Ana Sayfa 1998-2012 GÖNÜL TİTRETMEK

GÖNÜL TİTRETMEK

Millî kültür mes’elelerimiz üzerine gönül titreten hemen herkes, sözünü şikâyet ve çâresizlik bildiren kelimelerle tamamlıyor. Bu kelimeler ise, hep aynı hüzünlü rengi taşıyor.

- Reklam -

Çok zengin ve misilsiz denecek büyüklükte bir millî kültür hazînemiz olduğu hâlde, ondan uzak kalmanın veyâ anlamadan onunla berâber olmanın verdiği iç burukluğu, öksüzlük hislerine kapı açıyor.

Dünyâ’da başka bir millet gösterilemez ki, mânevî kıymetlerini bizim gibi hafife alsın; güdük ve ithâl malı fikirlerin tesiriyle geçmişini inkâra yeltensin. Fikrî ve ictimâî yapımızın en onulmaz yarası, bu emsâli olmayan “nisyân” yüzünden açılmıştır. En meşhûr ilâç olan zamânın da tedâvi edemediği bu kanayan yaranın; devâmlı iltihaplanması, nekâhet bile sayılamayacak geçici rahatlık dönemlerinden sonra, daha bir cerahat toplaması, hep yanlış reçete tâkibindendir.

Teşhîsde hatâ olduğundan, reçetenin isâbet kaydedememesi, gâyet tabiîdir. Önce, derdin adını doğru koymak lâzımdır. Sanâyi ve iktisatda geri kalmaklığımız belki doğrudur, ama, o iki sâhadaki gerilememizin esas sebebi, millî târihimizin – bırakın gerisinde kalmayı – farkında bile olmayışımızdır.

Üç kıt’âyı fetheden o gâzî orduya, Batı’dan mürebbîler tutulduğu günden beri, her çeşit fazîletimizi bir utanma vesîlesi saymışız. Bize âit ne varsa horlamışız; görünmemesi, gösterilmemesi için, asırlar süren bir cehde girmişiz.

Hâlbuki, devâyı kendi muhîtimizde arasaydık, vücûdumuzu, “millî târih” denilen o, en hâzık hekime teslîm etseydik, zaman da bizimleydi, zemîn de!

Göriceli Koçi Bey’in Sultan Murâd-ı Râbî’e arzettiği XVII. asır manzarasını unutan bir milletin, Balkan Felâketi’ne gözyaşı dökmesi, Son Endülüs Hükümdârı’nı bile güldürür.

- Reklam -

Fâtih Câmii’nin altındaki Bizans kilisesinin hasretiyle yanıp tutuşan; sırf o bazilikanın, birkaç kardinâl külâhıyla selâmlaşmasından duyacağı hazza teşne bir “âsâr-ı atîka” siyâseti, neresinden bakılırsa bakılsın, ne kadar resmî titr taşırsa taşısın, aslâ “millî” değildir. Bu zihniyetin menşe’i de, tezâhürü de, Türk’e has “millî”leri yetim bırakmaya azmetmiş mâlûm kînin, hiç eksilmeyen mârifetidir. Turizm, ekonomi ve – en tufeylîsi – çağdaşlaşma gibi, asrın câzibedâr etiketleri uğruna – millî unvanlarla – terleyenler, kadîm bir engizisyon ilâmının tahakkuk memuru durumundadırlar.

Antalya’nın istisnâsız her karış toprağı – cümle Türk elleri gibi – şehîdlerimizin kanlarıyla ıslana ıslana bugünkü “cennet-misâl” güzelliğe kavuşmuştur. Baba-oğul, Sultan Keyhusrev ve Uluğ Keykûbâd, Antalya’ya nasıl sevdâlanmışlar, Akdeniz’in bu nazlı sâhillerini nasıl Türkleştirmişlerdir? XXI. asra mâlûm hamâkatımızla, bunu anlamamız mümkün değil! O, kekre “Pamphilia”nın, bir genç kız ürpertisini andıran güzelim “Antalya” oluşuyla; keşiş soğukluğu ve manastır kokusu taşıyan “Kandelor”un, “Alâiyye” tarzında bir minâre âhengi buluşunun sırrı, “Tekeoğulları”nın oba kilimlerinde nakış nakış gizlidir.

Ayran taslarıyla tâzelenen levend duâları, Şehzâde Korkud’un himâyesiyle Cezâyir sâhillerini tutarken, Baba Oruç’un Akdeniz’i titreten nârâları, Antalya’dan Telemsan’a uzanıyordu. Türklüğün azîz timsâli o Baba Oruç ki; Rodos Şövalyeleri’nin esâretinden, bin romana bedel yiğitliklerle kurtulunca, kendini Antalya Körfezi’nde buluvermiş ve şahsî hesaplarının değil, uğruna mücâdele edeceği “Türk-İslâm Mefkûresi”nin iç huzûruyla, vatan toprağından yatağında, dalga seslerini duya duya, ılık bir uykuya dalmıştı.

Baba Oruç’la kardeşlerinin, daha sonra Büyük Sahrâ’yı tutacak nefesleri, Antalya’ya ve Antalya Vâlisi Şehzâde Korkud’a borçlu oldukları şükran ve minnetleri, kat kat fazlasıyla ödedi.

Ancak, bugün; Keyhusrev’lerin, Keykûbâd’ların, Korkud’ların, Baba Oruç’ların seslerini taşıyan suların, mermer kıyıları yaladığı o yerlerde, bir başka borç ödeniyor!

- Reklam -

Bu kahramanların torunları olduğu söylenen bir “nefîr-i garîb”, epeyice zamandan beri, Antalya sularına istavroz çıkararak bakmakdan; “Noel Baba” denilen papaz adına “festivâl” tertîb ederek, çan sesleriyle cûşa gelmekten ve nihâyet, bütün bunlara “millî”yaftalar bulmaktan daha mühim meşgale tanımıyor.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -