Kendi istedikleri kişileri seçim listesine sokup işi bitirmeye çalışıyorlar. Bu durum demokrasiye geçişimizden beri de sürüp gidiyor. Liderlik sanki ölümle bitecek şekli de apaçık ortada görülüyor.

Son hükûmetin hâli bir başka ortam çiziyor. Sanki üç kişi her şeyi hâl yolunu seçmiş gibi gözüküyor. Parti yönetimleri, parti meclisleri çoğu kez yapılan işlerden uzak bırakılıyor. Bir partide karşıt fikirde olanlar ise o parti yönetimi veya parti dışına itiliveriyor.

Muhalefet partilerine gelince onlar hep meydandan çekilmiş gibi… Görevini yeterince yapmayan bir muhalefet, görevi yapanlar da bir ideoloji ortamını seçmişler. Geçmiş zaman içinde iktidarda olanlar günümüzde muhalefeti de beceremiyor diyebilmek işin açık görünümüdür.

Velhâsıl Türkiyemiz yeniden yapılanma içinde Büyük Atatürk’ün çizgisinde bir yol bulmalıdır. Bu durum da pek güç olmasa gerek. Yaşamın dürüst bir insan topluluğu ile huzurlu hâle gireceğini kabul etmek isteyenlerin en kısa sürede işin başında olmalarıyla, işin başına geçmeleriyle düzgünleşecektir. Türk halkının istemi budur. Güvensizlik yerine güvenli bir yönetim anlayışının yaratılması ve de hâkimiyetin iyi ve huzurlu ortamın çizgisine çekilmesi aydınlık ve çağdaş Türkiye için özlenen bir anlayıştır.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -