Ana Sayfa 1998-2012 “Devletin kendi milletine hakikatleri söylemesi lâzım”

“Devletin kendi milletine hakikatleri söylemesi lâzım”

MG- Batının ve Hiristiyan âleminin bu haçlı seferleri taktiği, Irak ve Suriye’de iktidarda olan BAAS partileri. Baas partisini kuranlar Yahudi asıllı olanlar. 8 yıl İran- Irak harbi oldu. 2 müslüman ülkeyi birbirine kırdırdılar. Bunun kaynağını kim sağladı? Batıyla ilişkisi olan ŞEYHLER, KRALLAR ve Amerika, Avrupa bunu desteklediler. Ne olmuş oldu?

- Reklam -

Kim kime oldu? İki müslüman ülke birbirine. Bunu da yapan kim? Yahudilerin kurduğu BAAS Partisinin yönettiği paşalar olan SADDAM’dır veya Suriye’de ESAD’dır

Kİ- 60 milyon dolarlık da savaş malzemesi aldılar. Vaktiyle ben Enerji Bakanı iken her hafta boru hattına 10 milyar dolar borç ödemedik diye kesen SADDAM’a 2 milyar dolarlık gıda maddesini kredi ile verdik. Halen çoğunu almış değiliz, çünkü savaş hâlinde dış dünyayla ilişkileri kesti. Türkiye o zaman eğer isteseydi uydurma bir şirket kurup 10 milyar dolarlık silâh da satabilirdi. Bir kuruşluk da silâh satmadı, savaştan sonra yine Irak bize sırtını çevirdi, gitti başkaları ile iş gördü. Kuveyt’in kurtuluş harekâtına 1991’de büyük katkıda bulunan memleketlerden biriyiz. Kurtulduktan sonra Sn. Başbakan Yıldırım AKBULUT gittiler. Bize hiçbir proje vermediler. Sonunda bir tek verdikleri proje mayın ayıklama projesi. Hepsi batı dünyasına. Yunanlılara gitti. Bizim din kardeşlerimiz her zaman kan kardeşlerimiz olamıyor!

MG- Batılılar diyebiliriz ki, bütün bu müslüman ülkelerini birbirine düşürmek için böl, parçala hükmet taktiğini hâlâ tatbik ediyorlar. Bunda, bizlerin hatası nedir?.

Kİ- Daha akıllı davranıyorsa, niye benden daha akıllıdır? Diye şikâyet etmeye hakkımız yok.

MG- AB’ye girecek miyiz? Bir ihtimâl varsa kaç yıl sonra?

Kİ- AB deminden beri konuştuğumuz nesneler, din faktörünün bugün, dünya ilişkilerinde yeniden ortaya çıkması, bir duvar haline getirilmesi neticesi, bizi tam üye olarak alması düşünülemez. Mümkün de değil. Bizi tümüyle koparmak istemiyor. Bizi oyalamak suretiyle daima taviz alma politikası uyguluyor. Bunda da son derece başarılı oluyor. Soğuk savaş döneminde bize muhtaçtı, bize iltifat ediyordu. Hakikaten soğuk savaş dönemimde Türkiye’nin AB üyesi olması çok önemli idi. Neden? Güvenlik bakımından NATO, ekonomik bakımından AB. Bugün soğuk savaş bitti, dünya değişti. AB eski AB değil. Her şey değişti, dinamikler değişti, Türkiye’nin önüne 600 milyonluk bir pazar açıldı, 400 milyonu Karadeniz, 200 milyonu Ortadoğu olarak. Olmazsa olmaz olmaktan çıktı AB. Daha akıllı daha hesaplı düşünür bir politikaya gitmek lâzımken Türkiye’ninki tam bir teslimiyet. Avrupa bunu istismar ediyor, kullanıyor.

- Reklam -

Sonunda 15-20 yıl sonrası. Sn. Chirac 15-20 yıl sürer dedi. Bu arada da mütemadiyen taviz, taviz. Ermeni iddiaları, tazminat. Topraklar verin, BM‘ler. Bizi federal sisteme götürmek, üniter yapımızı değiştirmek.

Avrupa’nın istemediği biçime çapa indirmek, yönetmek.

Bugün BM 55 devletle kuruldu. Şu an 192. Bu kendiliğinden olmadı. Bunu ne kadar bölerseniz idaresi o kadar kolay olur.

Bugün Türkiye bu durumda ve hedef hâlinde. AB bugün bizim için hayatî olmaktan çıkmıştır.

Türkiye’nin bir gerçeği kabul etmesi lâzım. AB bizi almaz. Soğuk savaştan sonra, aile birliği ön plâna geçti. Ailenin özelliği ne ? Aynı din ve kültürden olmak. Nitekim 6 hiristiyan demokrat partinin Brüksel toplantısından sonra Belçika eski Başbakanı dedi ki, “Bu bir kültür beraberliğidir, bu bir din beraberliğidir. Türkiye bu kültürden değil,aramızda yeri yok.”

- Reklam -

Bunu herkes söylüyor. Almanya’nın eski Başbakanı Kohl da dahil olmak üzere. Türkiye hepsine kulağını tıkıyor. Türkiye’nin maalesef bazı düşünce tarzı bazı çevrelerin. Türkiye demek yanlış olur. Burada benim çok üzüldüğüm hâdise, insanımıza boş hayâllerin verilmesi. Bunu ilk 1995 Gümrük Birliği ki, esasen yürüyen bir süreçti. Bunu yeni bir anlaşma, AB’ye girdik havasında Anadolu insanını neredeyse bagajını hazırlayıp yola çıkma durumuna getirdiler. 2 sene sonra 1997 Lüksemburg toplantısında anlaşıldı ki, aday bile değiliz, 1999 Helsinki hezimeti, onu da böyle şaşaayla ile hoş geldin Avrupa, girdik Avrupa’ya diye tanıttık. Medyamız manşetlerle, patlama noktasına gelen televizyon ekranları, gene Anadolu’nun zavallı insanları tamam dediler. Bu sefer artık hepimize iş kapısı açıldı. Ver elini Avrupa, İngiltere, Avrupa kapı kapı yer bul neredeyse. Baktılar aradan 6 sene geçti, hiç bir şey yok.

Bu sefer Aralık 2004’de tarih meselesi oldu. Tamam ne oldu. Kızılay meydanında mitingler, davul zurna, kurbanlar, zafer çığlıkları. Pek iyi verilenler, insanlar bir noktada açık veriyor.

Başbakanın gazetede itirafı var. 17 Aralık’ta belge imzalarken içimde bir şey koptu KIBRIS’la ilgili olarak. O zaman o kopukluğu gösterseydin! Masadan kalksaydın! Niye teslimiyet içine girdin? Bu k onularda Türkiye’nin artık bir değerlendirme yapması lâzım. Gerçekleri kabullenmesi lâzım. Türkiye başkalarının kendisi için düşünmesini beklememelidir! Kendi kaynaklarının işletilmesini başkalarına havale etmemelidir. Türkiye meselelerinin çözüm merkezi TÜRKİYE’dir. Kendiniz mobilize olacaksınız , silkineceksiniz, kendinizle yarışacaksınız.

Milletin onurunu ayağa kaldıracaksın. Japonların yaptığı gibi. 2 atom bombası intikamını ne yaptı? Amerika’ya 70 milyar dolar yatırım yaparak karşılık verdi. Bir ara Rockfeller merkezini 800 milyon dolara satın aldı. Sonra başka bir Amerikalı merkezi satın aldı.

Bizde bu durumlar yok. Maalesef biz çok aşırı bir madde toplumu olduk. Manevî değerlerimizi kaybettik. Tarihimizle bağımızı kopardık. Tam bir teslimiyet içerisinde mağlûp olmuş insanların muamelesini kabullenmek noktasına getirildik. Bizi bu noktaya getirenler utansın.

MG- Bunda hata hepimizindir diyebilir miyim?

Ki- Ben 30-40 yıldır çalışırım, bir dış Türkler politikası yok. Bu mesajları vermeye çalışıyorum ve vermek de lâzım. Türkiye bugün hakikaten büyük bir tehlike çemberi içindedir. Bu çemberi kırmamız lâzım. Ancak, çemberi kırabilmek, TÜRK DEVLETİ’nin gücünü gösterebilmek devlet adamı meselesidir. Türkiye’nin son senelerdeki büyük problemi devlet adamı ihdâsıdır, ricâl hâdisesidir. Türkiye bunu nasıl aşacak? Bu zor. Benim güvendiğim nokta , milletler intihar etmez. Bir noktada Türkiye ayağa kalkar, silkinir, millet olarak kendisini haklarını savunur, Eğilmek istenen başını dik tutmaya çalışır. Üstündeki kamburu atar, yeniden canlı, diri bir millet olarak kendi tarihine yakışır bir şekilde ilerlemeye başlar. Yoksa bugünkü gidişimiz gidişat değildir. Bir felâkete doğru gidiyoruz. Maalesef milletin % 80-90 nı da bu işin farkında değil. Bugün Türkiye’de % 90 insan AB tam üyeliğini destekliyor dendiği zaman bunun içinde bilgisizlik hakimiyeti var. % 70 insanın % 65’i AB nin ne olduğunu bilmiyor. Sadece bildiği şey AB’ye alınmakla refah, yüksek iş, kazançlar, altın akacak sokaklarda, bu gibi hikâyeler. İnsanımızın aldatılması hâdisesi, iç pazarlama, iç yatırım, siyasî yatırım ve şov (gösteriş).

1963’de Ankara Antlaşması’nı alın, devlet zihniyeti çerçevesinde tartışılmamış. 14 Nisan 1987’de Sn. Başbakan Özal, tam üyelik için başvurduğunda şova gitmedi, aksine uyarıda bulundu. Önümüzde ince uzun bir yol var. Milleti beklentiye sokmadı. Ama 1995’e geliyorsunuz Gümrük Birliği bir hengâme şov, 1999 Helsinki hezimeti bir diğer şov. Geçen sene 17 Aralık 2004’de Türkiye tarihinin en ağır belgesi, Türkiye’ye imzalattırılan Brüksel dönüşü Türkiye’de bayram, kahramanlık gösterişleri. Bu çok ayıp oluyor. Bunu anlamak mümkün değil. Yani bir yönetimin kendi milletine şov yapmaya hakkı yoktur. Devletin kendi milletine hakikatleri söylemesi lâzım.

Kendi toplumunuzla diplomasi yapamazsınız, diplomasiyi yabancıya yaparsınız. Yabancıyı ikna edemediğiniz, millî menfaatlerinizi savunamadığınız yerlerde bu millî menfaatlerden fedakârlığını kendi toplumunuza kabul ettirmeye kalkarsanız, o zaman yabancı emellerine aracı olursunuz. Nitekim Irak’ta olduk, Kıbrıs’ta çok feci bir şekilde oluyoruz. Belki hâlâ çok geç kalınmış değildir, milletin ayağa kalkması lâzım.

Vatan toprağı verilmez. Kıbrıs bir vatan toprağıdır. 1571’de burayı fethedişimiz de en zor fetihlerimizden biridir. Tarih kitaplarına göre 50 bin ile 70 bin arası insan (şehit) vermişiz. Hiçbir zaman Yunan adası olmuş değil. 1974’de gene insan (şehit) verdik, Temmuz harekâtında. Bugün bunlardan nasıl vazgeçebiliriz? Ama Türkiye’de bir garip şey var. Bazı köşe yazarları var maşallah. Yönetimin bu meseleleri topluma yansıtma şekli var.

Doğrusu çok ayıp. Yönetimin, Sn. Hükümetin bugün Kıbrıs’ı takdim şekli. Bu sırtımızda bir kamburdur, bu kamburdan kurtulalım, yolumuz düzlüğü üzerinde bir kayadır, AB üzerinde bir kayadır. Bu kayayı patlatalım dinamitle. Buna en çok YUNANLILAR sevinir!

MG- AB‘nin dayatmaları nereye kadar devam edebilir?

Kİ- Bu iktidar devam ettikçe onlar da devam edecek.

MG- AB, Türkiye için tek ve değişmez alternatif midir? Biliyorsunuz Çin, Hindistan,Rusya, Kazakistan bir birlik olarak Amerika ve AB’nin karşısına 2. Güç oluşturmak çabasındalar. Acaba bizim siyaset değiştirip de başka bir yol, başka bir imkân denememiz zaruret değil midir?

Kİ- Bu alternatif sözü soğuk savaş döneminden kalmadır. O zaman dünya ikiye bölünmüştü. Doğu bloğu, batı bloğu, bir de üçüncü dünya. Batı olmazsa alternatif nedir?

Bugün bunlar kalktı. Doğu bloğu bitti. O bitince batı da blok olmaktan çıktı. Üçüncü dünyadan söz eden yok. Türkiye’nin alternatifi Türkiye’dir. Kendi meselelerinizi kendiniz çözeceksiniz.

Ama gerçekçi olacaksınız. Kaynaklarınızı harekete geçireceksiniz. Devleti işleyebilir bir hâle getireceksiniz. Kaynaklarımızda lüks ve israfı kaldıracaksınız, akıllı davranacaksınız ve yabancı menfaatlerine boyun eğmeyeceksiniz. Bugün dışardan içeriye uzatılan ihanet elleri içerden karşı el bulabiliyor. Bu elleri kırmaya çalışacaksınız. Sn. Başbakan buyurdular ki, düğmeye basıldı. Bunu ben söylerim, ama Sn. Başbakanın bunu söylemeye hakkı yok. O, iktidardır. Hangi el düğmeye basmışsa , o eli yakalamak, mümkünse kırmak onun vazifesidir. İktidarın şikâyete hakkı yoktur.

Türkiye’nin bir düzen değerlendirmesine ihtiyaç vardır. Bu halde devam edemeyeceğini kabullenmesi lâzım, silkinmesi lâzım. 28 milyon nüfuslu Malezya’ya bakın 140 milyar dolar ihracat yapıyor.

Bundan Türkiye ders alsın. Eski bizim eyaletlerimiz olan Ortadoğu’daki memleketler, bizi geçmeye başladı. Ekonomik bakımdan bizim önümüze geçtiler, 1950’de ben İsviçre’de öğrenci iken İsviçre Nüfusunun %15 i dışarıdaydı, fakirdi. Yer altı, yerüstü zenginliği yoktu. Bugün İsviçre 1.5 milyon yabancı işçi çalıştırıyor. Fert başına millî gelir 40.000 dolar. Neyle yaptı? Çalışmayla yaptı. Saat 5.30’da işbaşında. İsviçre Parlamentosu saat 8.00 de işbaşında. Amerika parlamentosu saat 7’de işbaşında. Türkiye 10.30 da. 1/3 çoğunlukla komisyon toplayamıyorsunuz, istifa eden bir İsviçreli Bakanın veda konuşmasında, televizyonda diyor ki, Her sabah 5’de kalkar günlük dosyaları incelerdim. Sabah 10.30 dan önce evinden çıkan T.C. Bakanı yok. Bu nasıl devlet idaresi? Bir ara 3-4 sene önce Başbakanlıkta bir yetkili aradım. Sonra karşımdaki dedi ki, Beyefendi siz hiç rahatsız olmayın, 11’den önce hiçbir yetkili gelmez.? Bu devlet idaresi anlayışıyla bugünkü dünyada yaşama hakkımız yok, Amerika’nın yeni Dışişleri Bakanı Bn. Rice sabah 5 de kalkıyor ev işlerini yapıyor, 7 de işbaşı,gece 10’a kadar çalışıyor. Dünyanın 1 numaralı gücü, devleti bunu yapıyor. Amerikan Kongresi 7.15’de işbası. Kahvaltıyı bürosunda yapıyor, mecliste yapıyor. Çark işliyor, çalışıyor. ABD’de hayat 24 saat çalışıyor. Berlin’de taksiye bindim, söförü Türk, her sabah saat 4 te beni işe başlatıyorlar diyor. Eşi de çalışıyor o da 3.30’da. Aynı kimseler.

Türkiye’de 10’da. Böyle götüremezsiniz. Bu tembellikle, bu miskinlikle, bu israfla, bu lüksle. Almanya Mersedes imâl ediyor, Türkiye kullanıyor. Bugün 7500 insan dışarıda, yurtdışında Maaş alıyor 3300 ü % 90 dil bilmeyen, diğer bakanlık müşavirleri ve heyetleri. Senede 15 000 insan devlet kesesinden dışarıya gidiyor, sözüm ona geçici görev, 70 milyon dolar yiyor. Gidenlerin % 90 ı yabancı dil bilmiyor. Bilmediği için müzakere ettiği bütün işlerde Türkiye batıyor. Bunların üzerinde hiç kimse durmuyor.

10.000 köyde binlerce insanımızın suyu yok, ama dışarıda israf. Mercedes 500’ün, bir tanesi 438 bin Alman markı. Bunun hiç kimse üzerinde durmuyor.

Valilerin eskiden bir arabası vardı, şimdi 3 tane arabası. En geride olan illerimizin valilerinin arabaları en büyük. Bu ne oluyor, sonunda müstemleke havası doğuyor, halkımızın yaşayışıyla. Hele bu bölge müdürleri saltanatı, bu sosyal tesisler, bu yüzme havuzları, Lojmanlar, bu siteler. Bu olmaz, bu mümkün değil. Bu iktidar da iktidara geldi, en kısa zamanda statükocu oldu. Aynı israfa kendisi de devam etti.

Her şeyimiz tammış gibi bir de Dolmabahçe Sarayında, İstanbul bürosu açtı. Fransız Cumhurbaşkanı Fransa’da imal edilen otomobile biner. Türkiye’de herkes kimin mersedesi daha büyük, daha teknik diye bakıyor. Bir vakitler bir komşum vardı, aynı binada oturduğumuz bir bakanlık müsteşarı oda büyüklüğünde Mersedes, 10 yaşındaki çocuğu onunla okula gider, spor merkezine gider. Böyle devlet idaresi dünyada göremezsiniz.

Bunu Avrupa’da yakaladığı gün, o bakan gider, o müsteşar gider. Fransa’da bir eski Başbakan , son derece saygın bir zat Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, şöhreti parlak olmayan bir şahıstan 1 milyon Frank borç almış, bu ortaya çıkınca intihar etti. Bir çalışma bakanı bir yazlık ev yapmış. Yazlık ev yapan, kendisine ucuza satan firmanın, Çalışma Bakanlığıyla çalıştığı ortaya çıktı. Adam kravatlı takım elbisesi ile, gölün içine yürüyerek intihar etti. Şimdi bunu uygularsanız Türkiye’de mezarlıklar yetmez. Dünyanın en kötü yönetilen memleketi. Denetim diye bir sey yok, çünkü Parlâmento (meclis) görevini yapmıyor. Neden yapmıyor? Çünkü iktidar partisi kendisini denetlemez ki, kendi adamı. Türkiye’de hükûmetler güven oyu alır almaz, meclisi kendi emrinde kanun yapma organı olarak görüyor, hesap verme değil.

Dünyada ilk parlâmentolar Fransa’da kurulduğunda vatandaştan vergi alma ve bunun harcamasını murakabe maksadıyla kurulmuştur. Bizde denetim sıfır. Neden sıfır? Herkesin işine geliyor.

Sn. Cumhurbaşkanı tasarrufta çok titiz , çok hassas. Şimdi bunu bile yadırgayanlar oldu, tenkit edenler oldu. Anlaşılır şey değil. Medenî olmayı reddediyor.. Ankara’nın göbeğinde, polisin önünde kırmızı ışığın yakılması, kanunun çiğnenmesine devlet seyirci kalıyor. Ben hükûmete girdiğimde, şoföre bir bakın dedim. Devlet kanunlara riayet edecek, üçünçü defa kırmızı ışık yakarsanız ben de size kırmızı ışık yakarım, dedim. Ama bu yok. Yalnızca Bakan arabarı değil, siyah plâkalar bile kırmızı ışık yakıyor. Diğer vatandaşlar da. Türkiye’de tam bir otorite boşluğu, tam bir anarşi var. Dünyada kaldırımların otomobillerden geçilmediği tek memleket Türkiye.Bunun ismi yaya kaldırımı, ben vatandaş olarak yürüyemiyorum. Trafik polisi geliyor seyrediyor. Trafik polisi tek giden yoldan, karşısına gelen arabayı durdurup hesap soracağına yol veriyor. Bu nasıl devlet idâresi! Efendim, Almanya’da bindiğim arabanın şoförü, gazete alacaktık bir dakika durdu. Gazete alacağını söyledi. Polis, burada duramazsın, derhal ceza yazarım dedi. Devlet budur. Otorite budur. Bugün büyük şehirlerimiz yaşanmaz hâle geldi. Evler basılıyor. İnsanlar öldürülüyor.

Geçen gün bir genç çocuğu, zavallı, elindeki telefonu almak için kalbinden bıçaklamışlar, Son sözü, beni annemin yanına gömün olmuş. Bu kimseyi, toplumu rahatsız etmiyor!.

MG- Muhakkak ediyor da, yöneticilerimizi rahatsız etmiyor , değil mi ?

Kİ- Toplumun demokratik haklarını kullanması lâzım. Bir İtalyan güvenlik görevlisi Irak’ta Kurtarılan gazeteciyi götürürken vuruldu. İtalyan Parlâmento’su olağanüstü toplantı yaptı.

Bizim 120’ye vardı Irak’ta ölen insanımız . Bir tanesinin ismi geçmiyor. Bir tane İtalyan, Fransız kaçırıldı mı on binlerce insan yürüyüş yapıyor. İnsanlarımızı kaçırıyor, öldürüyor, yakıyorlar. Hiç kimsenin umurunda değil. Bize bir hâl oldu. Bütün bunlar medyamız tarafından büyük başarı olarak gösteriliyor. Geçenlerde bir karikatür gördüm, hârika. Evlerinde seyreden bir çiftin ellerinde şemsiye var, ekrandan sıçrayacak yağlara karşı.

MG- Atalarımız ORKUN Anıtlarında, doğruluk, fazilet, AHLÂK dersleri vermişler, kendimizi sıygaya çekip, kendimize gelmemiz lâzım değil mi ?

Ki- Gayet tabii. Dürüstlük dediniz . Fransız filozof Paskal, düşünceler başlıklı uzun eserinin bir yerinde diyor ki: Dünyanın en büyük Devletine (Devlet-i Âliye) hükmedip de sadece kendi maaşı ile yetinen tek hükümdar, Büyük Türk Hükümdarıdır. Kanunî’yi kast ediyor. Şimdi ondan bugünkü Türkiye manzaralarına geliyorsunuz.

Türkiye’nin millet olarak kendisini sorgulamasının zamanı geldi. Devlet olarak kendisini sorgulamasının zamanı geldi. Bunu yapmıyoruz. Bu şekilde devam edemezsiniz., sizi yok ederler, yutarlar. Fakat katiyen Türkiye’de bütün bu meselelere eğilecek çevreler yok.

Herkes seyirci. Çırpınmak lâzım, mesaj vermek lâzım, haykırmak lâzım. Soljenitsin’in ne güzel bir sözü var. Bazen bir çığlık, bir çağ başlatır.?

Biz bir çığlık atmaya çalışıyoruz, umarım bir yerden bir çağ başlatırız.

MG- Dilimiz katlediliyor, İngilizce’nin baskısından kurtarmak için Fransızlar 1994’de Fransızca’yı İngilizce’den kurtarma kanunu çıkardılar.

Kİ- Amerikalılar da, İspanyolca’ya karşı kanun çıkardılar.

MG- Romanyalılar var, böyle devletler var. Maalesef biz kendi dilimizi evvelâ katlederek yok ediyoruz.

Kİ- Her gün her evinden çıkan bir kelime icat ediyor.

MG- Bütün aydınlar ! Türkçe-İngilizce karma konuşma hastalığına kapılmıştır.

Kİ- O aydını tırnak içinde söylüyorsunuz

MG- Bu hususta Başbakanımızda vizyon, misyon, mesaj deyince akan sular duruyor, her şeyi hallediyor.

Kİ- Harika bir laf daha kullanıyorlar Win, Wino da böyle kazan- kazan Amerika slogan hastalığı. Aynı lâf. Çözümsüzlük çözüm değildir. Kıbrıs konusunda bütün sorumluluğu Türkiye üzerine böyle alıverdi. Slogan hastalığı fikir üretemiyenlerin zaafıdır. Bu slogan peşinde koşmak, koşa dursun, ama kanayan Türkiye oluyor

MG- Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu maalesef bugün Başbakanlığa bağlı bir kurum hâline geldi. Atatürk’ün ruhunu zedeleyen KüLTüR kelimesi sizi rahatsız ediyor mu? Kültür ve Türizm Bakanlığı ismi sizi rahatsız ediyor mu? Biz niye Türkçe kelime bulamamışız da latince, fransızca, ingilizce asıllı bir kelimeyi Bakanlık adı yapmışız?

Koskoca Atatürk Kültür Merkezi ismi koymuşuz. Millî Prodüktivite Kurumu var, Başbakanlık Basın Enformasyon Dairesi var. Devlet (Anayasasındaki) dilini katlediyor. Bakkal çaggal, vatandaşlar da buna uygun davranıyor. Siz buna ne dersiniz?

Kİ- En acısı tabii devletin , milletin tarihî, aktuel, günlük kültürünün başına getirilen Bakana bakmak lâzım. Böyle Bakanların bulunduğu memlekette bu söylediklerinizin hepsinin çok daha büyüğü olur. Buna söylenecek şey ALLAH beterinden saklasın.

MG- Bize ayırdığınız zaman için size minnettar kaldık, teşekkür ederiz.

Kİ- Ben de teşekkür ederim.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -