Ana Sayfa 1998-2012 Gündemdeki Konulara Değinmeler

Gündemdeki Konulara Değinmeler

Zor günlerin bizi sürüklediği yolların kavşağındayız. Çıkış yolları aranmasında kullanılacak gücümüzü, birilerinin kuyuya attığı taşları çıkartmak için tüketiyoruz.

- Reklam -

Avrupa Birliği; bizimle alay edercesine, eşkıya ve kanlı katiller şebekesinin, artık kullanmayacağını ilân ettiği ismini, teröristler listesine almayı kararlaştırmış. Gündemde, bu danışıklı dövüşün iç yüzünü aydınlatmak olmalıydı. Terörist listesine alınması gerekenin, örgüt isimleri değil, insanlar ve o insanların zihniyeti ile eylemleri olduğunu nasıl kabul ettireceğimizi konuşmalıydık.

Başbakanın sağlığını konuşuyoruz. Kimileri ölüm haberleri çıkartıyor, kimileri de birtakım koltuklara birilerini oturtuyor. Allah (cc) gecinden versin. Ölüm hepimiz için. Ebet-müddet yaşatmamız gereken milletimiz her gün ölüyor. Ülke; sürüklendiği kavşaktan felâketli yollara iteleniyor. Birileri, “Kuşa bak kuşa…” diyerek acı sonu çabuklaştırmak için çalışıyor.

Fark ediyorsunuzdur: Çözümler yerine problemler üretiliyor.

MEVLÂNÂ

Hazret-i Mevlânâ’nın Moğol ajanı olduğu iddiası ile başlayan tartışma genişledi. Zırvalarla, Şems-i Tebrizî’nin, Mevlânâ’nın oğlu ile işbirliği yapan Ahî Evran tarafından öldürüldüğü noktasına ulaşıldı.

Mevlânâ, Moğollardan: Tatar, Türklerden: Oğuz veya Türk olarak söz eder. “Tatarların Oğuzlara zulmettiğini” yazar. “Tasavvuf ehli kişilerin, güçlüden yana olduğu” açıklaması da böylece dayanıksız kalıyor.

- Reklam -

Mevlânâ; babası Sultanü’l Ulemâ (âlimlerin sultanı) Muhammed Bahaeddin Veled ile bi rlikte ve küçük yaşta iken Moğol zulmünden, talan ve eşkıyalığından kaçarak Anadolu’ya geldi. Mevlânâ ve diğer Horasan erenleri, Anadolu’ya yeni bir fikir, ahlâk ve iman canlılığı getirdiler. Anadolu’daki bu şahlanış, doğudan Moğolların, batıdan Haçlıların baskılarına rağmen gelişmesini sürdürdü. Üç kıt’ada 600 yıl devam eden nizam hâline geldi.

Yeryüzünde hangi ajanlık bu harikulâdeliğe dönüşmüştür?

İslâm âleminde hiçbir tasavvuf ehli; bırakınız bir başka tasavvuf ehlinin can dostunu öldürmeyi, biribirlerinin aleyhinde söz bile söylememişlerdir.

Bu gerçekleri bilmek için, Hazret-i Mevlânâ’ya iftira etmek için de “profesör” unvanına sahip olmaya gerek yok. İlmî yetersizliklerini, sansasyonel iftiralarla gizlemeye çalışanlar, ülkemize de milletimize de zarar veriyorlar.

ARABESK

- Reklam -

Geçmiş yıllarda bir nesil müzik derslerinde; Beethowenlerin, Brahms’ların sabah kahvaltısında ne yediklerini öğrendi. Türk musîkisi radyolarda yasaklandı. Kimi “Arap müziği” dedi, kimi “Yunan”…

Önce güzelim Türkçemiz yozlaştırıldı. Uyduruk Türkçeyi konuşmaya başlayan halkımız, derin anlamlı Türk müziğinin sözlerini anlayamaz oldu. Daha basit sözlerle, tekrarı kolay ritmik melodilerle yazılan şarkılar halkın beğenisine sunuldu. Zamanla insanımızın müzik zevki değiştirildi. Arabesk böyle doğup gelişti. Elli sene önce, “arabesk” denilerek aşağılanan Saadeddin Kaynak besteleri, bugün klâsikler arasında yer alıyor.

Arabesk müzik… Elbette bizim kültürümüzün ürünü değil. Dolayısıyla bizim değil. Fakat ne yazık ki dinleyenleri, sevenleri var. Onlar da bizim insanımız. Güzeli beğenip benimsemek için de belli bir kültüre sahip olmak gerek. İnsanlarımız, o müziği seviyorlarsa suç onların değil. Yasaklamak ise hiç doğru değil. Türk müziği bestekârlarını ve yorumcularını teşvik edemeyenler arabeski yasaklamakla noksanlıklarını giderebileceklerini düşünüyorlar. Arabesk yalnız müziğimizde değil ki…

Türk müziği yıllarca üvey evlât muamelesi gördü. Milletimiz, kimi zaman bilerek kültürümüzden uzaklaştırıldı.

Müzikte, dizi film senaryolarında ve kültürün diğer dallarında belli bir seviyeyi tutturamayanlar: “Halk bunu istiyor!” diyorlar. Gerçekte ise sundukları, onların halkımıza lâyık gördükleridir. Kendi yetersizliklerinin ürünü olan basitliklerdir. Daha iyisini verebildiler de halk ret mi etti?

Arabesk adı altında yapılan bestelerden bazıları, üst-orta seviyede müzik kültürüne sahip insanlar tarafından da zevkle dinlenebiliyor. Fakat oradan hareketle, daha mükemmele ulaşılması mümkünken ve gerekirken… gidişat, daha kötüye doğru olmuştur. Bu kötü gidişattan, arabeskin öncüleri de şikâyetçidirler.

Çözüm için pek çok yol var. Yasaklama, alternatiflerin en sonuncusu bile olmamalıydı.

İKİ TURLU SEÇİM

Ülkemizde yeni bir siyasî model oluşturulamıyor. Emekleme dönemi yaşayan mevcut model geliştirilemiyor. Geliştirilmesi bir yana, geriye gidiyor. Kısırlaşan siyaset Türkiye’nin ufkuna set çekiyor. Belirsizlikler, güvensizlikler ve geleceğin daha kötü olabileceğine ilişkin endişeler, yaşanan olumsuzlukların sonucudur.

Çıkış yolu için iki turlu seçim öneriliyor. Böylece siyasî hüviyete bürünen PKK’nın önünün kesileceği düşünülüyor. Uygundur. Ülke genelindeki baraj oranına dokunmamak şartıyla.

Seçim sisteminde bir değişiklik yapılacaksa, iki turlu ile yetinilmemeli. En çok üç milletvekilinden oluşan dar bölgeli ve üç turlu seçim sistemi uygulanmalı. Böylece siyasî partilerimiz de lider sultasından kurtulmuş olur.

Seçim sistemi şöyle çalıştırılabilir:

Birinci tur: İlçe seçim kurullarının gözetiminde ön seçim. Ön seçime, her partiden aday olmak isteyen (adaylık şartlarına sahip) herkes katılır. Sonunda, o bölgede oy pusulasına ismi yazılacak sayıda adaylar belirlenir.

İkinci tur: Bütün partilerin katılımı ile bildiğiniz klâsik seçim yapılır.

Üçüncü tur: İkinci turda en çok oy toplayan iki partinin katılacağı nihaî seçim yapılır.

Ön seçimler, tabanda politika yapanlara şans tanır, meclise girmesinde fayda umulan bürokratlarla ilim adamlarının seçimini zorlaştırır. Bu sebeple üçüncü aday, genel merkezin ve/veya genel başkanın teklifi üzerine, il ve ilçe yöneticilerinin katılımıyla genişletilmiş genel merkez yönetimince (mutlaka) gizli oy ile belirlenir.

Seçim sistemini düzenleyecek seçim kanunu ile birlikte, siyasî partiler kanunu da ele alınmalıdır. Her iki kanunun da Anayasa endekslenmesi uygun olur. Böylece hem isteyen kendisine uygun değişikliği yapamaz hem de siyasî istikrar için faydalı bir adım atılır.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -