Şef, adamlarını toplayıp dedi ki: “Arkadaşlar, kaç oyumuz eksik?” Cevap verdiler: “12”. “O hâlde, dedi şef, hemen gidip biraz oy toplayın!”
Adamlar gidip çalıştılar. Dönüp gelince hesap yaptılar, ancak 6 oy toplanabilmişti. Şef: “Naapalım, dedi, biz de böyle oylamaya gideriz.”
Çıkarılacak kanun basitti: “Vatandaşlar oylarını seçim sandığında kullanırlar”.
Ancak,büyük reis bunu uygun bulmayıp geri gönderdi. Bunun üzerine, şef ve adamları kanunda biraz değişiklik yaptılar: “Bazı vatandaşlar, oylarını seçim sandıklarında birkaç kere kullanabilirler”.
Kanun yeni şekliyle büyük reise gitti. O da inceleyip hükmünü bildirdi: “Olur mu böyle şey? O zaman 4,5 milyon fazla oy çıkar”.
Ama kanun kanundur. Fazla oy çıkarsa çıkar, çıkmazsa çıkmaz.
Muhalefetin aklı bu hesaba yatmamıştı. Kanunu büyük yargıca götürdüler. O da ciddi ciddi inceledi. Verdiği karar kesindi: Bu kanun geçersizdir.
Şefin de, adamlarının da canı sıkılmıştı.
Tam o sırada, şefin mutemedi ortaya bir fikir attı. “Seçilecek aday mutlaka dindar olmalı”.
Hepsi bu beyanı makul bul dular. Ancak, bir mesele vardı: Adayların dindar olup olmadığı nasıl anlaşılacaktı? Uzun uzun tartıştılar. Sonunda danışmanlardan biri:”Kolayı var, dedi, bu konuda çalışacak bir teşkilât kuralım. İncelemeleri o yapsın. Böylece tarafsız bir kuruluş görünümü de verilmiş olur”.
Şefin gözleri parladı. “Hem de, dedi, böyle geniş bir teşkilâtta çalışacak çok adam lâzım. Bu da istihdamın artmasını, yani işsizliğin azalmasını sağlar. Ayrıca, bizi destekleyenlere de yeni iş kapısı açmış oluruz”.
Danışman: ”Efendim, dedi, daha parlak bir fikrim var. Bir makine yapalım. İnsanlar dindarlıklarını bu makineye girip çıkarak ispatlasınlar”.
“Böyle bir makine ne kadar zamanda yapılır?”
“Biraz zaman alır. Ama, acelemiz var diyorsanız, makine yerine sözlü sınav açarız. Biz de hakem oluruz. Sınavı kazananı gerçek vatandaş olarak ilân ederiz”.
“Peki, bunu hallettik. Şimdi ikinci konuya gelelim. Bu seçimde bebeklerin de aday olmasını sağlamalıyız. Böylece oylarımız çok artar. Bunun için kanun çıkaralım.”
Mesele encümene havale edildi. Orada da hızlı bir tartışma yaşandı. Meselenin esasına itiraz eden yoktu. Ama, üyelerin bir kısmı, aday olacak bebeklerin, analarından süt emecek çağı geçmiş olmasını, bazıları yürümeye başlamasını, bazıları da hiç olmazsa ana-baba diyebilmesini şart görüyorlardı. Sonunda büyük uzlaşma sağlandı. Adayların her üç şartı da taşıması karara bağlandı. Fakat, bu defa da gereken çoğunluk sağlanamadığı için taslak, kanun hâline gelemedi.
Şef: “Zararı yok, dedi, biz dindar bebekleri listemize koyarız. İkinci yargıç beğenmezse günah bizden gitmiş olur”.
Bu konu da maharetle hâlledilmişti. İyi de, nöbetçi kumandan bakalım buna ne diyecekti? Beklenen tepki gece yarısı geldi: Bu saçmalıklara bir son verilmeliydi.
Encümen üyelerinden biri: “Yahu, dedi, bu adamı niye emekli etmiyoruz ki?”
Onu azarlayıp “Kes sesini, dediler, başımıza iş mi açmak istiyorsun?”
Şef:”Bu konuyu asıl ulemaya sormalı” diyordu. Ulema dedikleri, gün görmüş bir pîr- fâni idi. Kerametleri saymakla bitmiyordu. Hattâ bazıları onun uçtuğunu bile söylüyorlardı. Ulemaya gittiler. Kapıyı üçüncü karısı açtı. Maksatlarını anlatınca, kadın içeri seslendi: “Efendi, efendi, istişareye gelmişler”. Ulema o ğün sıkıntılıydı. “Yok dersin, yok dersin, evde yokum, anlamıyor musun?” Kadın aynen tekrarladı: “Yok dersin, yo dersin, evde yokum, anlamadın mı?” Danışmaya gelenler çaresiz geri döndüler. “Besbelli bu işe bulaşmak istemiyor” diye düşünüyorlardı.
Son defa toplanıp konuştular. Hepsi dertliydi: “Erken seçim dedik ama, bu gidişle normal vaktinde bile seçim yapılamayacak” diyorlardı. Ah ah, şu büyük reis, bir de şu muhalefet olmasa işler nasıl kolaylaşacaktı. İkinci danışman: “Nasıl olsa çoğunluk bizde, muhalefeti lağv edelim” diye bir fikir ileri sürdü. Önce bu buluşa sevindiler ama sonra şef: ”Çocuklar, dedi, bugün için iyi. Ama, yarın maazallah biz muhalefete düşersek ne olacak?”
Bunu düşünmemişlerdi. Uzak görüşü için hep birden şefe alkış tuttular.
Erken de olsa, geç de olsa seçim kaçınılmazdı. Gidip gelmemek vardı. Birbirlerine sarılıp ağlaştılar. Bir taraftan da, gelen gazetecilere gülücükler dağıtıyorlardı.
Memleketin birinde demokrasi yürüyüp gidiyordu.