Ana Sayfa 1998-2012 Büyüme hızı

Büyüme hızı

DEVLET İstatistik Enstitüsü (DİE) tarafından açıklanan rakamlara göre, 2004 yılının ilk çeyreğinde ekonomideki büyüme hızımız % 12,4 olmuş. 2001 yılında yaşanan ekonomik krizden sonra, zaman zaman kritik dönemler geçirdik. O dönemleri geride bırakıp % 12,4 oranında büyümek, memnuniyet verici olarak algılanıyor. Onlar bir bakımdan haklıdırlar. Fakat yalnız bir bakımdan…

- Reklam -

Ulaşılan büyüme hızının, memnuniyeti gerektiren bir oluşum olmadığını açıklamak pek o kadar kolay değil. Görünüşle ilgili bir ışıltıyı, tüneli aydınlatan öbür uçtaki ışık olarak gören, öyle görmese bile öyle gösterme alışkanlığında olanların çokluğu ve etkinliği göz önünde bulundurulursa… iş daha da zorlaşır. Verilerin güvenilir olmadığını da söyleyemezsiniz. Söyleyeni, paranoyak olmakla, komplo düzenleyiciliği ile suçlarlar. Lekelenirsiniz. Susmak mı ? Gönül râzı değil. Söyleseniz faydası yok. Zor günlerdeyiz.

Gerçekçi bir karar için, olayın diğer yönlerine, meselâ büyüme hızının itici gücüne de bakmak gerek. Yatırımlarda ve üretimde, büyüme hızını destekleyen genişlemeler yok. Buna karşılık, kriz dönemlerinde eritilen stokların yerine konulduğunu, büyümenin bu yolla oluştuğunu gösteren rakamlar var. Objektif kriterlerden yola çıkılarak DİE’nin rakamları değerlendirildiğinde, yatırım harcamalarında problemler olduğu, mâlî piyasaların yatırım ve üretimi fonlama noktasında olmadığı, yüksek büyüme hızına rağmen işsizliğin artarak devam ettiği görülüyor.

BÜYÜME HIZI ÖNEMLİ

BİR KRİTER

Bir ülkenin maddî refahının ve gelişmişlik seviyesinin ölçülmesinde kullanılan en önemli kıstaslardan biri, o ülkenin millî geliridir. Millî gelirde bir önceki yıla göre meydana gelen artış, büyüme hızını gösterir. Bir önceki yıla göre küçülme varsa, büyüme hızı – (eksi) olarak ifâde edilir.

Millî gelir; Türkiye’de ve dünyada dolar ile ifâde edilirken büyüme hızı, % kavramı ile oran olarak belirtilir. Millî gelirdeki büyüme hızı, ülkenin üretim kapasitesi, piyasa genişliği, tüketim ve yatırım harcamalar … gibi unsurlar baz alınarak hesaplanır. Gelişmekte olan bir ülkede, yüksek bir büyüme hızı sağlanabildiği takdirde, o ülkenin gelir dağılımını düzeltecek tedbirlerin alınması kolaylaşır. Yüksek büyüme hızı bu açıdan çok önemlidir.

- Reklam -

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, 1923’ten 1934’e kadar önemli bir büyüme hızı sağlanmıştır. 1939 – 1945 yılları arasında İkinci Dünya Savaşı sebebiyle, bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de daralmalar – gerilemeler görülmüştür. Savaş sonrasında ekonomik büyüme hızımız, savaş öncesi yıllara göre daha fazla olmuştur. 1950 yılından sonra daha da yüksek büyüme hızlarına ulaşıldı. 1950 – 1955 döneminde, her yıl ortalama % 11,3 oranında büyüme gerçekleşti. 1955 – 1959 yılları arasında büyüme, biraz düşük olmakla birlikte, eksiye düşmemiştir. 1960 sonrasında, sık sık koalisyonlar dönemi yaşandığından büyüme hızı, inişli çıkışlı bir grafik çizmiştir. Özellikle 1994’ten sonra çizgi, artılar – eksiler arasında baş döndürücü bir hızla gidip gelmiştir. Büyüme hızının yüksek olduğu üç aylık dönemler, balayı tadında yaşanmış, düşük olduğu dönemler sessizlikle geçiştirilmiştir.

Büyümek… istikrarlı büyümek… sağlıklı büyümek… Biz buna hasretiz.

1940’lı yılların ikinci yarısında İtalya, Fransa ve Almanya, açlık tehlikesi ile karşı karşıya idi. Alsancak ve Karaköy rıhtımlarından kalkan, ambarları tarım ürünü ile dolu gemiler, oralarda yaşanan tehlikeyi hafifletiyordu. O yıllarda kişi başına millî gelirimiz 200 dolardı. Japonya’da 130, Kore’de 65 dolar. Bu gün Kore, Türkiye’nin 7 misli üretim seviyesine yükseldi. 50 yılda bırakınız Japonya’yı, Kore bile Türkiye’ye göre 21 defa daha hızlı büyüdü. 1950’li yıllarda bizden geride olan Portekiz ve Yunanistan’ın çok gerilerindeyiz. Ne oldu da bizden zayıf, bizden geride olan ülkeler hızla kalkınırken Türkiye, istikrarlı bir büyüme sağlayamadı?

Bu soruya çeşitli cevaplar verilebilir. Hepsi de siyasî kadrolarla ilgilidir.

- Reklam -

Geçmişteki istikrarsız büyümelerin ve bazı dönemlerde yaşanan küçülmelerin sorumluluğunu, % 12,4 büyüme hızını sağlayan kadroya yükleyemeyiz. Fakat; üretime değil, tüketime dayalı yüksek büyüme hızını başarı gibi gösterenlerin memnuniyetine ortak olunması, ekonomiden az-çok anlayanlardan beklenmemeli.

Milletlerarası Para Fonu (IMF) baskılarıyla kemer sıkıldığı bir dönemde, büyüme hızının beklenenden yüksek gerçekleşmesi, beraberinde bazı olumsuzlukları ve endişeleri bulunduruyor. Bunlardan en önemlisi dış ticaret açığıdır. Yılın ilk çeyreğinde iç talep, özel sektöre dayalı olarak % 19,3 oranında artmıştır. Bu artışın üretimle değil, stokların eritilmesiyle karşılandığını anlatan verileri, DİE’nin açıkladığı rakamların detaylarında görmek mümkündür. Bu durumda, iç talebin denetimi gündeme gelmektedir ki, gereken yapılırsa, daha kritik bir durgunluk dönemi yaşanır. Yapılmaz ise dış ticaretteki açığın artışı engellenemez. Bu gelişme, orta veya uzun vâdede yeni ve daha büyük krizlerin habercisidir. Krizler insanımızı fakirleştiriyor, Türkiye’yi daha fazla dışa bağımlı hâle getiriyor.

Hemen sorulacaktır: Çare?..

Çare çok basit: Verimi ve üretimi artırmak, daha fazla ihracat yapmak.

Çare basittir de uygulaması zordur. O zorlukları biz aşsak bile, ekonominin yönetimini teslim ettiğimiz IMF ile Dünya Bankası, çareyi uygulamamıza izin verir mi, vermez mi? Bilinmez.

DİĞER GÖSTERGELER

Bilindiği gibi yılın ilk çeyreğinde başka farklılıklar da yaşadık. Döviz kurları ve faiz oranları, eski yükseliş hızlarını kaybettiler. Döviz durağanlaştı, faizlerde gerileme yaşandı. Bu iki temel makro ekonomik değişkendeki gelişmelerin, (evvelki tecrübelere dayanarak söylemek gerekirse) tüketimi canlandıracağı bir sır değildi. Canlanan tüketim de elbette (sağlıklı olmasa bile) büyüme hızını şişirecekti. Bu gelişmeler ve etkileri-sonuçları doğru okunmazsa, hata edilir.

Geçmişin cahili olanlar, geleceğin körü olurlar ! Sözü, ekonomi için de geçerlidir. Hatırlayalım: Son 20 yıldır azalan aralıklarla şiddetlenen krizler yaşadık. Millî gelir düştü, işsizlikler arttı, insanlarımız fakirleşti.

– Neden böyle oldu ? Diyerek araştıranlar; krizlerden kurtulma amacına yönelik, görünüşte iyileşmeler sağlayan, gerçekte ise sağlıklı olmayan, kolay uygulanabilir, kurnazlık ürünü çözümler ile karşılaşıyorlar. Sağlıklı uygulamalar zaman gerektiriyor. Siyasî kadroların zamanı, halkımızın sabrı, gerektiğince bol ve geniş değil. Her çabuk iyileşme, yeni krizlere çıkartılan davetiye yerine geçiyor.

Ekonomik krizlerin mağdur ettiği tüccar ve sanayici kesim, hâlâ kaybettiklerine kavuşmanın zorluklarını yaşıyor. Sonuç belli: Büyüme hızının; sosyal gelişmeye katkısı çok sınırlı. Son dokuz çeyrekte sağlanan kesintisiz büyüme, ondan önce yaşanan krizin izlerini silebilmiş değil.

PROBLEMLER

Dikkat edilirse, dışarıdan sermaye gelmiyor. Gelenler yalnızca kredi. Yap-İşlet-Devret (veya yap-işlet… işletmeye devam et) modeli ile yapmamız gereken yatırımlar için devamlı olarak kredi kullanıyoruz. Dış finans çevreleri yatırıma girişmeyi riskli, kredi vermeyi garantili görüyorlar. Devlet olarak riskli yatırımlara girmemekte fayda olduğunu düşünmeliyiz. Aynı zamanda, elzem ölçüsünde gerekli yatırımları, câzip hâle getirmeliyiz. İkincisi, bir yönetim mahâretidir.

Finans kaynaklarına sahip müteşebbislerimiz de paralarını Türkiye’ye getirmiyorlar, yatırımlarını yurt dışında gerçekleştiriyorlar. İşçi dövizi girişinde memnuniyet verici bir artış yok. Kendi insanımız Türkiye’nin geleceğini iyi göremiyorsa, yabancılar nasıl görsünler ve niçin gelsinler?

Ekonomide tek doğru olmadığı, akıllı tercihlerin bulunduğu… gibi, görünürün dışında başka göstergelerin de bulunduğunu göz önünde tutmak gerekiyor. Sabırlı olmak ve bizzat hazırlayıp uygulamaya koyacağımız istikrar programlarında ısrar etmek en akıllı tercih gibi görülüyor. Diğer taraftan da verim ve üretim artırılırsa, olumlu sonuçlara er-geç ulaşılır.

•••

Büyümeye büyüme denilemez, insanımızın günlük hayatında iyileşmelere yol açmıyorsa…

 

Orkun'dan Seçmeler

- Reklam -