Ana Sayfa 1998-2012 Eğer hemen değilse ne vakit?

Eğer hemen değilse ne vakit?

BAKIYOR görmüyor, duyuyor idrâk etmiyor, yaşıyor fakat fark edemiyorsak; bu sis perdelerinin sarmaladığı durumu nasıl izah edebiliriz? Kurguların ehemmiyetsiz kuruntular lâfzıyla damgalanması, oynatılan kuklaları izleyenlerin, esrarengiz kuklacıyı hesaba katmadıkları anlamına gelmez. Mankurt psikozuna tutulmuş birileri var olabilir. Tarihin ve var oluşun yasası gereği; beyaz için siyah, iyi için kötü, mert için namert ve bozkurt için mankurt hep var olagelmiştir, gelecektir de…

- Reklam -

Zaman değirmeninin işlediği yegâne ham madde; insan ve onun düşe kalka binbir bâdire ile ruhunda imâl ettikleridir. Ve zaman bu kıymetleri öylesine işler ki; fani gökkubbenin altında kendine meydan okuyabilecek iki canlıyı azâd eder: Tarih ve kültür… Birkaç hece ile dudağımızdan dökülüveren bu iki kutsî kelimenin sinesinde,millet ve devlet kavramları yatmaktadır. Bu dört unsurun birini diğerinden ayrı düşünemeyiz… Çünkü, “kültür yenilmeden millet, tarih yenilmeden de devletler mağlûp edilemez!”(1)

Her hâl ve şartta, milletlerin kaderinin belirleyeni, karakterleri olmuştur. Millî karakter tarih boyunca gelişerek, millî ahlâkı ve millî kültürü bir sistem olarak vücûda getirir. Cemiyetlerin genel özelliği dinamik bir yapıya sahip oluşlarıdır. Sosyal yapılar içerisinde son nokta olarak nitelenen millet kavramı; dinamizmini, şaşmaz bir işleyişe sahip olan kültürden almaktadır. Milletlerin insicâmının sekteye uğraması, genelde; millî kültürün bireylerdeki yansıması olan millî kimliğin uykuda bulunduğu zamanlara tekabül eder. Bu gaflet süreçlerinin ortak yanı, millî gurur, millî şuur ve millî sıfatına hâiz bütün kavramların; gereksiz, hamâsî ve içi boş söylemler şeklinde algılanmaya başlanmasıdır. Geçmişte bu süreçlerin oluşmasında farklı âmiller söz konusu olsa da; günümüzde millî reflekslerin devre dışı bırakılmasında en etkili, belki de tek silâh kitle iletişim araçlarıdır. Makineleşmenin –ve baş döndürücü teknolojik gelişmelerin- bir parçasını teşkil eden modern kitle haberleşme vasıtaları, insanların kıymet sistemlerini istediği gibi yoğurmaktadır.(2) Kitle iletişim araçları kitlesel üretime yönelik yayınlarıyla toplumu tek tipleştirmenin ötesinde, bireyi de sığ bir aynîleşmeye uğratmıştır.(3) Rengârenk oluşuna rağmen, bu kirli psikolojik taarruzun nihâî emeli; bireylerdeki millî kimliği aşındırmak, dolayısıyla özgüveni zaafa uğratarak, şuursuz yığınlara dönüştürmektir. Bu amaca yönelik, bireyleri bir arada tutan değerleri gözden düşürücü fiillerin, şuurun zayıflamasına paralel olarak arttığı gözlenir. Millî benliğe yapılan bu taarruzun sebepleri irdelendiğinde, göreceli olarak farklı ama temelde çıkış noktalarının aynı olması; milletlerin maruz kaldıkları tehdit ve tehlikelerin vahâmetini ortaya koymaya yeter.

Batılı değer yargılarının, iletişim teknolojilerindeki hızlı ilerleme ve sınır tanımazlıkla doğru orantılı olarak, bütün dünyayı bir abluka altına almasının söz konusu old uğu zamanımızda; öz değerlerin batılı değerler karşısında yıpranması hâdisesi, gittikçe bir hayat memat meselesi olmaya başlamış durumdadır. Milletlerin soyut ufuklarının bekçisi olan millî şuur, kasıtlı ve yönlendirici uygulamaların baskıcı ortamında bulanıklaştırılarak, öncelikle psikolojik mutasyonlara zemin hazırlanmaktadır. Değerlerin her türlü sorgulamaya karşı zayıflatılmasını içeren bu kırılma noktasında, manipülasyonlar ile kalıplaşmış bir şuur -şuursuzluk- oluşturulmaktadır. Topyekûn bir şekilde millet dokusunu hedef alan bu fiiller bütününün ilk meyvesi, toplumun bir kısmını yada çoğunu kitleleşmeye doğru sürüklemesidir. Bu noktadan sonra bilinçaltının yönlendirilmesi daha kolaydır. Çünkü bu kitle bilinci içerisinde bireylerin aklî yetenekleri ve kişilikleri silinmektedir.(4) Sömürge mantalitesinin fizikî boyutu terk ederek, kültür ve onun bileşenlerinin barındığı soyut coğrafyayı hedef seçmesiyle ortaya çıkan, “yeni sömürgecilikte zor devreden çıkarılmış, onun yerini gönüllü teslimiyet almıştır(5)”. Şuur eksikliğinin bunalttığı sosyal yapıda artık önü alınamayan bir çelişkiler dizisi seyretmeye başlar ki; bunun en bariz belirtisi gündem adı altında gündemsizliğin hüküm sürmesidir…

Buraya kadar çizdiğimiz genel çerçevenin, günümüz Türk toplumunun bulunduğu hâl ile örtüştüğünü söyleyebiliriz. Konu üzerine değerlendirmeler yapan otoritelerin geneli; “maddî eksenli değişmeler ve baş döndürücü teknik ilerlemelere, manevî yapının ayak uydurmakta güçlük çektiğini vurgulamakta ve bir kültürel gecikme(6a)” sıkıntısına dikkat çekmektedir. Sosyal ilişkilerde sorunlara neden olan kültürel gecikme, ne kadar büyük bir zaman aralığına tekabül ederse, kültürel bozulma ve yozlaşma da o derece şiddetli olur.(6b) Son iki yüzyıla bakıldığında, Türk milletinin bu zalim sürece zoraki mahkûm edilişini üzülerek görmekteyiz. Sürekli değişimlerin yıprattığı dokumuzun artık bir kallus* yığını hâline gelmesi, kitleleştirilmeye maruz bırakılmamızın en mühim delili olsa gerek… Dimağlarımıza ve bilinçaltımıza zorla zerk edilen evrensellik zehrine hâlâ direnç gösterebiliyorsak, bunun tek açıklaması cevher-i aslîmizdir. Lâkin idealler yok ise cevher-i aslî neyler? Günümüz gençliğinin tutulduğu idealsizlik illeti; olsa olsa cevher-i aslîyi devre dışı bırakabilmek maksadı ile kültür emperyalistlerinin kurduğu hasis tuzaklardan biridir. Bugün Türk gençliğinden kendi kültürü, değerleri ve idealleri kıskanılmaktadır.(7) Zaten yoz kültür kodları sadece ve sadece idealsiz ruhlarda yeşerebilir.

Bir toplumun ahlâkı, onun kendisine hedef olarak koyduğu sistemle sıkı sıkıya ilgilidir. Bir toplum hangi hedefe gitmek istiyorsa ona uygun bir ahlâk sistemi geliştirmeye çalışacaktır.(8) Bu tesbiti tersinden düşünürsek, yozlaşan değerlerin yer etmeye başladığı Türk milleti artık hedefsizliğe mahkûm edilmiştir demekten kendimizi alamayız. Yediden yetmişe Türk ruhuna musallat olan yozlaşmayı, sosyal değişme gerçeğinin kaypaklığından faydalanarak, bir nevi modernleşme olarak sunanları tek kelimeyle istismarcı olarak nitelendirebiliriz. Millet olarak yaşadığımız en radikal son iki değişim evresi İmparatorluktan Cumhuriyet dönemine ve tek partili hayattan çok partili hayata geçiş dönemleridir. Bu iki dönem gerek ferdî sistem, gerekse sosyo-kültürel sistem bakımından toplumumuzun sarsıntısız atlattığı tezi savunulamaz.(9) Tarih boyunca Türk milleti bugün olduğu kadar kültür ve değer bunalımı yaşamamıştır herhalde… Gelecek kaygısının, ruhların doruklarına kadar sirayet etmesi, meydana gelen değişimlerin belirsizliğinden kaynaklanmaktadır. Bugün neyin değiştiği, yarın neyin değişeceğinin belirsiz olduğu bir ortam; dinamik ve yenilikçi bir toplumun gösterdiği bir sosyal hareketlilik değildir.(10) Bu durumun kültürel istikrarsızlığı tetikleyerek, millî dokudaki tahribatı arttıracağı bir gerçektir. Sosyal yapı ve kültürdeki bu tahribat, değişimler karşısında bireylerin uyum yeteneğini zayıflatmakla, toplumun öz değerlerini temel alarak değişimi millîleştirme hasleti işlemez hâle gelmektedir. Değişmelere uyum çabaları sürerken, devamlı olarak ortaya çıkan yeni değişme dalgaları, kitle hâlindeki insanların, sosyo-kültürel sistemlerin dayanamayacakları bir seviyeye ulaşarak bir “gelecek şoku” yaşanmasına zemin hazırlar.(11) Gelecek şokuna dûçar olan bireylerde kaygı had safhaya ulaşırken, sivil itaatsizlik yerini amaçsız şiddet gösterilerine bırakarak, toplumun önemli bir kısmında sorumsuzluk davranışı hâkim olur. Günümüzde televole kültürünün yaygınlığını, sorumluluktan kaçış tutumu olarak değerlendirebiliriz.

Kültür ve medeniyet savaşlarında asıl hedef, hasım güçleri psikolojik anlamda çökerterek, kendine güven mefhumunu ortadan kaldırmaktır. Öz güven bunalımına düşürülen toplumlarda, gönüllü beyin esareti kendiliğinden ortaya çıkan bir husustur. Millî ve manevî değerlerden uzaklaşmalar, millî kimlik surunda açılan gediği daha da büyütmektedir. Bireylerin bilinçaltında, kendini hor görme- aşağı görme duygusu; bu noktada şahsiyeti kuşatmaya başlayacaktır. Ayrıca millî bünyenin var oluşunu formüle eden değerler üzerinde âdeta bir kavram kargaşası fırtınası esmeye başlar ki; bu kültürün durulmasına mani olan bir husustur.

- Reklam -

Güvensizliğin renginin hâkim olduğu bu tabloda, artık millî yapılar kitle refleksleri ile hareket eder hâle gelirler. Kitle veya kalabalıklar, tarihîliği ve sürekliliği olmayan, protestocu niteliğe sahip oluşumlar olup; kitle-toplum aslında kitle insanların istatistikî bir yığılmasıdır.(12) Türk toplum yapısındaki marjinal grupların artışı, kitleleştirilmeye başladığımızın bir işareti olarak algılanabilir. Kitle-insanı, anonim oluşları, duygusallığı, aklî denetimin erimesi ve kişisel sorumluluğun yok olması özellikleri ile tanımlanabilir. Kitleleşme, gelenek ve törelerin koruyucu, yön verici ve yönetici, çerçevelenmiş yapısını kırarak, ferdi kalabalıklar içinde yalnız bırakmıştır.(13)

Millî kültürün membaı olan toplum yapıları bu sebeple mutlaka korunmalı ve kitleleşmeyi engelleyici savunma reflekslerine sahip kılınmalıdır. Millî kültür bakımından muhafazakâr bir tutum izlemesi gereken sivil toplum kuruluşlarının var olması hayatî bir konu olup; ana iskeleti milliyetçi-Türkçü yaklaşım ve felsefelerin oluşturması gerekmektedir. Küreselleşme canavarının kolayca yutacağı bir lokma olmamak için Türk milletinin fert fert uyanışa geçmesi şarttır. Gaflet hâlet-i ruhiyesinin karanlık dehlizlerinden milleti çıkaracak tek güç olan milliyetçi tavrın, kamuoyuna hâkim konuma artık geçmesi gerekir. Topyekûn bir taarruza maruz kalan milleti olması gereken yere tekrar çıkarması gereken milliyetçi-Türkçü çizginin, evvel emirde bir öz muhasebe yapması lüzumu vardır. Bağrından yeşerdiği Türk milletine ulaşamayışının sebeplerini tesbit etmenin yanı sıra; Türk milliyetçileri, yekpare bir duruşu sağlamak zorundadırlar. Atalete ve pasif dirence odaklanmış, Türk ülküsünün entellektüelleri derhal; içinde bulunduğumuz şartların gerektirdiği radikal çıkış ve çareleri hayata geçirmelidir. Kitle iletişim araçlarının Türk milleti üzerinde oluşturduğu narkoz etkisini ortadan kaldırmalı ve her Türk’ün ruhunda var olduğunu bildiğimiz bozkurdu hapsedildiği yerden azad etmelidir. Koskoca bir Türk dünyası gözünü dikmiş, 21. yüzyılın Kür-Şad’ını ve yiğitlerini beklemektedir. Bu vakte kadar izlenen tutumların Türklüğe gereken şahlanışı getirmediği ve artık daha etkili bir strateji izlenmesinin şart olduğu ortadadır. Ruhumuzun koridorlarına örülen Çin Seddi’ni aşmaya korkarak Türk’ün yüzü güldürülemez. Zaman; geçmişten ders almak, muhasebe yapmak ve Türk ülküsünün Türk milleti için eskimez bir yeni olduğunu, Türk milletine unutmamak üzere hatırlatmak zamanıdır. Eğer hemen değilse, ne vakit?

Amacı aynı lâkin muhtevası değişmiş saldırılara uğrayan Türk milletine, Türkçü ruhun kollarını açmış ve kucaklamak üzere beklediğini hatırlatarak şöyle bitiriyorum:

“Ey koca ve yüce Türk! Devşirmeler seni devşirmeden, sen aklını başına devşir…”

Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin!

- Reklam -

DİPNOTLARI

* Kallus: Farklılaşmamış hücre yığını.

(1, 6a, 6b, 7) Doç. Dr. Özcan YENİÇERİ, Kültürel Tehditler Karşısında Türk Kültürünün Geleceği, 2023, Temmuz 2002.

(2, 8) Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, s: 197 ve 102.

(3) Doç. Dr. Özcan YENİÇERİ, Zihinsel İnşa Aracı Olarak İletişim ve Medya, 2023, Ekim 2002.

(4) Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi, s: 25.

(5) Doç. Dr. Özcan YENİÇERİ, Yeni Sömürgeciliğe Karşı Yine Milliyetçilik, 2023, Kasım 2002.

(9) Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN, Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, s: 157.

(10, 11) Prof. Dr. Feyzullah EROĞLU, Küreselleşme Sürecinde Yönetim Krizi ve Çözüm Yolları, s: 212.

(12, 13) Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN, Millî Kimliğin Yükselişi, Niçin Milletleşme?, s: 43, 45, 46, 47.
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -