Ana Sayfa 1998-2012 DEVLETİMİZİN AB ÇERÇEVESİ

DEVLETİMİZİN AB ÇERÇEVESİ

“Hukuk ve Siyasetimiz”

- Reklam -

Nusret Demiral

Son yıllarda yabancı devletlerin nazarlarının daha dikkat çekici şekilde sürekli Türkiye Cumhuriyeti üstünde olduğu görülmektir.

Neden Böyledir?

Devletimizin zengin topraklara, sahillere, madenlere, sahip olması, 1071 tarihinden beri de Anadolu’yu TÜRK yurdu olarak dünyaya ilân etmiş bulunması; Anadolu’ya sahip çıkmak isteyen ve Türklere hiçbir zaman dost olmayan ve olmayacak devletlerin Büyük Orta Doğu Projesi adı altında gerçekleştirmek istedikleri emellerini yüzyılların hırsı ile ortaya çıkarmaktadır.

Neden bu emellere dayalı düşünce ve eylemler, açıkça sergilenme ve dayatma cesaretini bulmaktadır?

Şartlar onların istemlerine cevap verecek düzeyde midir?

- Reklam -

Devlet yönetimimiz aşırı iyimser midir?..

Bürokratlarımız şartları yorumlayacak kadar ehil mi değildir?

İçimizdeki meslek gurupları (iş çevreleri, gazeteciler, yazarlar, ekonomistler, akademisyenler gibi) olayları ve dış gelişmeleri vatandaşımıza açıkça ifade etmemekte midirler?

Yoksa yanlış bilgilerle mi yönelendirme gayreti içindedirler?

Yabancıların ülkeleri ile ilgili menfaatlerini koruma safhasında alacakları riski halkı ile paylaşma geleneğini (halkının oyuna başvurmak suretiyle) yaratmışlarken, bizde böyle bir sorumluluğu ve riski hükûmet edenlerin tek başına halkına sormadan almak istemelerindeki cesareti anlamak mümkün değildir. Bunun izahı ve mazereti de kabul edilemez.

- Reklam -

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını hazırlayan nedenler, günümüzde yabancıların çalışmalarında aynen vardır.

Ayrıca Türk insanının hoşgörüsü, sıcak ve sevecen yaklaşımı, büyük ve köklü bir devlet yapısına sahip olmanın verdiği olgunluk, yabancıların bu özelliğimizi yanlış değerlendirme ve kötüye kullanmalarına zemin hazırlamaktadır.

Örneğin yabancı devletler 1960’l ardan sonra Anadolu’ya gönderdikleri barış gönüllüleri ile sosyal yapımızı öğrenmeye çalışmışlar ve devlet olarak zaaflarımızı, hassas taraflarımızı araştırma konuları içine almışlardır. Elde ettikleri bulgular ve içimizdeki satın alınmış bir kısım medya mensupları, sanatkârlar ve bilim adamları arasında kendilerine uygun seçtikleri zayıf karakterli kişilerle o ortamda devletimizin yönetimini üstlenen siyasîlerimizin de gafletinden yararlanarak, yapacakları eylemlerini hızlandırmışlardır.

AB; Osmanlı Devleti’ndeki kapitilülâsyonlar gibi devletimizi kendilerince yarattıkları hileli projelerle borçlandırıp ekonomimizi kendilerine bağlı bir ortama çekme cabası içindedirler. Devletimizi bir takım ekonomik ambargo ve kısıtlamalarla dar boğaza sokup sonra da bu durumdan kurtarmak maksadıyla veya kurtarıyormuşcasına 1980’den itibaren kredi adıyla bol para verip bizi çalışmadan yaşamaya alıştırmışlar ve bunu faiziyle geri alma plânını kurmuşlardır.

Geçmiş ve yakın tarihimizi anımsadığımızda, Lozan antlaşmasını imzalama merasiminden hemen sonra İnönü’nün koluna giren İngiliz delegesi Lord KÜRZON’un;

“Genç Türkiye Devleti’nin genç kumandanını ve genç diplomatını her iki zafer için tebrik ederim”

“Generalim, kapitilülâsyonlardan tutunuz da akla gelen veya gelmeyen ve sizce engel sayılan bir çok şeylerden memleketinizi kendi tabirinizle kurtardınız. Ben de nihayet görüyorsunuz ki, bütün bunlara evet dedim. Fakat hiç düşündünüz mü ki;

Bundan sonra ne yapmak isterseniz yine bizlere muhtaç olacaksınız,

İşte o zaman parayı verirken şimdi kazandıklarınızı bizlere iadeye mecbur kalacaksınız.”

Sözlerini düşünerek kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti üzerinde hâlen dış devletlerin sömürü plânının yürürlükte tutulduğunu bilmeliyiz.

Gene, Büyük ATATÜRK Cumhuriyetimizin ilk günlerinde bu tehlikeyi ve sömürü plânını düşmanların hep yürürlükte tutacağını varsayarak, “O günden sonra muhtaç kalmadıkça yabancı istikrazına baş vurmamalıyız.” demişti. Bu sözleri belleklerimizde canlı olarak tutmalıyız. ATATÜRK’ün bu düşünceye bağlı eyleminden, ölümüne kadar vazgeçmemesi, bu tehlikeyi önleme çabasının başında gelmiştir.

Demokrasiye geçiş dönemi olan 1950 yılından itibaren, öncelikle maliyecilerimiz, devlet adamlarımız Büyük ATATÜRK’ün bu düşüncesi içinde bir çerçeve çizmeden, sözde kalkınan bir Türkiye yaratmak için devletimizi sürekli borçlu hâle getirmişlerdir. Böylece farkına varmadan devletimizi borç batağına taşımışlardır.

Geçmiş yüzyılın, son yıllarında ekonomik ve politik gücü olan dış devletler âdeta Lord KÜRZON’un sözü üstünde birleşip devletimizi Osmanlı gibi borçlandırıp dar boğaza sokmuşlardır.

Dahası, askerî gücün 1960, 1970, ikazları da yöneticilerimizi içte ve dışta sergiledikleri borçlanma hareketlerini önlemeye yetmemiştir. Görevlilerin devlet yönetiminde yaptıkları politik ve ekonomik hataların faturası ağırlaştıkça ağırlaşmışdır.

Ancak bu hatırlatma yeterli olmadığı ve kardeş kavgasına varan sokak eylemleri sonucu 1980 askerî hareketi ile durumu normale dönüştürmek için bir ortam hazırlanmış ve devlet kasası en az borç ile siyasetçilere teslim edilmiştir. Fakat, kısa sürede İMF’den alınan dış borç daha da çoğalarak ekonomik kriz büyütülmüş ve devletimiz borçlu devlet hâline sokulmuştur.

Milletimize bayram müjdesi şekliyle sunulan Gümrük Birliği antlaşması, yeni tavizlerle AB’ye girme çalışmaları ortadadır. AB ile müzakere safhasına girilmişse de ekonomik, politik durum gene acı bir şekilde gözler önündedir. AB üyesi devletlerin çok sonraları Gümrük Birliği’ne çekinceler koyarak girmelerine karşın bizim devletimiz kotalara boğularak Gümrük Birliği’ne siyasî yatırım amacıyla sokulmuştur.

Sonuçta tek taraflı Gümrük Birliği ve AB’ye alelacele ve oldu bittiyle girme çalışmalarıyla devletimizin siyasî ve hukuk alanlarını işgal etme gayretinin, gelecekte gerek siyasî yöneticiler ve gerekse yetkin bürokratlara büyük bir sorumluluk ve vebal getireceği bilinmelidir.

Ancak şu gerçek göz önünden hiçbir zaman uzak tutulmamalıdır ki; hükûmet eden siyasetçiler yabancılarla yaptıkları anlaşmaları, Türk halkına dürüstçe anlatmamakta, tam tersine farklı ve halkın hoşuna gidecek ifadeler kullanmaktadırlar. Bu durumun, bu gerçeğin gizli kalamayacağını da düşünmemektedirler.

AB’nin önerdiği, devletimizin yararına olmayan şekil ve şartlar her müzakere toplantısında bir bir önümüze konmaktadır. Devletimizi, yıkmaya çalışan hareketlere karşı koyma hazırlığı içinde olmalıyız.

AK Parti iktidarı, daha önceki iktidarların başlattığı yanlış yöntemleri ve politikayı devam ettirmeden, devlet borcunu azaltacak durum yaratmaya mecburdur. Zaten asıl yapılması gereken de budur. Yabancı devletlerin ve AB’nin müzakere safhasında takınacağı tavra dur diyecek cesaretimiz olmalıdır. Ülkemiz yararına masaya oturmak nasıl hakkımızsa, ülkemiz zararına olan eylem için de masadan kalkma hakkımız olduğunu bilmeliyiz.

Devletimizi kendi hukukumuzdan çıkarmadan, kendi paramızla kurulmuş bir ekonomi düzeni ve bize has bir hukuk sistemi ile Türk milletinin arzu ettiği ekonomik ve sosyal bir ortam geliştirmek özlenen bir tutum olmalıdır. Bunun için de, Türk halkını aydınlatıp, gerçekleri en iyi şekilde anlatarak çözüm yollarını ülkemiz menfaatine olacak şekilde birlikte karar vererek bulmalıyız.

Biz diyoruz ki, kendi yolumuzu kendimiz çizelim. Çerçeve kendi istemimiz doğrultusunda olmalıdır. Çünkü yarınlar bizim, yarınlar Türk milletinindir.

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -