Ana Sayfa 1998-2012 Gerçek mi, karabasan mı?

Gerçek mi, karabasan mı?

TİTRİYOR, soğuk-sıcak terler döküyorum, çaresizlik içinde kıvranıyorum. Kâbus görüyorum sanarak uyanmaya çalışıyorum. Ama ülkemizin, Kıbrıs bahane, bugünkü durumlara düşmesi, düşürülmesi yüzünden bizi, Millî Mücadele ve kuşaklarıyla, gelecek kuşaklara köprü olan kuşağımızın, biz mensuplarını hasta ediyor, karabasanlara boğuyor. Biz, bu gidiş devam ederse, neler olacağını biliyor ve görüyoruz ama bu durumda gerekenleri yapması gelenlere anlatamıyoruz. Yoksa onlar gibi olmamız- sadece Avrupa’nın nurlu ufuklarına bakıp hayâl etmemiz, sadece borsa ve faiz tablolarına bakıp sevinmemiz- veya üzülmemiz midir en doğrusu?!

- Reklam -

…. Yoksa bizler onların söyledikleri gibi dinozorlar mı olduk, tarihte mi yaşıyoruz? Yepyeni bir dünyada çağdışı mı kaldık? Hayır; ne ihanet ne de milliyetçilik, zamana ve şartlara bağlı olamaz!

KARABASAN SENARYOSU

Varsayalım ki, Türk ordusu ve komutanlarına, AB kriterlerine göre “hadleri bildirildi” ve Anayasa değişiklikleriyle-Türkiye Cumhuriyeti’ni “iç” düşmanlara karşı korumak” hususundaki, Anayasal görevleri rafa kaldırıldı, sırasıyla YAŞ’ın, ordunun, iç disiplini ve bütünlüğüyle ilgili yetkileri kaldırıldı, TSK’nin belirli, kilit kurumlarda temsil edilmesine son verildi İmam Hatip Okulu mezunlarının Harp Okullarına girmelerinin yolu açıldı… Komutanların irticaî faaliyetlere, görünümlere karşı duyarlılıklarını belirtmeleri yasak edildi… Önce Kıbrıs’taki Türk varlığı, Türk ordusuyla birlikte gitti gider!.. Kıbrıs AB şemsiyesi altında fiilen ENOSİS’le Yunanistan’a “ilhak” edilmiş olacak, Ada ile ABD’nin ve AB’nin, yakın stratejik ve ekonomik ilgilerinin asıl maksadı ve boyutu bu! Türkiye’nin stratejik çıkarlarını bir yana, Türklüğü Anadolu’da nasıl “kontrol edecek” duruma geleceği “fiilen” anlaşılacak.

Güneydoğu, daha önce AB kriterlerine göre Kıbrıs’taki aynı mantıkla Kürt Federasyonuna ilhak edilecek ve ABD kuvvetlerinin stratejik geçit ve yerleşim merkezi olacak.

Anadolu’da kontrol altına konulacak Türkiye, “İkinci Cumhuriyet” Powell’in gafı değil ABD’nin gerçek tasavvuru, “Ilımlı İslâm Demokrasisi” olarak, Amerika’nın Büyük Orta Doğu Projesinin vitrini, koçbaşı olacak… Bu şartlarda Türkiye’nin, türbanlı, cüppeli, takkeli görünümü daha da yaygınlaşır. Hattâ İran ordusu gibi sakallı paşalarımız bile olur!

Atatürk “ilkelerine” gelince; belki bunlara karşı çıkmaya hemen cesaret edemeseler bile bu ilkeler, bir saygı ve sevgi ziyaretgâhı, iman tazeleme odağı o maktan çıkarılıp, âdeta arkeoloji müzesi hâline getirilecek olan Anıtkabir’de, bir yabancı yazarın dediği gibi, “rakı sofrasından arta kalan bayat sarı leblebiler” diye, ibret olsun için, teşhir edilir.

- Reklam -

VE AYDINLARIMIZ

Ve sonunda şimdi bütün bunlara yol açan, TSK sigortasını gevşetmek konusunda ukalâlık yarışı yapan aydınlarımıza ne oldu? İran’da aynı gafleti gösteren aydınlara olanlar onlara da olur. Asaf Hâlet Çelebi’nin dörtlüğünde olduğu gibi, “hocaların hacıların cüppeleri altında, ya kaybolurlar”, ortama uyarlar- ya da- yabancı ülkelere gidip- oradan gafletlerinin günahını çıkarırlar mı bilmiyorum -ama üniversitelerde konferaslar verir, yorumlarlar. Humeynî’den zılgıt yedikten sonra kaçan İranlı aydınlar gibi!

Pek âlâ, ne yapmalıyız? Gözlerimiz hâlâ Samsun’da, karaya çıkacakları mı beklemeliyiz? Bir işaretle babalarınızın 1919’da yaptıkları gibi tünelin ucunda hiçbir işaret olmadığı hâlde evlerini barklarını, yeni doğmuş çocuklarını bırakıp yeni baştan Türklüğü kurtarmak mücadelesine atıldıkları gibi, biz de mücadeleye nasıl atılalım? Bu çaresizlik, karabasan değil de nedir? İnsan hayâl ettiği müddetçe yaşadığı gibi belki de kâbuslar görerek uyanır! Ancak bu olup bitenlerin kâbus olduğunu bugünkü kuşaklara nasıl anlatalım?

Gençliğinde tarih kitaplarında Mütarekede, Anadolu’da İstiklâl Mücadelesi veren Atatürk ve arkadaşlarına “başı bozuk millîci çeteleri” diyen ve düşmanla işbirliği yapanları okuduğum zaman, “Bunlar nasıl çıkmışlar, bu hıyanet, gaflet ve dalâlet içinde nasıl bulunmuşlardı” diye hayret eder ve böyle bir şeyin Türkiye’de asla tekrarlanmayacağına inanırdım. Yanılmışım. Şimdiki hainler, tıpkı onlar gibiler… Bizlere “milliyetçiler” diyerek hakaret ettiklerine inanıyorlar. Millî Mücadelemizi, millî devlete bağlılığımızı Avrupa Birliği’ne ihanet sayıyorlar. Ancak Mütarekedeki, sonra yüz ellilik olacakların bir farkları vardı, onlar şimdi elden ele dolaştığı söylenen ve fakat benim, kendi “Yeni İstiklâl Mahkemesi” dosyamda, adları bulunanlardan bir farkları vardı. Bu farkı sonra dost olduğumuz Refik Halit (Karay) anlatacaktı: “Biz millete inanmamıştık, iyi niyetle saltanatı ve hiç olmazsa Anadolu’yu kurtaralım, bir maceraya kurban gitmeyelim diyorduk. Mustafa Kemal’e ve Türk milletine inanmamıştık… çok yanılmışız”.

İstiklâl Mahkemelerinin- “Üç Aliler Divanı”nın, Millî Mücadele esnasında ve sonrasında, neden vicdan rahatlığıyla idam kararları verdiklerini, şimdi o zamanki iş birlikçilerin ve hainlerin bugünkü haleflerine bakınca, daha iyi anlıyorum!

- Reklam -

RUMLARIN SEVİNCİ

Şu sırada, Rum-Yunan tarafından, Türkiye’deki manzaraları seyredenler, muhakkak, büyük sevinç içerisinde ellerini ovuşturmaktadırlar… Çünkü, Kıbrıs’taki nihaî emellerine-Türkleri adadan tasfiye edip-ENOSİS emeline- ulaşmak üzereler…. Türk tarafı, Kıbrıs fay hattı ile bölünmüş durumda. Kendileri “evet” de deseler, “hayır” da deseler, millî dâvalarında birlik içindeler. Bizim tarafta ise-görünüş o ki, “ver kurtulcuların” istedikleri olacak, AB ve ABD’nin kendi çeşitli çıkarları için kendi adamlarına, Annan ve danışmalarına hazırlattıkları plân uygulanacak ve sonunda Kıbrıs’tan önce Türkler, anıları, mezarları, bayraklarıyla ve de ordumuzla “gidecekler”-sonra da, Kıbrıs gidecek!..

Bunları, KKTC Cumhurbaşkanı TBMM’deki konuşmasında anlattı. Denktaş’ın bu hitabesi, Türk tarihine damgasını vuracak muhteşem bir konuşma, bir ibret belgesi idi. Türk milleti de öyle algılayacaktır. Ama kısa vâdede faydası olacak mı? New York’tan harekete geçirilen ihanet ve teslimiyet trenini artık durdurabilecek mi? Korkarım ki çok geç! Neticede Kıbrıs verilirse-daha doğrusu “verilince”, borsalar rahatlayacaktır ama asıl tarihin hükmü milletimiz açısından çok acı olacaktır.

DENKTAŞ MECLİSTE

Rauf Denktaş TBMM’de Kıbrıs gerçeklerini anlattı-tarihi anlattı-Kıbrıs Türklerinin acılarını anlattı. Rumların, Yunanlıların değişmez ENOSİS emellerini anlattı, Türk tarafının iyimserliğine ve çözüm isteğine rağmen Rumların neden yanaşmadıklarını hatırlattı. Ortaya çıkan bir şey vardı: TBMM’nin geçmiş kararlarına hattâ Başbakan Erdoğan’ın Kıbrıs’ta KKTC yıldönümünde söylediklerinden sonra, “ne değişti ki bunların tam tersi olan Annan Plânı kabul edilebilir oldu”? diye sordu. Hep birlikte sormak lâzım!

Denktaş’ın TBMM konuşması ve sonrasındaki yorumlar hususunda beni kahreden, Rumları, Yunanlıları ve Türkiye’nin düşmanlarını çok sevindiren husus, şimdiye kadar tek vücut-tek ses olduğumuz millî bir dâvadaki bölünmüşlüğümüzün TBMM’ye de yansıyan manzarası idi.

Yunan Başbakanı Güneylilere “siz nasıl oy verirseniz verin, yanınızdayız” derken, bizim Başbakanımız, Denktaş’ı desteklemek bir yana, onu sözleriyle arkadan vurması da yetmiyormuş gibi, kerhen de olsa-nezaket icabı da olsa, “Bunları çok dinledim” diye Meclise gelmemişti. Oysa önceleri yabancı liderler Mecliste konuşunca, ne diyeceklerini pekâlâ peşinen de bildiği hâlde, orada hazır ve nazır idi.

Meclise ancak yedi bakan gelmişti. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek de, “biz bunları çok dinledik” derken, aslında Denktaş’ın dile getirdiği gerçeklerden sıkıldıklarını, âdeta bir hasmı dinler gibi dinlediklerini yüzlerindeki buruk ifadeyle belli ettiler. AKP’li milletvekillerinin bir kısmı da anlamlı bir şekilde orada yoktular!

Genelkurmay Başkanının orda bulunmasından vazgeçtim; diğer komutan ve askerlerin bulunmamalarının da, disiplin gereği olduğunu anladım. Zaten, bu önceden, Orgeneral Özkök’ün bu hususta tarafsız kalacağını ifade etmesinden belli idi. Orgeneral, anlaşılan, bu hususta son kararı hakikaten ve fiilen, milletvekillerini hiç tesir altında bırakmadan, TBMM’ne bıraktığını vurgulamak istemiştir. Bütün bunların, bu manzaraların Rumlara ve dünyaya ne mesaj vereceğini siz düşünün! Siz Elen olsanız, Türkiye, sonunda bu hâllere geldiği için sevinmez misiniz?

MEDYA CEPHESİ

Denktaş’ın konuşmasını dinleyip de, Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs’ta ona hak vermeyip, referandumda hâlâ “Evet” yanlısı olabilmek için, herhâlde, millî duygulardan mahrum olmak ve başka emellere sahip olmak gerekir.

Maalesef, medyamızda genel manzara böyle. Konuşmadan sonra televizyonlarda bazı yorumları dinlerken, meslek adına utandım. “Türklük adına” demiyorum, çünkü bizim “yirmi beşliklerde” Türklük bilinci yok!

Bu verkurtulcu tayfası “yirmi beşlikler”, Denktaş’ı “tarihte yaşamakla” suçladılar. Avrupalıların, Amerikalılaran, Kıbrıs’la ve Annan’ın çözümüyle bu kadar ilgili olmalarının sebeplerini hiç irdelemeye gerek görmeden, aksine “Bize niçin karşı olsunlar? Böyle düşünmek paranoyadır -hem bizi artık AB korur” diyebildiler… KKTC’nin sahte bir devlet, Denktaş’ın da uydurma bir Cumhurbaşkanı olduğunu bile iddia ettiler.

TARİHİN VE MİLLETİN

HÜKMÜ

Ama ben, bu gafil ve hainlerin ne dediklerine ve ne diyeceklerine kızsam da, asıl milletimin ve sonunda da tarihin, bugün Kıbrıs’ı, yarın da aynı maksat ve mantıkla, millî çıkarlarımızı teslim etmeye hazır olanlar hakkında verecekleri hükmün önemli olacağına inanıyorum. Ve de Rauf Denktaş hakkındaki millet hükmünün ne olacağını da çok iyi biliyorum; Karşısındakiler tarihin çöp kutularında yerlerini bulacaklardır ama Denktaş Türk milletinin tarihine muhteşem bir Türk kahramanı olarak geçecektir.

Ve inanıyorum ki, milletimiz nankör değildir ve henüz üzerine ölü toprağı serilmemiştir…
 

Orkun'dan Seçmeler

GÖNÜL TİTRETMEK

Yakarış

- Reklam -