“İnsanlar tarihten ders alsalardı, tarih tekerrür eder mi idi?
Evet bu; belli bir hedef ve gayesi olanlar için doğrudur. Etmez!..
Ne çare ki; insanlar ders almıyor, gene tarih tekerrür ediyor!..”
İmparatorluğumuzun yağmalanmasına yol açan Sevres Antlaşması’na karşı, milletimizin ayaklanması üzerine kazanılmış (İstiklâl Harbimiz) sonucu; Lozan Barış Antlaşması, yeni bir doğuşun, siyasî olduğu kadar ekonomik alanda da tescili olmuştur. Konferans; çetin müzakerelere sahne olmuş ve ancak iki aşamada gerçekleşebilmiştir.
1 Birinci aşaması; 20 Kasım 1922’de başlayıp 4 Şubat 1923 tarihine kadar 76 gün sürmüştür. Bu dönemde; sınırlar, Boğazlar Rejimi, Ege Adaları, esirler, ahali mübadelesi, ekalliyetler, Patrikhane ve kapitülâsyon konuları görüşülüp, çözüme bağlanmıştır. Tam bu sırada, İngilizler, klâsik siyasî taktikleri; düşmanının zayıf noktasını bulma ve bunu zaman içinde eritme gayesiyle, konferansı kesintiye uğratmışlardır. Çözüme bağlanması gereken Düyun-u Umumiye borçları ve harp tazminatı konuları dururken, oldu-bittiye getirerek, karşımıza yeni bir barış antlaşması projesini çıkarmışlar, kabulünde ısrar etmişler ve gözdağı vermişlerdir. Proje; tamamiyle Sevres’in bir başka türlüsüdür. Gerekli tedbirleri almak üzere, Türk delegasyonu, Ankara’ya dönmüştür. Nitekim iyice anlamaları üzerine; aradan 78 gün geçtikten sonra, Türkiye’yi, yeniden görüşmeye davet etmişlerdir. Bu suretle de Lozan’ın ikinci aşaması başlamıştır. Bu dönem; 23 Nisan 1923’te başl ayıp 93 gün sürerek 24 Temmuz 1923 tarihinde sona ermiştir. Geri kalmış olan Düyun-u Umumiye borçlarının tasfiyesi ve harp tazminatı konuları çözüme bağlanmıştır.
2 Buradan açıkça belli olmaktadır ki; İngilizler ve yandaşları İtilâf Devletleri, bir türlü, Sevres’in hayâlinden kendilerini kurtaramamışlardır. Anadolu zaferimizi hiç içlerine sindirememişlerdir. O kadar ki; konferansın kesilmesine sebep olan yeni proje, Türkler alacaklarını almıştır, o kadarla yetinsinler; düşünsünler, yoksa Asya’nın derinliklerinde kaybolur giderler, dayatmasıdır.
Bir Türk düşmanı olan Llyod George’ın yetiştirmesi Lord Curzon bir türlü hıncını yenemeyerek, Türk delegasyonuna karşı; Lord Curzon, Lozan görüşmelerinde Türk delegesine “Kapitülâsyonları kaldırdınız amma bir daha kapımıza gelmeyeceğinizden emin misiniz?” sorusunu sormuştu.
İsmet Paşa’nın buna cevabı; Geldiğimde o zaman yüzlersin olmuştur!
Hiç şüphesizdir ki, İsmet Paşa’nın bu cevabının dayanağı; zaferimizi sağlayan milletimizin “Kuva-yı Milliye Ruhu”dur.
Şurasını açık olarak belirtmek gerekir ki; bu güç, memleketimize demokrasi gelene kadar tazeliğini ve zindeliğini muhafaza etmiştir. Türkiye; hem siyasî ve hem de ekonomik alanda dirayet ve başarısını sürdürmüştür. Demokrasiyi, kendi kuralları içinde lâyıkıyla uygulamadığımız için, gittikçe zayıflamış ve sönmeye yüz tutmuştur. Millet ve devlet menfaatı yerine, şahıs, zümre, aşiret, tarikat ve parti menfaatı geçmiştir. Sonuçta bu; millette Ahlâkî Dirlik ve Millî Şuurun yıkılmasına yol açmıştır. Hâlen vatan sathında görülen manzara budur.
Maalesef, kendi felsefî düşüncelerini kimseye kaptırmak istemeyen partiler; gerçekçi olmayan bir takım görüş ve sloganlarıyla; milletimizi, serap arkasında koştura durmuşlardır.
Kimisi her mahallede bir zengin, benim memurum işini bilir, köşeyi dönme, kimisi enflâsyonu % 20’lere düşüreceği vaadiyle iktidara gelip sonunda, enflâsyonu % 100’lerin üstünde bırakan ekonomi profesörü başkanlı partilerin icraatı, hayretle karşılanmıştır.
Demokrasilerde çare tükenmez, yol yürümekle aşınmaz, yaptı isem ne olacak ben yaptım gibi, ince hesap vecizeleriyle, milletimizin dikkati başka yönlere çekilmiştir..
Dikkat edilir ise; bu tutum ve davranışların hemen hepsi, “Hayra” yönelik olmaktan ziyade” “Şerre” yöneliktir. Bu şerre yönelme, hattâ dışa dönük olarak da, eski Sevres sevdalısı batı devletlerinin, PKK ayırımcılığını desteklemeleriyle sabittir.
Bu millet, “hayâlî ihracat”ı mı, yoksa, “banka hortumlaması”nı mı biliyordu? Sormak ve ayrıca derince düşünmek lâzımdır.
Evet; şimdi yollar eskidi, milletin pabucunun tabanı delindi, ayağı da yerde sürtüyor.
Millet uçurumun kenarına getirilmiş; ölümlerden ölüm beğen durumuyla karşı karşıya bırakılmıştır.
Aman bana fatura çıkarmayın deniyor. Zaten her iktidarın mazereti, ben bir harabe devr aldım olmuş ve bu noktaya gelinmiştir. Amma bu partilerin içinde, ekonomi bilginleri vardı!..Türkiye bu duruma düştükten sonra; bunun reçetesini ben biliyorum düşüncesiyle, yeni bir parti kurma yönündeki girişimlerin; milletimizce hoş görülmesi yanında, ayrıca da ciddiyet ve samimîyetle karşılanabilmesi, elbette ki mümkün değildir.
Bu millet; dışarıya el açmadan, âdil bir varlık vergisi ile bu ekonomik krizin üstesinden gelir. Nitekim; bir televizyon programında gördüğümüz gibi, her hâlinden fakir olduğu belli, yaşlı bir kadının, aile yadigârı olan kulağındaki küpeleri göstererek, bunları da veririm, yeter ki yerine gittiğini bileyim demesi, ibret alınacak içli bir isteğin ifadesidir.
Gerçekte, bu krizde bütün partilerin sorumluluğu vardır. Ahlâkî ve vicdanî olarak hiç birisi, ben bunun dışındayım diyemez!..
Şimdi; Türkiye sömürge oluyor, Düyun-u Umumiye ve kapitülâsyonlar geri geliyor gibi lâflar ediliyor. Evet biz; ayağımızı yorganımıza göre uzatma gerçeğine uymadık. Mevcut öz gücümüzü şer yöne yönelittik ve bugünkü duruma düştük.
Bir ata sözümüzdeki bir babanın, oğluna nasihatinde:
“Sen eşşek olduktan sonra sırtına semer vuran çok olur” ve “El parasıyla hâlî tüccarı olacağına, kendi paranla soğan tüccarı ol!..” hikmetini, iyice kavramalıyız. Ve yine soruyorum:
“Neden Lord Curzon’u haklı çıkardık?!..”
DİPNOTLARI
1. Dr. Rıza Nur: Hayat ve Hatıratım, Lozan Konferansı. C. 3, sf. 961, İstanbul.
2. Cemal Kutay, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Müdaleleri Tarihi, C. 19, sf. 77, İstanbul.