Ana Sayfa 1998-2012 Dışardan Müdahaleler Karşısında Ne Yapmalıyız?

Dışardan Müdahaleler Karşısında Ne Yapmalıyız?

Şubat 2001 krizini takip eden günler ve çok hızlı gelişen olaylar.

- Reklam -

Her kafadan bir ses çıkıyor!..

Denizler ötesinden, uzak diyarlardan ithal edilen ve parlâmento dışından tepeden inme yapılan bir bakan. Bu gelişmeleri kabul eden siyasî zihniyet ve topluma bu oldu bittileri kabul ettirme becerileri.

Her kafadan bir ses çıkıyor!..

Kimi diyor: “Mucizeler yaratacak, Türkiye’nin önünü açacak.” “Yolsuzluk, rüşvet, hortumlamanın kökünü kazıyacak” “Türkiye’ye para yağacak, işsizlik yok olacak, refah tabana yayılacak.”

Sanki elindeki sihirli değnek, dokunduğu altın olacak.

“Halktan biri”, “içimizden biri”, “taksicilerle oturdu sohbet ile ekonomiden, özelleştirmelerden, gelecekten söz etti.”

- Reklam -

Herkes mutlu, umutlu.

Dış güdümlü medyamızın bu haber bombardımanı sürmekte ve de yaratılan bu tepeden inme siyasetçinin Türk siyasetinde lider yapılacağı güne kadar da bu pompalama sürecek gibi.

Her kafadan bir ses çıkmaya devam ediyor.

Sadrazam dedesinin başının nasıl kesildiğinden, kellesinin bal torbasında nasıl İstanbul’a getirildiğinden tutun da; babasının (Rıza Derviş) aristokrat bir ticaret erbabı, anasının aslen Alman, ikinci karısının Amerikalı olduğuna kadar; kendisinin bir dönem Cem Boyner ile beraber Yeni Demokrasi Hareketi içersinde yer almış, bir dönem Ecevit’e danışmanlık yapmış bir sosyal demokrat ve de katıksız solcu olduğunu da bu arada kendi beyanlarıyla kamuoyu öğrenmiş oldu.

Rivayet muhtelif, bir yazar tarafından (Yalçın Küçük-Aydınlık 11 Mart 2001 sayı 712) sayın bakanın büyük babası Celâl Derviş’in Zekeriya Sertel’in karısı Sabiha Sertel’in kardeşi olduğundan bahisle; Zekeriya Sertel’in anlatımına dayanarak Sabetayist kökenli olduğu dahi iddia edildi.

- Reklam -

Merkez Bankası başkanlığı için çağrıldığı iddia edilen, dışardan bakan atanabilen sayın bakanın hükûmete nereden ve kim tarafından tavsiye edildiği soruları ne yazık ki cevapsız kaldı.

Bu konudaki birbirini tutmayan cevaplar pek doyurucu gelmedi bize.

27 Nisan 2001 tarihli Hürriyet gazetesi 9. sayfasındaki bir haberde Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn’un Le Monde gazetesindeki açıklaması özet olarak yayınlandı.

“Türkiye, bozulmakta olan ekonomisini su üstüne çıkarmak için sermaye arayışında” başlıklı haber/yorumda “Ankara’da ekonominin yeni sorumlusu olan Dünya Bankasının eski başkan yardımcısı Kemal Derviş birçok cephede mücadele veriyor.” şeklindeki açıklamasına karşı, sorulan bir soruya “başlangıç olarak Kemal Derviş’i gönderdik.” ifadesiyle verdiği cevap acaba bizim Türk kamuoyu olarak aradığımız cevap mıydı?

Türk siyasetini yönlendirmekte gayretlerini devletüstü bir konuma oturtmak isteyen sayın Rahmi Koç’un Sofya’daki Ramstor açılışında yaptığı açıklamalar da Wolfensohn’u teyid eder mahiyette olmuştur.

Genelde haksızlık etmeyelim diyoruz, ama ne var ki kafadaki soru işaretleri gittikçe çoğalıyor.

Ortalığı karıştırmakta pek mahir bazı köşe yazarları, komplo teorisi uzmanları, konuyu çoktan kaşımaya başladılar.

Kafamız gittikçe karışıyor.

Koalisyon ortağı bir siyasî parti lideri bile basına intikal ettiğinden öğrendiğimiz kadarı ile “-sayın bakan siz kimin adamısınız, kimi tems il ediyorsunuz” diye sormak mecburiyetinde kaldığına göre (Hürriyet 12.05. 2001) bizde soruyoruz.

Sayın bakanı Türkiye’ye çağrılması konusunda perde arkasındaki hususlar hakkında açıklama yapılsın.

Yoksa bu polemik sürer, asıllı veya asılsız olduğu henüz belli olmayan iddialarla kafalar karışmaya devam eder.

Ya mazallah Wolfensohn’un ve Koç’un dediği doğruysa?

•••

Sayın bakanın Amerikalı hanımının da Türkiye’ye geldiğini ve önümüzdeki günlerde eşiyle beraber Anadolu turnesine çıkacağını, Türk halkına ekonomik programı anlatıp, halk desteğini almaya çalışacağını da öğrenmiş olduk.

Daha işin başında, ekonomik programı hükûmet ortakları henüz bilmezken halk desteğinin arkasında olduğunu açıklayan parlak demeçlerini dinlemiştik.

Halkın desteğini daha başlangıçta aldığını ifade eden sayın bakanın şimdi durup durduk yerde yurt gezilerine çıkmayı plânlamasındaki amacı ne ola ki?

Yoksa bazı konuşmalarda dil sürçmesi olup olmadığı anlaşılamayan “biz” diye başlayan bir siyasî hareketin olgunlaştırılması mı?

Yoksa bazı holding patronlarının gönlünden geçenler ile Alman bankacıların (Deutsche Bank Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Rolf BREUER) “siz başbakan olmalısınız” iltifatlarından mı etkilenmiş acaba?

Ya Amerika’daki dostlar, batılı iş çevreleri, koruyucu melekler, gizli-açık kuruluşlarla kişiler sayın Derviş’in birden bire siyasete girmesini istemiyorlar; ya da o çevreler, ortamın Derviş lehine olgunlaşmasını bekliyorlar.

Bu durumda olgunlaşma için ise meydanlarda dolaşmak, biraz medya destekli propaganda gerekecek gibi.

Batılı dostlarımız, özellikle ABD ulusal çıkarlarına hizmet edecek her kişi ve kuruluşu desteklemekte oldukça mahirdir.

Geçmişte bunun örnekleri görülmüştür. 1982’de Türkiye’de ara yönetimden siyasete dönme zaman diliminde parti kurulmasına yeni yeni izin verildiği ve de bazı kişilerin veto edildiği dönemde Washington Turgut Özal’ın parti kurmasına engel olunmamasını istememiş miydi?

IMF ve Dünya Bankası’ndan alınan buyrukları virgülünü değiştirmeden kabul ettirme becerisine sahip, BUSH imzalı mektupla tam destek verilen bir bakanın başbakanlığa giden siyaset yolunun açılmasından daha uygun ne olabilir?

Washington bu evsafta ve bu standartta bir kişiyi kolay kolay nereden bulabilir?

Bu çerçevede ABD’nin hazine bakanı, IMF’si, Dünya Bankası Türkiye’de “yeni yüzler ve yeni siyasal sistem arayışlarına” öncülük yapan demeçler vermedi mi?

Arife tarif ne gerek, emriniz başımız üstüne. Gereği hemen yerine getirilecektir.

•••

Sayın Derviş’in ve onu siyasette görevli kılan çevrenin iki şeye güvendiğini görüyoruz.

1- Dış destek;

2- Kamuoyundaki havası.

Genelde bu iki unsur Türkiye tipi siyasette yüzde yüz garanti sağlamasa da desinformasyonu kullanma becerisine sahip aktif güçlerin çalışmalarıyla, yeterince tanınmadığı ve mevcut siyasilerden soğuduğu için kamuoyu desteği yaratılabilir.

“Bizli” başlayan siyaseti, “bizim partiye” dönüşüp; “bizim parti iktidara”, “Derviş başbakan” sloganları ile renklenecek gibi görüyoruz.

Türkiye’de “yeni yüzler ve yeni siyasal sistem” arayışlarına öncülük yapan dış bağlantılı siyaset bezirganlarının, uluslararası bağlantılı iş çevrelerinin gözü aydın.

Değişim meraklısı mütareke basınımızın ön plâna çıkarıp umuda dönüştürdüğü bu muhterem kişi; siyaset cambazlarının kötü yönetimi sonucu ülkeyi sıkıntılara sürükleyen siyasî kadrolara tepki olarak “denize düşen yılana sarılır” misâli kerhen de olsa halkın desteğini alacak bir konuma getirilmeye çalışılıyor.

•••

IMF’ye gönderilen Türk hükûmetini bağlayıcı taahhütleri içeren iyi niyet mektubunun 3 Mayıs 2001 tarihini taşıdığının altını çizdikten sonra:

a- Bu mektubun bakanlar kuruluna ve liderlerin imzasına 4 Mayıs’ta getirildiğini;

b- Uzun tartışmalardan sonra 10 Mayıs’ta kesin hâle gelen ve IMF’ye gönderildiği zannedilirken;

c- 15-16 Mayıs’ta Washington’da açıklanan bu mektubun gerçekte 3 Mayıs’ta IMF’ye verildiğini koalisyon ortağı bir sayın liderin açıklamalarından öğrenmiş bulunuyoruz.

IMF’ye verildikten sonra liderlere imzaya gönderilen bu mektup örneğinde yaşananlar dilimizde emrivaki diye tanımlanabilir. Politik ve siyasî teamüllerin dışında bir cesareti gösterir. Gereken cevap verilmediği için alışkanlık yapar, bu tip davranışlar sürür gider. Ayrıca mektubun Washington’da açıklanması da Türk hükûmetinin IMF’nin dayattığı her öneriyi kayıtsız şartsız kabul ettiğini dünya kamuoyuna duyurmaktır.

Bütün bu olup bitenlere bilerek ses çıkarmamak, çıkaramamak hepsinden daha acı veriyor bize.

Türk milletini bu duruma düşürmeye kimsenin hakkı yoktur.

•••

Petrol ve doğalgazın en bereketli kaynakları büyük Allah’ın bir hikmeti Orta Asya’da bulunmakta.

Bu coğrafyanın adı TURAN.

Ziya Gökalp’ın üstüne şiir yazdığı, Enver Paşa’nın uğruna şehit olduğu, biz Türkçülerin rüyalarını süsleyen Coğrafya. TURAN!..

“Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan;

Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir, TURAN!..

Amerika ve Rusya, bizim Turanımız üzerinde “tek kutuplu dünyanın” hâkimi olma sürecini başlattılar.

Turan’daki petrol ve doğalgazın tabiî ki turşusu kurulmayacak, kaynaklar dünyaya pazarlanacak. Ne var ki bu pazarlamada Türklerin söz sahibi olması istenmemektedir.

Bütün ayak oyunları onun içindir.

Anadolu Türkü ile Turan türkü arasına nifak sokulmaktadır. Ulu Türkistan’ın, büyük Turan’ın yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile Türklerin elinde kullanılıyor olması istenmemektedir.

Ortada Bakü-Ceyhan Boru Hattı tasarısı dururken, Turan enerjisi Rusya üzerinde Boğazlar yolu ile Batıya akıtılmaya çalışılıyor. Mavi Akımla da Rusya’nın Turan fikrine karşı zaferi ilân ediliyor.

Bu tarihî gaflete ve hıyanete sebep olanlar aklansa da, paklansa da Türk milliyetçileri Türkçüler tarafından hiçbir zaman affedilmeyeceklerdir.

•••

Vazgeçilmez müttefikimiz ABD’nin bize mektup yazma alışkanlığı vardır. Bu son mektubun temenni mektubu mu, uyarı mektubu mu, destek mektubu mu olduğunu tam kavrayamamıza rağmen aba altından sopa göstermek olduğunu anlamak için kahin olmak gerekmemektedir.

Johnson’nun haklı olduğumuz Kıbrıs konusundaki 1963 tarihli küstah mektubundan sonra 9 Mayıs 2001 tarihinde ABD’nin Ankara büyükelçisi Robert Pearson vasıtasıyla önce suretini daha sonra Grosmann’ın 11 Mayıs 2001 tarihinde Ankara ziyaretinde Başbakanımıza aslının elden takdim edildiği Bush’un mektubu ne yazık ki tarihe geçecek bir vesayet belgesi niteliğindedir.

Türkiye’de partilere dayalı siyaset, insiyatifini kaybetmiştir. Ve kaybedilen bu insiyatifi birileri bizim namımıza kullanmak cesareti ile mektup yazabilmekte, tavsiyelerde bulunabilmektedir.

Egemenliğin sulandırılmaya çalışıldığı bugünlerde gereken tepki maalesef gösterilememektedir.

•••

Türk milliyetçileri, Türkçüler olarak bütün bu olumsuz gelişmeleri iyi değerlendirmek ve bir takım tedbirler almak zorundayız.

İçerdeki bozuk siyasî ve ekonomik denge Türkiye’de “Devleti hantallaştırmış devlet, kaynakları kötü kullanır hâle getirmiş.” Bu teşhis doğrudur. Ne var ki tedbir olarak “devleti küçültün” diyen içerdeki ve dışardaki güç odaklarının bu arzusu kabul edilemez.

Bir yanlış, başka bir yanlışla düzeltilemez.

Devletin kötü işlediği ve kaynak israfına yol açtığı doğrudur. Ancak bu bozukluğun düzeltilmesinin yolu devleti küçültmek değil, bozukluğa neden olan faktörleri ortadan kaldırmaktır.

Refahın tabana yayılmasını sağlayacak, yoklukta değil refahta eşitliği amaçlayan toplumsal demokrasinin âcilen gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Bunu gerçekleştirebilmek için siyaset-ekonomi ilişkisi dengelenmeli, toplumun değişik kesimlerindeki çıkar grupları siyasal örgütlenme içine girerek sisteme katılmalıdırlar. Bu gruplar kendi çıkarlarını ön plãna alacakları için, kaynakların dağılımı ve kullanımındaki çarpıklıklar, aksaklıklar ortadan kalkacaktır.

Çiftçi, köylü, işçi, memur, sanayici, ticaret erbabı kendi çıkarlarını dengelediği zaman sorunlar çözülmeye başlayacaktır.

Devleti küçültün diyenler samimî değillerdir. Türkiye’de devlet zaten küçüktür. Avrupa’da devlet millî gelirin % 45’ini topluyor ve sosyalhedefleri koruyarak harcıyor. Bizdeki oran % 20-22’dir. Kayıt dışı ekonomi de göz önüne alınırsa bu oran % 15’in altına inmektedir.

Devletin kaynakları ve kurumları özelleştirilsin diyenlerin gerçek amacı yağma düzeninde içerdeki ve dışardaki sermayenin tekeline kaynakları peşkeş çekmektir. Bunun neticesi Türkiye ekonomisi çok uluslu şirketlerin ve yabancı büyük devletlerin güdümüne girecektir. Bu durumda ne ekonomi, ne politika ,ne ulusal güvenlik kalır.

“Türkiye Türkler tarafından idare edilemeyecek kadar önemlidir” diyebilenlerin böyle bir sonucun özlemi içerisinde olduğunu biliyoruz.

Oyun bozulacaktır. Türk milliyetçileri, Türkçüler taviz almadan taviz vermemeli; teslimiyetçi bir politika izlememeli ve menfaatlerimizden yapılan fedakârlıkların, egemenliğimizin yok edilmesine yol açacak bir mecraya sürüklenmesini önlemek amacını gütmelidirler.

Batının sömürge kültürünün oldukça yüksek ve sabıka dosyasının kabarık olduğunu hatırda tutup gerek yer üstü, gerek yer altı kaynaklarını ve tarım, gıda sektörünü uluslararası kartelleşmiş gruplara kaptırmamalı, kendi işletmelidir. Bunun için gereken yapılacaktır. Gerekirse yeni bir dünyada Türkiye yeni şartlarla yerini alacaktır.

DİL BİR; BAYRAK BİR; MİLLET BİR; VATAN BİRDİR

CİHAN DURDUKÇA, TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR
 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -